PKK “KADINLARIN, LAİKLİĞİN, DEMOKRASİNİN Garantisiyiz”
“Türk tipi” başkanlığa karşı olduklarını belirten Cemil Bayık, “Laikliğin, demokrasinin, kadınların tek garantisi bizleriz” dedi. İran ile artan gerginliğe dikkat çekti..
Taraf gazetesinden Amberin Zaman, Kandil’de KCK lideri Cemil Bayık ve örgütün kurucularından Rıza Altun ile görüştü.
Abdullah Öcalan’ın Kandil’e kongre toplayıp Türkiye’ye yönelik silahlı mücadeleyi sonlandırdıklarını açıklamalarına ilişkin çağırısından sonra tüm gözler Irak Kürdistanı’nda bulunan KCK eş başkanlığına döndü. Kandil son gelişmeler karşısında ne gibi bir tavır benimsiyordu? Açıklanan 10 maddelik müzakere çerçeve metni konusunda ne düşünüyordu?
Bu soruların cevabını arayan İMC TV’den Banu Güven ile Cumhuriyet gazetesinden Ahmet Şık peş peşe KCK Eş başkanı Cemil Bayık‘la uzun uzun görüştüler. Bizler de Şık’tan bir gün sonra yani cuma günü Bayık ve PKK’nin asıl kurucularından ve aynı zamanda dış ilişkiler sorumlusu olan Rıza Altun’la görüştük. Türkiye ve Ortadoğu’daki son durumu değerlendirdik.
Kandil’e en son eylül ayında gitmiştim. Kobane’de vaziyetin iyice kritikleştiği günlerde… Ve AK Parti iktidarının PKK/ YPG’ye karşı IŞİD’i [bayık] desteklediği iddialarının halen gündemde olduğu bir sırada. Cemil Bayık son derece sert mesajlar veriyordu. Akabinde en az 50 kişinin yaşamını yitirdiği 6-7 Ekim olayları yaşandı. İlişkiler iyice gerildi.
SAVAŞ KOŞULLARI KALMADI
Bu kez karşımda bulduğum Bayık yine AK Parti ve Erdoğan’a karşı eleştirisel yaklaşıyordu. “AK Parti barış konusunda asla samimi değil şark kurnazlığı peşinde, zihniyetinde değişiklik yok. Sorunu Kürt sorunu olarak değil, PKK sorunu olarak görüyor. Bizleri sözde yok etmek istiyor. Erdoğan diktatör”türünden ifadeler kullanıyordu. Ancak ton farkı seziliyordu. Örneğin “bunu defalarca dillendirdim” dediği ancak benim manşetlerde görmediğim (kaçırmış olabilirim) şu cümle kanaatimce tarihsel nitelik taşıyordu: “Türkiye’de savaşmamızı gerektiren koşullar kalmadı.” Bu sözler HDP’ye sırf PKK ile bağları yüzünden “oy veremeyiz” diyen herkesin zihninde yer etmelidir.
“Türkiye’deki mücadelemizi siyaset üzerinden yürüteceğiz” sözleri de HDP’nin tüm risklere karşın neden parti olarak seçimlere girdiğine dair bir fikir veriyordu.
PKK YOL AYIRIMINDA
Neredeyse 40 yıldır faaliyet gösteren PKK yeniden bir yol kavşağında. Konjonktüre göre sürekli pozisyon değiştiren ancak tabanıyla ilişkilerini her zaman sıkı tutmayı başaran PKK belli ki hedeflerini büyütmüş. Sadece Türkiye’de değil, Suriye, Irak, İran, yani Kürtlerin yoğunluklu olarak bulunduğu tüm ülkelerde söz sahibi olmak iddiasında bir örgütten bahsediyoruz. IŞİD’e karşı yürüttüğü başarılı mücadele bölgesel dengeleri değiştirdi. Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı ABD ile PKK/ YPG fiilî müttefik durumundalar. ABD’nin Irak Kürdistanı’nın başkenti Erbil’de kurduğu askerî komutanlık merkezinde ortak Kobane operasyonları başladığından beri bir YPG temsilcisi bulunuyor.
