Güven Toplumunun İnşasında Fertlerin Rolü Şiddetin Anatomisi
Güven İnşası ve Çözüm Yolları
Toplumunun Şiddetin Anatomisi
ve Çözüm Yolları
GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
YAZARLAR:
DR. ÖĞR. ÜYESİ SALİHA OKUR GÜMRÜKÇÜOĞLU
PROF. DR. ALİYE MAVİLİ
PROF. DR. AHMET GÖKCEN
DOÇ. DR. M. EMİN ALŞAHİN
DR. ÖĞR. ÜYESİ KERİM ÇAKIR
PROF. DR. İSMAİL HAKKI ÜNAL
DOÇ. DR. NECMİ KARSLI
EDİTÖRLER:
DR. ÖĞR. ÜYESİ SALİHA OKUR GÜMRÜKÇÜOĞLU
ARZU ARIKAN
YAPIM VE BASKI ÖNCESİ HAZIRLIK
ABE MEDYA VE YAYINCILIK LTD. ŞTİ.
İLETİŞİM
KADIN VE DEMOKRASİ DERNEĞİ
GENEL MERKEZ
Güven Toplumunun İnşasında Fertlerin Rolü
Güven, insana kendini güçlü hissettiren, sevgi ve merhamet duygularını açığa çıkaran en
temel duygudur. Güvensizlik hissi ise genellikle kişide korku ve öfke uyandıran, sosyal
ilişkilerde yanlış kararlar vermesine sebep olan psikolojik ve manevî bir durumdur. Kendini
güvensiz hisseden kişiler, bu duyguyla baş etmeye çalışırken, çoğu zaman sonradan pişman
olacakları fiillerde bulunabilirler.
Toplumda şiddetin yaygınlaşması da öncelikle güvensizlik duygusu ile açıklanabilir. Zira bu
duygu zamanla kişinin korku ve belirsizlik duyguları ile beslenir. Şiddetin yaygınlaşmasında
etkili olan bir diğer sebep ise değerlerden uzaklaşmaktır. Güven toplumunun sağladığı barış
ortamı ile insanlar kültürel değerleri öğrenir, benimser ve davranışlarına yansıtır. Güvensiz
bir toplumda ise kişilerin değerlerine sahip çıkması, erdemli davranışlar sergileyebilmesi
daha zordur, iyi olanı yapma ve kötü olandan uzak durma eğilimleri zayıf kalabilir.
İnsanları şiddete maruz kalmaktan korumak ve şiddet uygulayanların caydırıcı cezalar
almalarını ya da rehabilite olmalarını sağlamak, güven toplumunun oluşmasında son
derece etkindir. Muhatabı her kim olursa olsun, bir toplumda zorbalık, ayrımcılık ve haksız
uygulamalar devam ettiği sürece orada güven ve emniyetin hâkim olduğundan bahsetmek
ne yazık ki mümkün değildir.
Toplumsal araştırmalar şiddetten daha çok etkilenenlerin kadınlar ve çocuklar olduğunu
ortaya koyuyor. Ülkemizde ve dünyada da kadınların sadece kadın oldukları için belli
ayrımcılıklara maruz kaldıkları biliniyor. İnsan onuruna yakışmayan söz konusu durumların
yaşanma sebebi, zaman zaman kadınların zayıf yaradılışına indirgenebiliyor. Kadınlara,
taşıyabileceklerinin üzerinde sorumluluk yüklenmesi de ailede ve toplumsal düzeyde
dengelerin altüst olmasına sebep oluyor. Sonuç itibariyle bu durum hiç kimseyi mutlu
etmiyor. Çünkü gerçek mutluluk, toplumdaki herkesin ortak çabası ile yakalanabilen bir
duyguyu ifade eder.
Bilindiği üzere kadın, yaradılışı gereği erkekten farklı nitelikler arz eder. Bazı kültürlerde bu
farklılıklar birer avantaja dönüşürken, bazılarında dezavantaj sayılabilir. Toplumlar, sahip
oldukları anlayış ya da inançları doğrultusunda kadın ve erkekten belli rolleri üstlenmelerini
bekler. Hatta aynı inanca mensup farklı topluluklarda dahi, bu roller kültürün etkisiyle
değişebilir. Dolayısıyla kadın ve erkek tabiatında var olan farklılıkların aslında bir üstünlük
sebebi olmadığını söylemek mümkün.
Kadın ve erkeği, farklı alanlarda güçlü niteliklerle donatılmış iki insan olarak kabul etmek,
bu alanda bize önemli bir açılım sağlar. Nitekim cinsler arasındaki farklılıklar, onların bir
Güven Toplumunun İnşasında Fertlerin Rolü 7
araya gelmesini ve birbirleriyle tamamlanmalarını kolaylaştırır. Fakat toplumsal gerçeklikler
değerlendirildiğinde çoğunlukla kadınların ontolojik anlamda eksik ya da kusurlu sayıldıkları
da göz ardı etmememiz gereken bir yanılgıdır. Bu sebeple çoğu kültürde insan olarak
erkeklerin sahip olduğu pek çok haktan kadınların mahrum kalmaları normal karşılanır.
Özellikle “adalet mülkün temelidir” anlayışı ile şekillenen toplumlarda bu durumun ciddi bir
tezat oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Bizler KADEM olarak öncelikle cinsiyet adaletine dikkat çekmek istiyoruz. Cinsiyet adaleti
kavramı, kadın ve erkeğin ancak yaradılış özelliklerine uygun alanlarda sorumluluk
almalarını ifade eder. İnsanlara güçlerinin üzerinde bir yük teklif edilmesinin önüne geçmek
için vurguladığımız bu kavram, doğuştan gelen hakların da koruyucusudur. Böylelikle ne
kadının ne de erkeğin kendi tabiatları içinde yaşarken mutlu ve başarılı olmalarının önünde
toplum yapısından kaynaklanan bir engel kalmaması hedeflenir. Hem yaşadığımız coğrafya
hem de çalışma alanımızda edindiğimiz tecrübe bize şunu gösteriyor: Kadınların maruz
kaldığı haksızlıklar görmezden gelindikçe, ne yazık ki kadınlarla birlikte aileler ve toplum da
hiç istenmeyen sonuçlara sürükleniyor.
