Prof.Dr. Fahrettin ALTUN ile Röportaj
Altun: “Cumhurbaşkanımız dünyaya güçlü lider diplomasisi dersi veriyor”
Altun: “Cumhurbaşkanımız dünyaya güçlü lider diplomasisi dersi veriyor”
İletişim Başkanı Fahrettin Altun, siyasi liderliğin kamu diplomasisinde etkisine ilişkin “hızlı sonuç alma ve mesajımızı en doğru şekilde iletme noktasında Cumhurbaşkanımızın diplomasi faaliyetleri en başarılı kamu diplomasisi olarak ortaya çıkıyor.” ifadesini kullandı.
Altun, Türkiye’nin kamu diplomasisi faaliyetlerine ve İletişim Başkanlığının bu kapsamda üslendiği görevlere ilişkin Sabah gazetesinin sorularını yanıtladı.
İletişim Başkanlığı yeni bir kurum. Kurulalı henüz iki yıl olmadı. Kurumunuz nasıl bir misyonu üstleniyor?
Sayın Cumhurbaşkanımızın çerçevesini çizdiği üzere, Türkiye markasını güçlendirmek için devlet ve millet arasındaki iletişimi daha sağlıklı bir hale getirmek, medya sektörüne kamu adına katkıda bulunmak ve devletimizin kurumsal kimliğini ve kurumları arasındaki söylem birliğini tesis etmek için yola çıktık. Bunun yanı sıra İletişim Başkanlığı’nın, Türkiye’ye yönelik haksız ithamlar ve kara propagandaya yönelik çalışmalar yapmak gibi bir rolü var. Bu amaçları yerine getirebilmek için kamu ve özel sektörümüzün birikiminden istifade ederek süreçlerin koordinasyonunu sağlamaya çalışıyoruz. Odak noktamızı, günlük krizler, sorunlar, gelişmeler ile kısa, orta ve uzun vadeli stratejik iletişim faaliyetleri ve son olarak da stratejik aktivitelere yatırım olarak belirledik.
İletişim Başkanlığı 2018 yılından önce yoktu. Kurum hangi ihtiyaçtan doğdu?
Türkiye’nin siyasi bir iddiası var. Ülkemiz, 2002 yılından itibaren bu yana değerlendirdiğimizde güçlü bir bölgesel aktör oldu. Bunun yanı sıra küresel bir aktör olma yolunda hızla ilerliyor. Türkiye’nin büyüme seyrinden rahatsız olanların ülkemizi durdurmak için harcadıkları gayret ve buna uygun olarak yürüttükleri kara propaganda, bu büyümeyle orantılı bir şekilde arttı. Sonuç olarak böyle bir ihtiyaç ortaya çıktı.
Türkiye’nin artık bu propaganda yöntemlerine seyirci kalmayacağını söyleyebilir miyiz?
Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye’nin uzun bir süredir dış aktörler tarafından ne yazık ki hakkının yendiğini, hakkı olan imkanların elinden alındığını düşünüyor ve halkın ona verdiği gücü, desteği de milletin gasp edilmiş haklarını geri almak için kullanıyor. Bu nedenle Türkiye’nin tarihsel rolüne de uygun olarak bölgesindeki gelişmelere seyirci değil, müdahil
oluyor. Cumhurbaşkanımız bir taraftan Türkiye’nin bölgesel gücünü tahkim etmek, onu daha güçlü hale getirmek için uğraşırken, bir taraftan da bölgeden gelecek tehditlerin önünü kesmek için gayret sarf ediyor. Ülkesinin lehine attığı her adım da bir kara propaganda zincirini beraberinde getiriyor.
Bütün bu kara propagandanın kökeninde Türkiye’nin özgür ve bağımsız bir dış politika üretmesi mi yatıyor?
Cumhurbaşkanımızın yürüttüğü politikalara baktığımızda iki alanda bağımsızlaşma çabası içerisinde olduğunu görüyoruz. Ekonomi ve dış politikada uzun yıllar ne yazık ki bağımlılık politikasına mahkum edildi Türkiye. Cumhurbaşkanımızın siyasetine bakarsanız, bu bağımlılıkla mücadeleyi temel aldığını görürsünüz. Bu açıdan da her zaman özgür ve bağımsız dış politika, özgür ve bağımsız ekonomi politikası yürütmesi gerektiğini düşünür.