ABD’nin Türkiye’ye rağmen sürdürdüğü bu işbirliği Ankara’yı hesaplarını yeniden yapmaya zorladı. Süleyman Şah Türbesi’nin boşaltılıp taşınması, medyaya yansıyan haberlere göre İncirlik üssünün ABD’nin bomba yüklü İnsansız Hava Araçlarına (İHA) açılması ve iktidarın Musul’u IŞİD’den arındırma operasyonunda yer alacağını açıklaması bu rota değişikliğinin son birkaç örneği.
Ve geçen hafta benim de konuşmacı olarak katıldığım Süleymaniye kentindeki Amerikan Üniversitesi’nin üç yıldır düzenlediği Ortadoğu konferansında eski CIA Direktörü David Petraeus, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones, PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, Irak’ın Sünni Başbakan Yardımcısı Osama Nuceyfi ile Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun aynı sırada oturuyor olması değişen dengelerin adeta bir fotoğrafıydı.
PKK – İRAN ÇATLAĞI
Bayık ve Altun ile yaptığım sohbetin en ilginç bölümleri PKK’nin kendisini bu değişen dinamiklerin neresine koyduğuyla alakalıydı. Bunları anlamadan Türkiye’deki barış sürecine dair sağlıklı öngörülerde bulunmak mümkün değil.
Bu bağlamda verilen en önemli mesajlardan biri ise, PKK’nın İran’ın Irak ve Suriye’deki gittikçe artan etkisinden duyulan derin kaygılardı. Ocak sonunda Suriye’nin Hasseke bölgesinde YPG ve PKK güçlerine saldırı düzenleyen İran Ordusu ve Lübnan’dan gelen Hizbullah güçleri basında hak ettiği yeri almamıştı.
Akabinde 22 Şubat’ta İran savaş uçakları Kandil’de bulunan PKK’nin İran kolu diye bilinen PJAK mevzilerini bombalamıştı. Oysa İran ile PJAK [amberin] arasında 2011’den beri ateşkes vardı.
“Hasseke’deki çatışmalar 15 gün boyunca sürdü, sonunda karşılıklı ateş kes ilan ettik,” diyen KCK Dış İlişkiler Sorumlusu Rıza Altun (alttaki fotoğrafta) İran ile yaşanan gerginliğin sebeplerini şöyle özetliyor:
“İran , Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarından son derece rahatsız. Sıranın İranlı Kürtlere geleceğinin farkındalar. Kobane İran Kürtlerini daha da hareketlendirdi. İran’dan Kobane’ye büyük bir akış oldu. İranlı Kürt gençleri seferber oldular. İran adım adım Suriye’deki yönetimi ‘Şiileştiriyor’. Irak’taki gücü zaten belli. Eğer Musul operasyonu Tikrit’e olduğu gibi İranlı güçlerin öncülüğünde yapılırsa, bu oradaki Sünni halkta çok büyük tepki doğurur. Musul’un Sünnilerden alınması anlamına gelir. Musul Sünnilik açısından çok önemli sembolik değer taşıyor. IŞİD gider bu kez yeni bir örgütlenme doğar. Bu kaçınılmaz. Amerika’nın da bunları çok iyi görmesi gerekir.”
Musul’un Türkiye ile İran arasındaki rekabetin odağı hâline geldiğini belirten Bayık ise, PKK ve YPG’nin olası bir Musul operasyonunda yer alabileceklerini yineliyor. Bu da Türkiye’nin bir şekilde dâhil olacağı operasyonda Süleyman Şah Türbesi’nin tahliyesinde olduğu gibi TSK ile PKK aynı saflarda yer alacak manasını taşımıyor mu? Bu konuda yorum yok.
Geçmişte PKK’nın İran’dan silah ve lojistik destek aldığına dair iddiaları reddeden Altun önümüzde üç kritik soru olduğunu öne sürüyor. 1. İran IŞİD’e karşı mücadelede ön safları tutmaya devam edecek mi? 2. Koalisyon güçleri bu mücadeleyi havadan vuruşlardan ileri götürecek mi? 3. Bölgesel güçler arasında bir mutabakata varılır mı? Veya bölge tam teşekküllü bir Şii-Sünni savaşına doğru mu savrulur?