Meseleye daha yakından bakabilmek için kabul etmemiz gereken bir gerçekliği de hatırlayalım:
Toplum da insan gibi canlı bir organizmadır ve sürekli dönüşüm halindedir. Bu dönüşümler
bazen daha yavaş ve belirsiz, bazen daha hızlı olabilir. Toplumsal roller de bu dönüşümlerden
etkilenir. Hızlı dönüşüm yaşanan dönemlerde insanların yeni rollere adaptasyonunda bazı
zorlanmalar ortaya çıkabilir. Nitekim 19. yüzyıl itibariyle hayatın akışını belirleyen pek çok
unsur değişim gösterdi. Bu süreçte kadın ve erkeklerin de sorumluluk alanları genişledi.
Kadın ve erkek karşılıklı olarak birbirleri ile ilgili yeni beklentiler geliştirmeye başladı. Zaman
zaman bu beklentilerin muhataplarına aktarılması, kabul görmesi ya da karşılanması sancılı
süreçlere dönüştü. Örneğin evin dışında hayatın farklı alanlarında da var olmak isteyen
kadınlar, bu isteklerini ifade etmenin çeşitli yollarını buldular. Eğitim alarak ve çalışma
hayatına katılarak mesleklerini icra ederken, önceki kadınlardan daha fazla sorumluluk
üstlendiler. Bu durumla paralel olarak ailelerde çocuk bakımı ve yetişmesi sürecinde
babaların daha çok rol üstlenmesi de bir ihtiyaç haline geldi. Bu durum şüphesiz, çiftler
arasında karşılıklı anlayışın gelişmesini de gerekli kıldı. Ancak tarafların ihtiyaç duyduğu
anlayış ve gelişimi gösteremeyen ailelerde iletişimsizlik, tahammülsüzlük ve ne yazık ki
birbirinin hakkına riayet etmeme baş göstermiş oldu.
Genel itibariyle günümüzde kadınların bireysel tercihlerde bulunma imkânı genişliyor. Aslında
her insanın en doğal hakkı olan iradesini kullanmak ve gerçek bir fail olarak eylemlerine
karar vermek, kadınlar söz konusu olduğunda zaman zaman göz ardı edilebiliyor. Toplumsal
8 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
dengenin sağlanabilmesi adına, hayatın her alanında kadınların var olması ve söz haklarının
muhafaza edilmesinin çok belirleyici olduğuna inanıyoruz.
Biz çalışmalarımızda ayrıca kadın ve erkeği, hayatı imar etme noktasında ortak sorumluluk
almaya davet ediyoruz. Ancak bu şekilde adaletin sağlanabileceğine ve güvenli toplumlardan
bahsedilebileceğine inanıyoruz. Nitekim bu noktada Hz. Peygamber’in güvenli toplum ile
ilgili projeksiyonu bizim için oldukça ilham vericidir: “Gün gelecek bir kadın Hire’den Kâbe’ye
kadar hiç kimseden korku duymadan seyahat edebilecek.” [1] hadisinde Hz. Peygamber, güven
toplumunu kadınların emniyeti ile tasvir ediyor. Buradan medeni toplumlardaki güvenlik
meselesinin, yalnızca şahsi sorumlulukla değil, aynı zamanda toplumun emanet bilinciyle de
yakından ilgili olduğunu anlıyoruz. Emanet bilincinin de ancak saygı, hak ve hukuk, sözünde
durmak gibi değerlerle sağlanabileceğini unutmamak gerekiyor.
Güven toplumu oluşturmak, medeniyet inşasının temel dayanağıdır. Toplumsal çatışmaların
sona ermesi ile gerçekleştirilen bütün sözleşmeler, karşılıklı güven esasına dayanır. Taraflar,
artık kaba kuvvete başvurmayacakları ve sözleştikleri hususlar çerçevesinde hareket
edecekleri konusunda birbirlerine teminat verirler. Bu teminat ile hukukun üstünlüğünü
tanımış olurlar. Aynı zamanda yerleşik hayatı benimsemeye ve nitelikli kültürel ürünler
sunmaya başlarlar. İnsani değerlere katkıda bulunma ile devam eden bu süreç, köklü
medeniyetlerin oluşması için gerekli şartları da içinde barındırır.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ifadesi hepimiz için anlamlı bir vurgu içerir. Aslında bu ilişki
yalnızca insanın devlet organizasyonunu beslediği tek yönlü bir ilişki değil, etkileşimsel bir
döngüdür. İnsan, hayatı boyunca pek çok şeyin doğrudan ya da dolaylı olarak sebebidir.
Dolayısıyla yaşadıklarımızın kendi irademiz dışında gerçekleştiğini düşünmek hatalı bir
çıkarım olacaktır. Çünkü her birimiz önce kendi hayatımızda, sonra sorumlu olduğumuz
alanlarda iyiliği topluma yaymakla sorumluyuz.
Güven toplumunun inşası, o toplumu oluşturan insanların kendilik bilinçlerinin yerinde öz
saygılarının yüksek ve güvenilir kişiler olmasıyla doğrudan ilgilidir. Aynı zamanda güvenli
toplum hiç şüphesiz güvenilir insanların yetişmesine de önemli katkı sağlar. Bu anlamda kişi
ve toplum, birbirinden beslenen iki yapıdır. Dolayısıyla hem kişiler hem toplumsal kurumlar,
hayatı imar etme ve güvenilirliğin oluşması noktasında ortak bir sorumluluğu paylaşır.
Güven toplumu, insanlara huzur içinde yaşayabilecekleri bir ortam sunar. Geleneksel dönemde
bütün ilişkilerin yüz yüze yaşandığı topluluklar, günümüze nispeten güven toplumu olmaya
[1] Buhari, Menâkıb, 25.
Güven Toplumu Nasıl Yapılanır?
Güven Toplumunun İnşasında Fertlerin Rolü 9
daha yatkındır. Zira bu topluluklar daha ziyade küçük gruplardan oluşur ve böylelikle grup
üyelerinin birbirini yakından tanıması kolaylaşır. İnsanlar hem birbirlerine bağlılık duyar hem
de onları grup yapan ortak ilkelere aidiyet hisseder. Dolayısıyla birbirlerinden emin olmaları
daha kolaydır. Aralarına katılan yabancıları ya da grup ilkelerine aykırı davrananları fark
etmeleri de zor olmaz. Bu anlamda geleneksel dönemde var olan bir sosyal grubun, kendi
güvenliğini sağlamak adına birtakım mekanizmalara sahip olduğunu söylemek mümkündür.