Türkiye’ye yönelik saldırılarda her zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dışarıda ve içeride Cumhurbaşkanımızın önüne Türkiye’yi bağımlı kılacak reçeteler koydular. Hiçbirini kabul etmedi. Partisindeki aktörlere ve tüm mesai arkadaşlarının önüne bir hedef koydu. Dış politika ve ekonomide tam bağımsız bir aktör olmak için çaba sarf etti. Artık Türkiye, dış telkinlerin izinden gitmeden dış politikada her alanda kendi doğrularını her platformda haykırabiliyor. Biz bu bağımsızlık yolunda ülke olarak çok büyük mücadele veriyoruz. Şehitlerimiz, gazilerimiz oldu. Milletimiz, iradesini korumaya çalıştığı için bedeller ödedi, ekonomik ve siyasi tüm saldırılara karşı sabırla bu mücadeleye omuz verdi. Sayın Cumhurbaşkanımız da bağımsızlaşma politikalarını yürüten lider olarak tüm bu süreçlerde büyük bedeller ödedi. Gezi olaylarında, ekonomik saldırılarda, 17/25 Aralık yargı darbesinde ve son olarak 15 Temmuz ihanetinde milletiyle birlikte Sayın Cumhurbaşkanımız ve ailesi hedef alındı.
İletişim Başkanlığının görev alanları ve çalışmaları katılımcı demokrasinin sağlıklı işlemesine ve devletin kurumsal diline, kurumlar arası koordinasyonuna nasıl bir katkı sağlıyor?
Küresel alanda baktığımızda iletişim süreçleri artık siyasetin merkezinde. Demokratik siyasette kamuoyu, merkezdedir. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi de demokrasinin bir gereğidir. Bu konu Cumhurbaşkanımızın çok önemsediği bir mesele. Cumhurbaşkanımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde katılımcı demokrasiyi ortaya koyan Beyaz Masa pratiğini ortaya koydu. Daha sonra Bimer ve CİMER kuruldu. Bunlar toplumun taleplerini, sorunlarını ve önerilerini doğrudan hükümete aktaran mekanizmalardı. Bu
mekanizmaların çok daha güçlü bir şekilde ilerlemesi halkla ilişkiler fonksiyonunun çok daha güçlü bir şekilde kamuda yer bulabilmesi için böyle bir yapı ortaya çıktı. Tüm bunlar İletişim Başkanlığının kuruluşunda etkili oldu.
Medya ile iletişimde nasıl ilerliyorsunuz?
Medya sektörü ile de önemli bir ilişkimiz var. Dünyanın her yerinde kitle iletişim araçları hükümetler tarafından belirli kurallar, kaideler ve hukuk çerçevesinde düzenlenen alanlardır. Ayrıca medya sektörü kamudan enformasyon anlamında, lojistik anlamda yararlanır. Biz de hem medya alanının hukuk çerçevesinde hareket etmesini, demokratik siyasete ve katılımcı demokrasiye katkı sunmasını yani gerçek anlamda dördüncü kuvvet olmasını tesis etmek için hem de kamu adına medya sektörüne katkı sunmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Devlette söylem birliğine çok vurgu yapıyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Asıl önemli unsurlardan biri de devletin söylem birliğinin tesis edilmesiydi. Eğer devlet içerisinde bir mesele ile ilgili farklı aktörler farklı söylemler ortaya koyuyorsa bu, dışarıya kötü bir mesaj verir. Bu sadece bir kaos görüntüsü değil, dışarıdan yapılan müdahalelere devleti açık hale getirir. Biz bunun önüne geçmeye de çalışıyoruz. Bununla birlikte 2002’den bu yana gerçekleştirdiğimiz tarihi sıçramayı, pozitif hikayemizi, büyüme hikayemizi bütün dünyaya anlatmak da Cumhurbaşkanımızın talimatıyla kurulmuş İletişim Başkanlığının görevlerinin başında geliyor.
Devlet içinde bu koordinasyonun sağlanması zor bir süreç. Mesafe alabildiniz mi?
Her şeyden önce bir koordinasyon ihtiyacımızın olduğu düşünüldüğü için böyle bir yapı kuruldu. Bütün kurum ve kuruluşlarımızda bu yapıya ilişkin olarak çok ciddi bir benimseme çok ciddi bir olumlu hava ortaya çıktı. Biz bu anlamda tüm bakanlıklarımızla, başkanlıklarımızla ve ilgili diğer tüm kurum ve kuruluşlarımızla çalışırken hep şununla karşılaştık. İyi ki Cumhurbaşkanımız böyle bir yapının kurulmasına ön ayak oldu deniyor. Çünkü genel çerçevede baktığınızda herkes işine odaklanmış durumda, bir yandan iş üretiyorsunuz, bir yandan dışarıdan meydan okumalar var onunla mücadele ediyorsunuz, bir yandan da ürettiğiniz işi kamuoyuna anlatmanız, halktan gelen talep ve öneriler ile çalışmalarınızı şekillendirmeniz gerekiyor. İşte bu noktada İletişim Başkanlığı’nın varlığı devreye giriyor. Çok ciddi bir destekle karşılaştık ve bu desteği çok önemsiyoruz.
