Çocukluktan başlayan arzulardan, saplantılardan ömür boyu kurtulamıyoruz.
Çocukken bir an önce büyümek istenir, hemen hepimiz büyüyüp okula gitmeyi arzulamışızdır.
Okula başladığımızda öğretmenlerimize bağlanır, hatta öğretmen olmak arzuları yeşerir.
Bir an önce üst sınıflara geçmeyi istediğimiz yıllar sonrası, lise okumaya hazırlanmaya başlayınca yeni arzularımız ortaya çıkar. Hayatımızı programlamaya bile başlarız.
Bazı şeyleri o kadar isteriz ki, adeta ölümüne dedikleri arzulardır onlar.
Liseyi bitirip üniversiteye girebilmek de bazen ölümüne arzulardandır. Sonrasında Üniversiteyi bir bitirip hayata atılayım ve iyi bir işim olsun diye hayaller kurmaya başlarız.
Eğer uygun birine rastlamışsak, evlenmeyi arzularız, hele de aşk hastalığına yakalanmışsak ve ölümüne sevmişsek dünya bir yana aşkımız bir yana deriz.
Çoluk çocuğa karışınca, onları ölümüne severiz, istikballerini garanti altına alabilmek için var gücümüzle ölümüne çalışırız. Para kazanmaktan başka önemli bir şey yokmuş gibi yaşamımızı sürdürmeye başlarız.
Bir de bakarız, yaş ilerlemiş. Emekli olabilmek için ve az kaldığını sandığımız ömrümüzü iyi geçirebilmek için çareler düşünürüz. Sıhhatimize neden fazla dikkat etmediğimize pişmanlıklar duyarız.
Bu kadar ölümüne mücadele sonunda bir de bakarız ki gerçekten ölüyoruz.
Meğer biz yaşarken yaşamayı unutmuşuz.
Para kazanmak için sağlığımızdan oluyoruz, sonra da sağlığımızı kazanmak için paramızdan oluyoruz.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp, hiç yaşamamış gibi ölüyoruz.
Cengiz Savaşeri