Modern dönemde ise toplumlar farklı aidiyetleri olan kişileri bir araya getirdi. 19. yüzyıldan
itibaren dünya sahnesinde yaşanan savaşlar, değişen siyasi rejimler ve kitlesel göçlerle
birlikte nüfus yoğunluğu daha çok şehirlere taşındı. Ayrıca teknolojinin sağladığı iletişim ve
ulaşım imkânları da şehirlerin demografik yapısını ciddi düzeyde etkiledi.
Günümüzün modern şehrinde, inancı, kültürü, hayat görüşü birbirinden çok farklı insanlar bir arada
yaşıyor. Dolayısıyla sokağa çıkan her insan, yanından geçen birinden ne kadar emin olabileceğini
sorgulamak zorunda kalıyor. Bu sebeple sosyal mesafenin korunması önem arz ediyor.
Öte yandan değişen toplumsal şartlar, bir şehirde yaşayan yerli yabancı farkını da azaltıyor.
Bir muhite ait olmak gün geçtikçe zorlaşıyor. Bunun sonucu olarak insanların kültürel
anlamda kimlik edinmeleri muğlak bir sürece dönüşüyor. Aynı zamanda insanlar yaşadıkları
sosyal gruplara aidiyet hissetmekte, manevi ve kültürel değerlerini benimsemekte de güçlük
çekiyorlar. Bu süreci kendine yabancılaşma olarak tanımlamak mümkündür.
Dolayısıyla modern dönemde yaşamak, toplumsal hafızayı bulanıklaştıran bir etki
uyandırıyor. İnsanlar, mukim oldukları yerden ve aşina oldukları sosyal çevrelerden çoğu
zaman uzak kalıyor. Bu durum güven duygusunun oluşmasını zorlaştırdığı gibi, çok geniş
bir spektrumda iletişimsizliği de beraberinde getiriyor. Kendi benliğini ve değerlerini tanıyıp
içselleştiremeyen insanın, başkasına hitap etmesi ve onu anlayabilmesi gün geçtikçe daha
karmaşık bir hal alıyor. Bu noktadan sonra ilişkiler çoğunlukla sürdürebilirliğini kaybediyor.
Günümüzde toplumu güvensiz kılan temel sebepleri şu şekilde özetlemek mümkün: Kimlik
ve aidiyetlerin belirsizleşmesi ile oluşan iletişim güçlüğü ve değer kaybından kaynaklanan
suça yatkınlık. Taraflar arasında sağlıklı bir iletişim kurulamadığında, bazı insanlar için kaba
kuvvet ne yazık ki iletişimin yerini alıyor. Kendini doğru ifade edememenin bir sonucu olan
şiddet, zamanla bir kültüre dönüşerek, bir süre sonra sadece aile içinde kalmayıp, toplumun
diğer fertlerine ve farklı meslek gruplarına yönelerek toplumsallaşıyor. Özellikle kadına
yönelik şiddetin farklı dinamikleri olmakla birlikte, genel anlamıyla şiddet, erkeği, çocuğu,
genci, yaşlıyı, öğretmeni, doktoru vd. de içine alarak artıyor. Dolayısıyla bu sorunlara
çözüm bulmak şüphe yok ki bütüncül bir çabayı gerekli kılıyor. Eğitim müfredatlarından
medya içeriklerine, hukuk düzenlemelerinden sosyal politikalara kadar pek çok alanda
eşgüdümlü bir yönetim sistemi benimsenmesi şiddetin önüne geçilmesinde ciddi bir etki
uyandıracaktır.
Değer kaybına sebep olan başka bir etki de adalete duyulan inancın zedelenmesidir.
Toplumda maddi manevi her türlü hak ve sorumluluğun insanlar arasında adil paylaşıldığı
10 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
bir düzen oluşturmak esastır. Şüphe yok ki bu düzenin korunamadığı bütün durumlarda
anomali ve kaos çıkması kaçınılmaz hale gelir.
Adaletin tesis edilmesi, güvenli bir toplum oluşması sürecinde vazgeçilmez bir unsurdur. Bu
süreçte din, inananlar için bağlayıcı şartlar öne sürerek kişi ve toplulukların davranışlarına yön
verir. Böylelikle sosyal yapıyı hem inşa eder hem de korur. Benzer şekilde eğitim de kişilerin
sosyal grupla bütünleşme süreçlerini destekler. Eğitim ayrıca kültürel mirasın aktarımında
da etkindir. Siyasi ve iktisadi kurumlar, uyguladıkları pratiklerle gerek söz konusu mirasın
aktarımını sağlamayı gerekse kişileri belli ortak noktalarda birleştirir. Modern dönemde ise
kitle iletişim araçlarının sosyal alanda kişilerin düşünce ve davranışları üzerinde belirleyici
rol oynadığı söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz toplumun şekillenmesi üzerinde başat rollerden
biri de aileye aittir. Aile yapısı kuvvetli olan topluluklar, adil ve güvenli toplum olma halini
daha nitelikli şartlarda sürdürebilirler. Ayrıca istişare kültürünün canlı tutulması da şeffaf
bir işleyişi beraberinde getirerek toplumdaki güven ortamını kuvvetlendirecektir. Zira
kişiler, kolektif farkındalık ve aksiyon olmadan ne güvenli bir toplum inşa edebilir ne de var
olan güveni koruyabilirler. Güven toplumunun inşası ve sürdürülmesi için insani değerleri
muhafaza eden sağlam bir ahlaki arka plan ve güçlü bir irade hâkim olmalıdır.
Güven toplumunu oluşturmak ve korumak için belirlenen kurallar, öncelikle kötülüğü
engellemeyi hedefler. Hukuki düzenlemelerde, kamu vicdanının tatmin olması da önemlidir.
Zira suçlara karşılık uygulanan cezaların kültürel anlamda insanları teskin etmesi beklenir.
Aksi takdirde herkes kendi adaletini kendisi tesis etmek ister ki, bu da şüphesiz büyük bir
kaosa yol açar.
Güvenli toplum oluşturmanın gayesi insanların birlik halinde yaşamalarını sağlamaktır.
Çünkü toplumdaki birlik hali sosyal yapıyı güçlü kılar. Güçlü sosyal yapı içinde yaşayan
kişilerin kendilik bilinçleri de güçlü olur. Böylelikle diğer insanlarla doğru iletişim kurar ve
sağlam bağlar edinirler. Kendini rahatlıkla ifade eden ve özgüveni yüksek kişilerden oluşmuş
toplulukların yabancıları tehdit olarak algılama olasılığı da düşüktür. Daha ziyade onların
farklılıklarını tolere etme ve hoş görme eğiliminde olurlar hatta sevgiye dayalı ilişkiler
dahi kurabilirler. Çünkü sevgi bağının kurulması için öncelikle insanların kendini güvende
hissetmeleri gerekir.