BARIŞ SÜRECİNİN NERESİNDEYİZ
Önceden belirttiğimiz gibi Cemil Bayık “silahlı mücadeleyi gerektiren” bir durumun bulunmadığının altını çizdi. Yani Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’unda dediği gibi Kandil açısından da silahlı mücadele miadını doldurdu. Ancak Bayık’a göre, “Bu, silahları bırakacağımız anlamını taşımıyor. Türkiye’ye yönelik silahlı mücadelemizi sonlandıracağımız anlamına geliyor.” Çünkü Ortadoğu’daki kaos koşullarında silahsızlanmak mümkün değil. Peki, KCK kongre toplayıp böyle bir açıklamada bulunacak mı? Bayık bir dizi koşullar yerine getirilirse “evet” diyor. Ve koşulları şöyle sıralıyor:
1. İç güvenlik paketinin geçirilen ilk maddeleri dâhil (“zira esas itiraz ettiğimiz faşizan maddeler bunlar” diyor Bayık) tümüyle geri çekilmesi ve iptal edilmesi. 2. Yeni “kalekol”, askerî yol, ve bölgede PKK’nın dağlarda geçiş yollarını kesen hidrolik barajlarının yapımının durdurulması. 3. Ankara’nın Rojava’daki Kürtlere karşı tavrının değişmesi. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en son “Kuzey Suriye’yi kabul etmeyiz” tarzı açıklamalara son vermesi. Rojava’yla barışçıl siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirmesi. 4. Abdullah Öcalan ile Kandil arasında direk irtibat sağlanması. Bire bir konuşma imkânının yaratılması. 5. “Önemli bulduğumuz” 10 maddelik çerçeve anlaşmasının içini dolduracak biçimde müzakerelerin resmen başlaması. 6. Müzakereleri izleyecek bağımsız bir komitenin kurulması. “Bütün bunlar sağlanırsa zaten beyan ettiğimiz niyeti (Türkiye’ye yönelik silahlı mücadeleyi kastediyor) karara dönüştürebiliriz.”
Bu taleplerin hiçbiri yeni değil. Defalarca açıklanmıştı. Ve 7 Haziran seçimlerinden önce tümüyle karşılanması zor görünüyor. Dillendirmeseler de PKK bunun farkında. Kartların 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarına göre yeniden karılacağı ortada.
Bayık’tan edindiğim izlenim PKK’nın mevcut ateşkesin sürmesini istediği. Dolayısıyla seçim öncesi herhangi bir provokasyon yaşanırsa bunun Kandil kaynaklı olabileceğini düşünmüyorum. Bu arada Bayık’ın Kandil ve İmralı arasında bir çatlak olduğu yönündeki iddiaları yalanlarcasına “Bu süreci Önder Apo geliştirdi” demesi, Kandil’in Öcalan’a duyduğu “tam ve mutlak güvenin” altını sürekli çizmesi, önemli bir detaydı. Yakasında Öcalan rozeti vardı.
HDP BARAJI GEÇECEK Mİ?
“Türkiye’deki tüm demokratik güçler Erdoğan diktatörlüğünü engellemek için HDP’ye oy verecek, HDP barajı rahat rahat geçecek” iddiasında bulunan Bayık Erdoğan’ın çizdiği “Türk tipi” başkanlık sistemine karşı olduklarını savundu. Erdoğan ile İmralı arasında “gizli anlaşmanın” söz konusu olmadığını söyledi
“Laikliğin, demokrasinin, özgürlüğün ve kadınların tek garantisi bizleriz,” şeklinde sözlerini sürdüren Bayık HDP’nin barajı geçmediği takdirde nelerin olabileceği konusunda Selahattin Demirtaş gibi konuştu: HDP meclis dışı muhalefet yapmaya devam edecek. Türkiye’yi erken seçimlere zorlayacak.
“Bunlar risk değil mi, parti olarak girmenin zamanı mıydı” şeklindeki sorularımızı Bayık şöyle yanıtladı: “30 milletvekiliyle yetinmek zorunda mıyız. HDP çok daha geniş bir kitleyi temsil ediyor. Bu saatten sonra bağımsız adaylarla girmek gayri meşru baraja meşruiyet atfetmek olur. Hem siyasette risk almadan hiçbir şey elde edemezsiniz.” Bayık’ın bu özgüvenli açıklamalarına karşın edindiğim kanaat, Kandil de HDP’nin barajı geçememe ihtimali olduğunun farkında. Bu durumda ise planlarının ne olduğuna dair yeterince net bilgi edinemedim. Ama şundan eminim; detaylı bir strateji çoktan geliştirilmiştir.
Taraf
haber3