Türkiye yurtdışında kendini anlatma noktasında büyük sıçrama gerçekleştirdi. İletişim Başkanı olarak bu konuda hak ettiğimiz yerde olduğumuzu düşünüyor musunuz?
Bu anlamda çok büyük mesafe aldık ama almamız gereken daha mesafe var. Çünkü Türkiye çok büyük bir ülke ve bizim de bu anlamda hedeflerimiz çok büyük. Türkiye’ye yönelik olan kara propaganda neredeyse yedi düvelin yürüttüğü ve inşa etmeye çalıştığı bir süreç. Bu, Türkiye’ye yönelik kuşatma ve yıpratma savaşının bir unsuru. Biz sürekli ve güçlü bir şekilde mücadele etmek zorundayız. Bir yandan izliyoruz, bir yandan tasnif ediyoruz, hedef belirliyoruz ve bu hedeflere kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Her geçen gün kapasitemiz artıyor. Türkiye’nin itibarına yakışır bir imaj oluşturmak için gayret sarf ediyoruz. İçeride milletimizin devletine güven duyması, dışarıda ise Türkiye’nin itibarının hak ettiği yere ulaşması için mücadele ediyoruz. Temel fonksiyonumuzu böyle görüyoruz.
Peki Türkiye’yi nasıl anlatıyorsunuz?
Bunun için ne gerekiyorsa yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Medyanın konvansiyonel unsurlarını kullanıyoruz, film üretiyoruz, kitap yayınlıyoruz, farklı dillerde makaleler yayınlıyoruz. Dünyanın birçok yerinde kültür, sanat çalışmaları yapıyor, sergiler açıyor, sığınmacıların tasarımlarıyla moda gösterileri düzenliyoruz. Gazete söyleşileri, dijital unsurlar ve sosyal medyanın bütün imkanlarını kullanarak dünya kamuoyuna ulaşmaya çalışıyoruz. Bununla birlikte yüz yüze iletişimi de elbette ihmal etmiyoruz. Ülkemizin terörle mücadelesini en doğru şekilde anlatmak için geleneksel ve yenilikçi her iletişim metodunu kullanmaya çalışıyoruz. 15 Temmuz direnişimizin toplumsal belleğimizde hak ettiği yerde kalabilmesi için tüm ülkede ve yurtdışında çalışmaları koordine ediyoruz. Dünyanın en fazla sığınmacı ağırlayan ülkesi olarak bu konuyu tüm uluslararası saygın kuruluşların gündemine alıyoruz. Türkiye’nin insani yardım politikasında hak ettiği saygıyı görmesi için dünya kamuoyunu bilgilendiriyoruz. Ülkemizin önüne mütemadiyen getirilen 1915 olaylarıyla ilgili Türkiye karşıtı anlatıya dönük çalışmalar yapıyoruz. Yurtdışı değişim programları ile kamu diplomasisini etkin bir şekilde kullanmaya çalışıyoruz. Cemal Kaşıkçı cinayeti gibi uluslararası krizlerden ülkemizi korumak için refleks oluşturuyor, Barış Pınarı Harekâtı gibi milli çıkarlarımızı korumak için giriştiğimiz tüm harekâtları dünya basınının adil şekilde işlemesi için gerekli doğru enformasyonu ve teknik alt yapıyı sağlıyoruz. Türkiye’deki azınlıklar ile birçok çalışmalar gerçekleştiriyor, milli birliğimizin tesisi için uygulanabilir her projeyi destekliyoruz. Parlamenter diplomasi çalışmalarına destek veriyoruz. Sporda şiddetsiz iletişimden gündelik hayatımızın ve dış politika unsurlarının tümüne varıncaya kadar Sayın Cumhurbaşkanımızın vizyonuyla ülkemizin hak ettiği konuma erişmesi için üretmeye çalışıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanı, Libya zirvesinde de gördüğümüz gibi kritik toplantılarda katılımcılara konu hakkında Türkiye’nin bakışını anlatan kitap hediye ediyor. Bu kitaplar amacına ulaşıyor mu?
Sayın Cumhurbaşkanımız en üst düzeyde devlet başkanı olarak bu kitapları “bizim konu hakkında perspektifimiz budur” diyerek muhatabına sunuyor. Peki, bu bize ne sağlıyor? Bizim kırmızıçizgimiz bunlardır diyerek karşı tarafa deklare ediyoruz. Kendi tezimizi doğru kavramlarla anlatıyoruz. Bunu benimsemeleri gerekmiyor. Ama biz Suriye ve Libya’daki politikamızın, beklentilerimizin doğru anlaşılmasını istiyoruz. Birilerinin propagandasının Türkiye’nin tezi gibi sunulmasını istemiyoruz. Dahası, dersini çalışmış, bütün boyutları ile meseleye vakıf bir aktör olarak videolarla ve kitaplarla muhatapların karşısına çıkıyoruz. Bu çok önemli bir unsur.