Bu anlamda Hz. Peygamber’in öteki ile yaşama konusundaki tutumu tarihi bir örneklik
sunar. İnananlarla birlikte Mekke’den hicret eden ve Medine’yi vatan edinen Hz. Peygamber,
Medine’de Yahudilerle birlikte yaşayacakları hayatı düzenlemek adına bir sözleşme yapar.
Medine Vesikası olarak bilinen bu sözleşmede, taraflar karşılıklı olarak can ve mal güvenliği,
din ve ibadet özgürlükleri gibi konularda birbirlerine teminat verirler. Bu metinde, farklı
kültürlerin bir arada yaşayabileceği bir düzen kurmak için her iki grup ortak sorumluluk
almaya davet edilmiştir. Böylelikle bu vesika, medeniyetlerin beşiği olan şehir hayatının
nasıl bir anlayış ile inşa edilmesi gerektiğine işaret etmiştir.
Osmanlı tarihine baktığımızda da öteki ile yaşama konusunda güzel örnekler görüyoruz.
Farklı milletleri tek bir imparatorluk çatısı altında toplayan ecdadımız, bütün tebâsı için
Güven Toplumunun İnşasında Fertlerin Rolü 11
yüzyıllarca adil ve huzurlu bir hayat sunmayı büyük ölçüde başarmıştır. Öyle ki bu topraklar,
bütün Avrupa’da dışlanan Yahudilerin de Endülüs’ten çıkarılan Müslümanların da sığınağı
olmuştur. Son yıllarda ülkemiz benzer şekilde merhamet kanadıyla Suriyeli, Afganlı, Doğu
Türkistanlı, Iraklı mültecilerin güvenliğini sağlamaya çalışmaktadır. Hangi inanca ve millete
mensup olduğuna bakmaksızın insanın diğer insanlara gösterdiği saygı, özen ve ihtimam,
muhakkak ki kendi değerini ortaya koyan önemli bir göstergedir.
Kültürel mirasımız, hem inancımız hem de geleneğimizden gelen örneklerle son derece
zengin bir hazine olarak bize ulaşıyor. Güven toplumunu inşa etmek, özellikle her birimizin
güvenilir insanlar olmayı başarabilmesinde yatıyor. Başka bir ifadeyle bize tanıklık eden
herkesin, söz ve davranışlarımızdan dolayı herhangi bir sıkıntıya düşmeyeceğinden emin
olması gerekiyor.
Biz de KADEM olarak inandığımız değerlerin gereği olarak harekete geçtik. Güven toplumunun
oluşmasının önündeki en büyük engellerden biri olan şiddet konusunu odağımıza aldık.
Şiddeti açığa çıkaran sebepleri, şiddet türlerini ve şiddetin önlenmesine yönelik çözüm
önerilerini bu kitapçıkta bir araya getirdik. Kadınların haklarına kavuşması adına çalışmalar
yürüten bir sivil toplum kuruluşu olarak toplumda cinsiyet adaletinin sağlanması, temel
hedeflerimiz arasında yer alıyor. Bu sebeple “herkese ve her türlü şiddete karşı” duruşumuzu
bu çalışma vesilesiyle yeniden hatırlatmak isterim.
Bu çalışmaya emeği geçen kıymetli hocalarımız, Prof. Dr. Aliye Mavili, Prof. Dr. Ahmet Gökcen,
Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal, Doç. Dr. M. Emin Alşahin, Dr. Öğr. Üyesi Kerim Çakır ve Doç. Dr.
Necmi Karslı’ya şükranlarımı sunarım. Ayrıca çalışmayı yürüten ve editörlüğünü birlikte
üstlendiğimiz KADEM Eğitim Direktörü Arzu Arıkan’a da teşekkürü bir borç bilirim.
Çalışmamızın içimizdeki adalet ve merhameti uyandırması temennisiyle.
DR. ÖĞR. ÜYESİ SALİHA OKUR GÜMRÜKÇÜOĞLU
12 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Şiddetin Psikolojik
ve Sosyal Boyutları
PROF. DR. ALİYE MAVİLİ
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü
Güven Toplumunun İnşasında Fertlerin Rolü 13
14 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Başlarken
Şiddetin Psikolojik ve Sosyal Boyutları
PROF. DR. ALİYE MAVİLİ
Bu bölümde kadına yönelik şiddetin psikolojik ve sosyolojik boyutları tanımlanmaya;
şiddetin psiko-sosyal boyutları, konuya ilişkin kuramsal çerçeve ve müdahaleler, sonuç
ve çözüm önerileri bütünleştirilerek ele alınmaya çalışılacaktır.
Sözlerime Rousseau’nun “güçlünün uyguladığı şiddet ve zayıfın uğradığı zulüm” deyişiyle
başlamak istiyorum. Şiddet, bir güçler dengesizliğidir. 18. yüzyıl düşünürü olarak tarihî
dönemleri ilkel, soygun ve eşitlik sistemi kavramsallaştırması yapmıştır. Eşitlik döneminde
insanlar arasında güç farkları olmayacağı için şiddetin de ortadan kalkacağını vurgulamıştır.
Kanımca bu özlemi sadece bir ideal olarak kalmıştır. Global kültürün demokrasi ideali
sürdüğü halde savaşları başlatanlar arasında demokratik ülkeler de vardır. Bu çalışmanın
temel odağı kadına yönelik şiddet, aile ve birlikte yaşadığı eş çerçevesinde sınırlandırılmış,
diğer şiddet unsurları daha genel değerlendirilmiştir.
Öncelikle belirtmek isterim ki kadına yönelik şiddet, kadın-erkek eşitliğinin ve temel insan
haklarının önündeki en büyük engellerden ve tüm dünya ülkelerindeki yaygın sorunlardan
biridir. İster savaşta isterse barış zamanlarında, özel ve kamu iş sektöründe, ister aile
içinde ister sokakta, hangi ortamdan kaynaklanırsa kaynaklansın kabul edilemez.
