3 Mayıs tarihini ben öteden beri Türk günü, Türkçüler veya Turancılar günü olarak bilirim.
İnternet’ten sorguladım, 3 Mayıslarla ilgili, Turancılık davasıyla ilgili, fazla bilgi ve belgeye rastlayamadım.
Silindi mi, sildirildi mi bilemem ama daha önceleri sayısız makaleler, bilgiler vardı
Türk milletinin vücudunda bit-pire gibi, sırtında akrep gibi dolaşarak geçinenler, bu gibi olayları doğal olarak umursamazlar. Kendilerini Türk hissetmeyenlerden de 3 Mayıs’a ilgi duymaları beklenemez.
Peki, her ağzını açtıklarında milliyetçiliği slogan yapmışlar ne yapıyor dersiniz. Sorsanız gazetelere beyanat verdik, toplantılar yaptık, kahvaltılarda yağ bal yedik falan derler herhalde.
Şimdiki milliyetçi görüntülülerin, ağabeyleri sayılan nesiller, Türk Dünyası bayraklarıyla 10 binleri toplayıp şenlikler yaparlardı.
Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar ve Reha Oğuz Türkkan gibi önemli fikir adamlarının, Turancı fikirleri savunmaları sonucu, 3 Mayıs 1944 tarihinde haklarında ‘Turancılık’ davası açılmış, bu dava süresinde yurt genelinde ve öncelikle Ankara’da yapılan miting ve gösteriler, ülke genelinde ses getirmiş. Daha sonra 3 Mayıs 1945 de Tophane Askerî hapishanesinde Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar ve Reha Oğuz Türkkan, başta olmak üzere 10 mahkûm tarafından Türkçülük günü olarak kutlanmış ve takip eden yıllarda kutlanmaya devam edilmiş.
Şimdilerde bağımsız devletler haline gelen Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan Türkler, Sovyetler Birliği dönemlerinde baskılara maruz kaldığından, Anadolu’da yaşayan yeni Cumhuriyetin mensubu Türklerin Türk kardeşlerinin sıkıntılarını dile getirmeleri, Türk birliği veya Türk yurtçuluğu anlamına gelen ‘TURANCILIK’ idealleri, başta Ruslar olmak üzere, Anadolu’daki Sosyalist rejim taraftarlarını rahatsız etmiş. Başta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olmak üzere, o yıllardaki dengelerin bozulmasını istemeyenlerin baskıları, Türk Yurtçuluğunu veya Türk birliğini savunan fikir adamlarının, yazarların haklarında dava açılıp yargılanmalarına vesile olmuş.
Batılılaşma yönünde bir adım olarak görülen ve de Rusya bloğu tehdidinden kurtulma çaresi olarak 1948 de Türkiye NATO ya müracaat etmiş. 1949 da yeni Avrupa ülkelerinin katılımıyla büyüyen NATO ittifakına Türkiye’nin kurucu üye olarak kabul edilmeyişi, hayal kırıklığı yaratsa da Türkiye NATO ısrarında devam etmiş.
Anlaşılan küresel bir güçten sıyrılmaya çalışırken, batılı küresel güçlerin uyguladıkları planların içinde yer alıvermişiz. Dönemin iktidarı CHP hükümetinden sonra, 1950 de seçimleri kazanan DP, aynı doğrultuda hareket ederek, NATO nun ve ABD nin talebi üzerine Kore’ye asker de yollamış.
Demek ki dünya, Türklerin en iyi ihraç ürününün, askerleri olduğunu, öteden beri biliyor.
‘aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz’ sözünü söyleyen hangi atamızsa, yıllardır işine baktıklarımızın bir kısmının Türk kelimesine alerji duyduklarını ibretle izliyoruz.
Batılıların ve küresel sermayelerin borazanı olanları da sayarsak, Türk olmak, Türklüğü savunmak, Türklerin yaşadığı coğrafyaları savunmak gittikçe zorlaşıyor.
Türklüğün savunulması, doğudaki bazılarının, güneydeki bazılarının işine gelmiyor.
Eh, batılıların da işine gelmediğine göre, Türk olmak zor.
Hoşça kalın Türkçe kalın.
Cengiz Savaşeri