Konuşmalarınızda sıklıkla lider diplomasi kavramını kullanıyorsunuz. Tam olarak neyi kastediyorsunuz? Nasıl işliyor bu lider diplomasisi?
Kamu diplomasisinde en önemli husus nedir derseniz Cumhurbaşkanımızın diplomasi faaliyetleridir derim. Bunun canlı bir şahidi olarak söylüyorum. Hızlı sonuç alma ve mesajımızı en doğru şekilde iletme noktasında Cumhurbaşkanımızın diplomasi faaliyetleri en başarılı kamu diplomasisi olarak ortaya çıkıyor. Bu bir lider diplomasisidir. Eğer Sayın Trump ile birlikte yürüttüğü bu lider diplomasisi olmasaydı Türkiye bugün çok başka konuları tartışıyor olabilirdi. Keza Sayın Putin ile de benzer bir lider diplomasisinin sonuçları ortadadır. Cumhurbaşkanımız dünyaya adeta lider diplomasisi dersi veriyor. İsmini vermeyeyim dünyanın önemli liderlerinden biri. Cumhurbaşkanımıza şunu söyledi: Sizinle çok hızlı yol alıyoruz. Söz verdiniz ve sizinle birçok proje bitirdik. Bazı Avrupalı liderlerle aynı meseleyi konuşmaya devam ediyoruz. Güçlü siyasi liderlik bu demektir.
Güçlü siyasi liderlik kamu diplomasisinde ne kadar önemli? Avrupa’da durum nasıl mesela?
Özellikle Avrupa’da bir lider krizi var. Karar alıcı mekanizmalarda bu krizi görüyoruz. Güçlü liderin anlamını biz Türkiye’de gördük ve görüyoruz. Sürecin içinde yaşarken bu imkânın farkında olamayabiliyoruz bazen. Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir lidere sahip olmasaydı 2010 yılında başlayan bölgemizdeki türbülans bizi içine çekerdi. Bütün bu fırtınalara rağmen, gelişmeleri Türkiye’nin lehine çevirebildiysek bu, Cumhurbaşkanımızın liderliği sayesinde olmuştur. Barış Pınarı Harekâtı’nın emrini işte bu güçlü liderlik vermiştir. Bütün dünyanın karşı olduğu ama Cumhurbaşkanımızın “eğer ben bu emri vermezsem toprak vermek zorunda kalırım” yaklaşımıyla hareket ettiği ve sonucunda o terör koridorunu tarumar
ettiği bir adım atılabilmiştir. Güçlü siyasi lider, milletinin aleyhine olanı gören ve bunu değiştirmek için kim ne derse desin çekinmeden adım atabilen liderdir. Örneğin Cumhurbaşkanımız 17/25 Aralık sürecinde FETÖ ihanetini sabırla anlatmış olmasaydı 15 Temmuz’da Türkiye bu kadar büyük bir reaksiyon vermeyebilirdi. Liderlik bu demektir.
Katıldığınız toplantılarda bu güçlü liderliğin pozitif etkisini görüyor musunuz?
Benim Cumhurbaşkanımızdan öğrenmeye çalıştığım şey şu. Her ne olursa olsun, ülkemizin aleyhine olacak bir durumda asla taviz verilmez, bedeli ne olursa olsun o pozisyonda kalınır. O pozisyonda kalma noktasında kararlı olursanız karşı tarafın da bir süre sonra o pozisyona geldiğini görüyorsunuz.
Sayın Cumhurbaşkanı ile seyahat eden gazetecilerin yaptığı ilk yorum “beyefendinin hızına yetişemedik, enerjisini nereden alıyor” şeklinde olur. Siz birlikte çalışırken bu özelliğine şahit oldunuz mu?
Kendisi ile yakın çalışan biri olarak şunu net ifade edebilirim. Cumhurbaşkanımızın tek takviyesi ve gıdası, adanmışlığı ve imanıdır. Sonuç alan liderliği, bir sonraki adıma odaklanmasını da beraberinde getiriyor. Çok yakıcı sorunlarla uğraşıyor. Ülkemize yapılan saldırılarla mücadele ederken fırsat alanlarını da kaçırmamak için büyük gayret sarf ediyor. Öte taraftan temas etmekten, birlikte olmaktan büyük mutluluk duyduğu bir halkı var. Cumhurbaşkanımız bir yerden geçerken vatandaşlarla sohbet edip selamlaşması onun için adeta bir takviye gıda oluyor. Sürekli koşan ve koşturan bir lider var karşımızda. Hiç başka bir tılsım aramaya gerek yok. Bu adanmışlık ve imandan başka bir şey değildir.