Bu alanda CEDAW Protokolü, İstanbul Sözleşmesi, Lizbon Protokolü gibi pek çok uluslararası
sözleşmelerde konuya verilen önem ve yapılması gerekenler, ne denli ayrıntılı ele alınmış olsa
da kadınlara yönelik şiddet ölümcül ve görünür özelliği ile devam etmektedir. Uluslararası
sözleşmeler ve toplantılar, ülke devletlerine kadına yönelik şiddeti önleme, konuya yönelik
yasal düzenleme ve denetlemelerle kurumsal hizmet ve politika geliştirme sorumluluğu
vermiştir. Ancak bu alanda dünya ülkelerinin hemen hemen tamamında kadına yönelik
şiddet devam etmektedir. Bölgemizde ve dünyanın birçok bölgesinde devam eden savaşları
göz önüne aldığımızda en çok mağdur olanların kadınlar ve çocuklar olduğu görülmektedir.
Ülkelerin yasal sistemleri (anayasa, medeni kanun ve ceza kanunlarımız) kadına yönelik
şiddete ilişkin pek çok düzenleme yapsa da şiddeti ortadan kaldırmak mümkün olmamıştır.
Dünyanın bütün ülkelerinde adam öldürme, suç olarak kabul edilmiş; bu suçu işleyenlerin
ağır cezalarla karşılaşmaları bile suçun işlenmesini durdurmakta yetersiz kalmıştır.
Dünyada İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin üzerinden üç yüzyılı aşkın süre geçmiştir,
ancak bir başkasının yaşam hakkını yok sayan eylemler, çok gelişmiş refah toplumları
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 15
1. Bölüm
tarafından demokrasi adına yapılabilmektedir. Kendisi gibi olmayanı dışlama, ötekileştirme,
kontrolünden çıkanı yok etme, yok sayma bir demokrasi sorunsalı olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Kadınların ve kız çocuklarının güçsüz konumuna, hak mağduriyetlerine, eğitim, istihdam,
meslekî kariyer ve yönetsel konumlarına ilişkin gereken düzenlemelerin yapılması
ülkelerin sosyal politika öncelikleri arasında olmalıdır.
Bilindiği gibi 19. yüzyıl toplumsal kültürünün en önemli kavramlarından birisi güç,
egemenlik ve iktidardır. Bu bağlamda gücü elinde bulunduranın iktidara hâkimiyeti söz
konusudur. 21. yüzyılın ortalarına geldiğimizde bu ne kadar değişti bilinmez ancak 20.
yüzyıl felsefesinde haklar (bireysel, toplumsal, siyasal), adalet ve demokrasi bilincinin
gelişmesi, vatandaşlık veyahut yurttaşlık bilincini de geliştirmiştir.
Vatandaşların kendi farklılıklarını ve benzerliklerini tanımlamaları, diğerlerine hoşgörülü
olmanın gerekliliğini ortaya koymuştur. Elbette ki bu bir yaşam becerisidir. Kültürel
çeşitlilik ayrıştırıcı değil zenginleştirici etki olarak değerlendirildiğinde ötekileştirme
de azalmaktadır. Sorumluluktan arınmış bir bireysellik kaotik bir bencillik getirmektedir
(Mavili 2014).
Bu noktada ilk sosyal ortam olan aile içinde sevgi ile büyüyen, değer yargıları ile gelişen
çocuğun farklı davranış ve özelliklerinin kabul edildiği sağlıklı aile yapısına sahip olması
demokrasi kültürünün yerleşmesinde etkilidir. Yurt dışında kadına yönelik şiddet ile
1.1. Şiddetin Ulusal, Toplumsal ve Kişisel Boyutları
1.1.1. Demokrasi, Farklılıklara Saygı Kültürü ve Şiddet
16 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
ilgilenmeye başladığım zamanlarda (Kanada, ABD) kadın ve erkek arasındaki hak eşitsizliği
ile güç dengesizliklerinin toplumsal iletişime de yansıyan hak ihlalleri doğurduğunu fark
etmiştim. Farklılıklara saygı kültürünün oluşmasının, demokrasi ve uzlaşı kültürünü ahlakî
olarak da içselleştirmenin ne denli önemli olduğu bilinmektedir. Geçmiş dönemlerimizde
bu kültürün değerli örneklerine de sahip olduğumuzu ifade etmek gerekmektedir (Mevlânâ,
Yûnus Emre, Hacı Bektâş-ı Velî vb.).
Globalleşme sürecinde toplumların vatandaşlık erdemleri ve etiğine ilişkin pek çok
tezatlıklar içinde olduğunu da izlemekteyiz. Kendi yurttaşlarının haklarını korurken,
kaynak ve güç arayışlarının ortaya çıkardığı savaşlarda ölen kadın ve çocuklara ilişkin
şiddet hangi demokrasi ahlakı içindedir ki bu en temel insan hakkı sorunudur.
Hepimizin inandığı ve savunduğu demokrasi kültürü, sosyal refahın sağlanması için
gereklidir. Toplumun bütün fertlerinin kendilerinin gerçekleştirebileceğine inancı ve
güveninin olması toplumsal adaletin tesisiyle mümkündür. Böylesi bir kültür bilinci ve
yaşam becerisi, dünyanın tamamına yerleşirse bu alanda yaşanan hegomonik ilişkiler ve
güç dengesizliklerinden kaynaklanan şiddet ortadan kalkabilir. Bu noktada Polat (2016,
aktaran: Çadır, 2018, s.120) güç ilişkilerindeki adaletsizliklerden kaynaklanan türleri şu
başlıklar altında özetlemektedir:
1- Kadına Yönelik Şiddet
2- Çocuğa Yönelik Şiddet
3- Yaşlıya Yönelik Şiddet
4- Akranlar Arası Şiddet
5- Kardeşler Arası Şiddet
6- Flört Şiddeti
7- Engelliye Yönelik Şiddet
8- LGBT Şiddeti
9- Mülteci Şiddeti
10- Kişinin Kendine Yönelik Şiddeti
Daha önce de vurguladığımız gibi Dünya Sağlık Örgütü (2016) raporunda vurgulandığı
üzere en yaygın şiddet türü, kadına yönelik şiddet olarak kabul edilmektedir. Son 10 yılda
şiddetin daha görünür hale gelmesinde medyadaki haberlerin etkisi büyüktür. Ancak bu
durumu bir duyarlılık ve şiddete hayır desteğini arttırma çabası olarak değerlendirmekten
yanayım. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019 verilerinde ülkemizdeki kadın şiddetinin Hollanda
Belçika vb. gelişmiş ülkelerle aynı sırada (sondan beşinci) olması yeterli değildir.
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 17
Tablodan da görüldüğü gibi Japonya ve İngiltere’de milyonda 2 olan ölümcül şiddet
oranı, toplumsal demokrasi kültürel ahlak ve güç ilişkileri arasındaki bağlantıyı ortaya
koymaktadır. Ülkemiz bu sıralamada Hollanda, Almanya, Norveç ve İspanya ile birlikte 5.
sırada yer almaktadır.
EGM tarafından açıklanan verilere göre 2016, 2017 ve 2018 yıllarında Türkiye’de işlenen
kadın cinayetlerinin toplamı 932’dir. EGM tarafından 2019 yılında yapılan son dökümde
2016, 2017 ve 2018 yıllarındaki kadın cinayetlerinin %14,5’inin İstanbul, %6’sının Ankara,
%5,5’inin İzmir, %4,6’sının da Antalya’da işlendiği açıklanmıştır. Büyük iller en fazla
cinayet işlenen yerleşim alanlarıdır. Uluslararası standarttaki Türkiye ortalaması 1
milyonda kişi başına 3,8’dir. Ancak bu ortalamalarda en yüksek oranlar şu illere aittir:
Iğdır (10,3), Edirne (8,2), Bayburt, Denizli, Nevşehir, Sinop (7,9), Kilis (7,3), Yozgat (7,1),
Guatemala
Tablo – Dünyada Kadın Cinayetleri
Brezilya
Kolombiya
Meksika
Rusya
Güney Afrika
Panama, Moldova
Letonya
Kazakistan
Küba
ABD
Kırgızistan, Ukrayna
Litvanya, Uruguay
Ekvador
Estonya
Arjantin
Şili, Macaristan
Sırbistan, Kore
Belçika, Avustralya, Romanya, Nikaragua, Tayland
İsrail, Ermenistan, Hırvatistan
Finlandiya, Avusturya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti
Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç, İspanya, Türkiye
İsviçre, Yunanistan, İran, Gürcistan
Danimarka, İtalya, Polonya
Japonya, İngiltere
10 20 30 40 50 60 70 80
18 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Kars (6,9), Gaziantep (6,7). Daha sonraki bölümlerde vurgulanacağı gibi bölgenin kültürel
değerleri namus ve töre cinayetleri, kan davası, göç, mültecilerle yaşanan çatışma ve
kavgaların sonucuna bağlanabilir. Cinayet işleyenlerin eğitim düzeyine bakıldığında
da lisans mezunu faillerin azınlıkta olduğu (%5,5), %50’ye yakınının ilkokul, %22’sinin
ortaokul, %19’unun da lise mezunu olduğu görülmektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe
ötekine yönelik ölümcül şiddette azalma olduğu görülmektedir. Faillerin medeni durumu
açısından da %63,7’sinin evli, %14,2’sinin boşanmış olduğu dikkati çekmektedir. Bekâr ve dul
olanlar %20 civarındadır. Cinayetler %7,7 oranında ekonomik motifle işlenmiştir. Faillerin
maktule yakınlık derecesi de ilginçtir. Cinayetlerin %63,5’i eş ya da partner tarafından,
%32’si de akraba tarafından işlenmiştir (Taştan, Küçüker, Yıldız, 2019). Ülkemizdeki kadın
cinayetlerinin dünya sıralamasındaki sondan 5’inciliğini olumlu olarak değerlendirmek
istemiyorum. Çünkü şiddetin her türlüsünde sıfır anlayışını benimsememizin bir toplumsal
kültür ve demokrasi problemi olduğuna inanmaktayım. Bazen en büyük destek ve güven
kaynağı olan aile bazı durumlarda can alan, zarar veren olabilmektedir. Özellikle ekonomik
açıdan güçsüz, kaynak yetersizliği olan bölge ve toplumlarda şiddet en çok kadını ve
çocuğu yaralamaktadır. Aile dışında gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken, aile
içinde gerçekleşen şiddet ise sıklıkla gizli kalmakta ve çoğu kez de normalleştirilmektedir.
Töre ve namus adına uygulanan şiddet ve işlenen cinayetler, kökünü geleneklerden
almaktadır. Bunların kontrol altına alınabilmesi için çok köklü zihniyet değişikliklerine
ihtiyaç duyulmaktadır.
Ülkemizdeki kadınların siyasal ve ekonomik yaşama katılım sağladıkları alan ve oranlar
aşağıdaki gibidir:
— Siyasal katılım (parlamentoda bulunan kadın sayısı)
— Yönetici pozisyondaki kadın yüzdesi
— Meslek ve teknik iş gücü içerisindeki kadın iş gücü oranı
— Toplam kazanılmış gelir içerisinde kadına düşen pay
Bu verilere göre yani toplumsal cinsiyete dayalı kalkınma indeksine göre ülkemiz 177
ülke arasında 70’inci sıradadır. 2002 verilerine göre kadınların %14,6’sı okuma yazma
bilmemektedir. Türkiye’de 2002’de %4,18 (24), 2007’de %9,1 (50), 2011’de %14,1 (78)
kadın milletvekili oranı vardır. Bu oran ile ülkemiz 43 ülke arasında 2002’de sondan
birincidir. Sonraki yıllarda bu oran artsa da hâlâ sıralamada sonlara yakınız. Meclisinde
en fazla kadın bulunduran Ruanda ve Küba’dan sonra, İzlanda, Norveç, Ekvador, Arjantin,
Almanya, Avusturya, Granada, Zimbabve, Cezayir (% 31), Tunus (%28), Irak (%25) gibi
ülkeler oranlarıyla bizim Meclis’imizin kadın milletvekillerinden fazladır (Çaha ve Ark,
2016). 2018’de hükümet temelinde iki bakanıyla (2019 verilerinde) alt sıralardadır (38);
2014 yerel seçimlerinde 3234 belediye başkanından sadece 25’i kadındır; son seçimlerde
1.1.2. Toplumsal ve Siyasal Yaşamda Kadın
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 19
bu oranın 55’e yükseldiğini görmekteyiz ama istenen düzeyde bir büyüme olmamıştır.
Yerel yönetimler de temsil oranı %0,77’dir. Ülkemizde kadınlar arasındaki işsizlik oranı çok
yüksektir. İlköğretimde okullaşma erkeklerde %93 iken kadınlarda %85’tir. Dünya Sağlık
Örgütü 2013 Şiddet Raporu’nun bazı verilerinden de söz etmek isterim.
— Dünya kadın nüfusunun %35’i eşi, partneri veya birlikte yaşadığı kişinin fiziksel veya
cinsel saldırı ve şiddetine maruz kalmaktadır. Bazı ülke araştırmaları kadınların %70’i
yaşamları boyunca fiziksel veya cinsel şiddet gördüğüne ilişkin veriler sunmaktadır.
— Dünyadaki kadın cinayetlerinin %38’i kadınların birlikte yaşadığı eşi veya partneri
tarafından işlenmektedir.
— Bu durum kadınlarda birçok sağlık sorununa yol açmaktadır. Kürtaj, düşük, bebek
ağırlığı kaybı vb.
Bu arada dünyada 700 milyondan fazla kadın 18 yaşın altında evlenmeye zorlanmaktadır.
250 milyon kız çocuğu (15 yaş altı) çocuk yaşında evlenmeye zorlanmaktadır. Ülkemizde
ilk evliliğini 15 yaş altında yapanların oranı %9,6, 16- 18 yaş arasında yapanların oranı %
33,8’dir (Çaha ve Ark, 2016). Ailenin yoksulluğunun artması erken yaştaki evlilikleri 2,5
kat arttırmaktadır (BM çocuklara yardım fonu, 2013). Bu konuda ülkenin refah düzeyinin
yükselmesinin çocuk evliliklerin önüne geçen bir unsur olduğu düşünülmektedir.
AB ülkelerindeki duruma bakıldığında (AB Temel Haklar Ajansı, 2014) aşağıdaki
değerlendirmeleri yapılmıştır (28 Avrupa ülkesindeki 42.000 kadınla görüşülmüştür.
Aktaran: Çadır, 2018).
—Her üç kadından birisi, 15 yaşından itibaren fiziksel veya cinsel saldırıya uğramaktadır.
Son 12 ayda ise bu oran %8’dir.
—Kadınların yaygın bir şekilde istismara uğradığını, ancak bunların çok azının kayıtlara
geçtiğini görmekteyiz. Aile içi vakalarda %14, diğer şiddet vakalarında %13 oranında
kayıt altına alınmıştır.
—Şiddet gördüğü ilişkiyi bitiren kadınların hâlâ risk altında olduğu,
—Her beş kadından ikisinin (%43) şimdiki veya eski eşi, arkadaşı tarafından psikolojik
şiddet gördüğü,
—15 yaşından itibaren kadınların %18’inin ısrarlı takip mağduru olduğu,
—Kadınların yaklaşık %12’sinin 15 yaşına kadar yetişkin bir kişinin cinsel istismarına
maruz kaldığı,
—Eşi veya arkadaşının şiddetine uğrayanların %42’sinin hamilelik döneminde de
şiddet gördüğü dikkat çekmektedir.
Birleşmiş Milletlerin kadına karşı şiddeti önleme çalışmalarının bütünleşmiş ve kapsamlı
içeriği altı ana başlıkta özetlenebilir:
1.1.3. Kadına Yönelik Şiddet Karşıtı Kurumsal ve Yasal Düzenlemelere İlişkin
Değerlendirmeler, Kimi Önlemler ve Farkındalıklar
20 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
1. Kadına karşı şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılması için gereken yasal ve
politikdüzenleme
2. Veri toplama ve araştırma yapma
3. Farkındalığın arttırılması, iletişim ve olumlu uygulamaların yaygınlaştırılması
4. Ulusal düzeyde koordineli eylemler oluşturulması
5. Kaynak temini sağlanması
6. Uluslararası düzeyde kaynak oluşturulması
Bu ana başlıklarda çerçevelenen eylemlerin bütün ülkeler tarafından sosyal politika
haline dönüştürülmesi kolay değildir. Toplumda yoksulluğun azaltılması, ekonomik
gelişme sağlanması, kadın eğitimi ve istihdamı gibi eşitlikçi politikalara yönelmesi
hükümetlerin öncelikli görevleri arasındadır. Ülkelerin ortaklaşa imza attıkları bütün
protokollerde şiddetin kadın ve toplum gelişiminin önündeki en temel engellerden biri
olduğu belirtilmektedir. Bu çerçevede;
– Yoksulluğun ortadan kaldırılması,
– Eğitim olanaklarından kadın ve erkeğin eşit olarak yararlanması,
– Çocuk sağlığının korunması ve bebek ölümlerinin durdurulması,
– Anne ölümlerinin ortadan kaldırılması,
– HIV’in etkilediği kadın ve çocukların korunması,
– Bütün bu alanlardaki gelişimin devamı sağlanmalıdır.
Öncelikle her alandaki şiddetin kaldırılması ve yok edilmesinin ciddi bir politik iradeyi
gerektirdiği açıktır. Konuyla ilgili politik iradede yasaların çıkarılması, ulusal eylem
planlarının oluşturulması, uygun ve yeterli hizmet kurumlarının (sığınma evi, aile
danışma merkezi, şiddet önleme merkezi) kurulması zorunludur. Nitekim ülkemizde
Aile Bakanlığı’na bağlı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nün liderliğinde
yürütülen yasal düzenleme ve eylem planlarının kadınları güçlendiren önemli görevler
üstlendiğini biliyoruz. Medeni Kanun’da 2002 yılından sonra düzenlenen cinsiyet
eşitliği politikalarının toplumda kadının statüsüne güç katan boyutunu önemsiyoruz.
Ancak çok sık vurguladığım gibi cinsiyet eşitliğinin tarihsel ve kültürel olarak çok kolay
sağlanamayacağı gerçektir. Eşitlik, farklılıklarla bir arada yaşamayı kolaylaştıran olmazsa
olmazlardan birisi olsa da kadın erkek arasındaki ilişkiyi şiddetten arındırmada yeterli
olamamaktadır. Bu nedenle de dünyada şiddet bir güç dengesizliği olarak evrenselliğini
sürdürmeye devam etmektedir.
Sosyal refah devleti anlayışını benimseyen gelişmiş ülkelerde, şiddetle mücadele
çalışmaları toplumun bütün kesimlerinin destek ve iş birliği ile yürütülmektedir. Oysa
gelişmekte olan ülkelerde şiddet mağdurluğunun kanıtlanmak zorunda olması, kadının
o kültürdeki değeri ve toplumdaki statüsünü gözler önüne sermektedir. Nitekim 2019
yılında İçişleri Bakanlığı’nın uluslararası standarda sahip Kadın Cinayeti Raporu ilk defa
yayınlanmıştır. Bu verinin derinlikli incelemesinde 2016 yılındaki 234 kadın cinayetinin
50’sinde kadının daha önce şikâyetçi olduğu, 26 kadın için de koruma tedbirinin
alındığı görülmüştür. 6284 sayılı yasanın çıkarılmış olması şiddeti izleme ve takipte
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 21
yetersizliklerimize, koordinasyon ve iş birliği eksikliklerimize işaret etmektedir. Kanımca
cinsiyet eşitliği politikaları da yasal düzenlemeler de tek başına yeterli değildir.
Ülkemiz, 2005-2006 yıllarında hazırlanan 9. Kalkınma Planı’nda kadına yönelik şiddeti
öncelikli alanlarından birisi olarak benimsemiştir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler
Bakanlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve CEDAW kapsamındaki bütün
yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlama ve izleme sorumluluğunu üstlenen kamu
denetçiliği kurumunun kurulması önemli olmuştur. Ancak bu kurumun izleme ve denetim
faaliyetini etkin olarak yerine getirdiğini söylemek için henüz erken.
Kadınlara şiddetin suç sayılmasına ilişkin bazı düzenlemelerin daha adil ve demokratik
toplum oluşturmaya yönelik kazanımları şu şekilde özetlenebilir:
Öncelikle kadın mağduriyetine neden olan bazı suçlar, toplumsal normlara karşı işlenen
suçlar kapsamından çıkarılmış, kişilere karşı işlenen suçlar kapsamında ele alınmaya
başlanmıştır.
Kadın-kız biçimindeki ayrım kaldırılmıştır.
Cinsel suçlar, kişilere karşı işlenen suçlar kapsamında, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen
suçlar kapsamına alınmıştır. Cinsel suçun eşe karşı işlenmesi durumuna ceza getirilmiş,
ancak mağdurun şikâyetine tâbi tutulmuştur. Bu nedenle şikâyet çok kolay olmadığından
cezalandırmalar fazla değildir.
Cinsel saldırı yeniden tanımlanmış; vücuda organ ya da cisim sokulması gibi suçun niteliği
belirtilerek tanım genişletilmiştir.
İş yerinde cinsel taciz kavramı getirilmiş; hiyerarşik hizmet ilişkisinden kaynaklı gücü,
kötüye kullanıma ağır ceza ile yargılanma hükmü konmuştur.
Bu arada iş yerinde sürekli yıldırma, etiketleme ve iş yükünü arttırma şeklinde yapılan
ve mobbing olarak tanımlanan suçun sürekliliği ve tekrarı karşısında adli sürece
hak kazandıran hükümler de önemlidir. Çaha ve Ark (2016) tarafından kadınların iş
yerlerinde erkeklerle eşit muamele görme, ayrımcılığa maruz kalmalarına ilişkin yapılan
değerlendirmelerde; kadınların %47’si eşit muamele gördüğünü, ortalama %40’ı eşit
muamele görmediğini söylemektedir. %75’i ayrımcılık yapılmadığını, %15’i yapıldığını ifade
etmektedir, %10’u ise fikir beyan etmemiştir. Kadınların eğitim düzeyi ve iş hayatındaki
pozisyonları yükseldikçe erkeklerle aynı muameleyi görme oranları yükselmektedir.
Kamu ve özel sektör çalışanları arasında yapılan değerlendirmede kamu lehine bir durum
ortaya çıkmıştır. Ancak yönetici konumdakilerin oranlarına bakıldığında kamuda %52
erkek, %15 kadın, özel sektörde %36 kadın, %37erkek olduğu görülmektedir. Kadınların
özel sektörde üst düzey yöneticilik oranlarının da kamuda çalışan kadın oranlarına denk
düştüğünü düşünmekteyim. Türkiye’de kadın nüfusun ancak üçte birine yakın kısmı
istihdam edilebilmektedir.
22 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
İş yerinde cinsel istismara ilişkin kesin veriler yoktur; mobbing ile ilgili herhangi bir adli
vakaya da ulaşılamamıştır. Bu duruma ilişkin toplumsal duyarlılığımız da her geçen gün
gelişmektedir.
Cinsel suçlarla ilgili etkin pişmanlık halleri düzenlenmiş, ağır ceza ile yargılama
getirilmiştir. Evlenme ile ceza indirimi veya suçun silinmesi hükmü değiştirilmiş,
Kadının mağdur olduğu gebeliğe son verme işleminin hastane ortamında yapılabileceği
hükmü getirilmiştir.
Haksız tahrik maddesi düzenlenmiş, namus cinayetleri işleyen akraba ve eşlere ceza
indirimi kaldırılmış, benzer şekilde töre cinayetlerine ağır ceza yaptırımı getirilmiştir.
Cinsel suç işleyen sanığın mağduru öldürmesi durumunda ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası verilmektedir. Kasten yaralama suçu, eşe ve kardeşe karşı işlenmişse cezanın
ağırlaştırılması söz konusudur. Bu durum, toplumda görülen aile içi cezalandırma
mekanizmasının önüne geçilmesine, suçun şahsiliğini vurgulayarak demokrasi bilincinin
gelişmesine destek olmaktadır. Yine kişilerin hukukun sağladığı imkânlardan yoksun
bırakılması da suç kapsamında cezalandırılmaktadır.
Çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarında suçlunun hısım olması durumunda ceza
yarı oranda arttırılmaktadır. İnsanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında insanı biyolojik
deneylere tâbi tutma, cinsel saldırıda bulunma, zorla hamile bırakma, zorla fuhşa teşvik
etme ve insan ticareti suçlarına ağırlaştırılmış müebbet cezaları getirilmiştir.
Bu tür cinsel suçlar, töre cinayetleri, grup suçları ve ayrımcılığa yönelik suçlarda yeni
düzenlemeler yapılması toplumu linç kültüründen uzaklaştırmaktadır.
Son bölümde de vurgulanacağı gibi 1990’dan bu yana ülkemizde kadınlar lehine birçok
düzenleme yapılmıştır.
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 23
Dünyanın her yerinde yaşanan şiddet, insan hakları ihlali olarak değerlendirilmektedir.
Kadın ve çocuğa yönelik boyutu ise en yaygın olanıdır. Tüm insanlığın yaşadığı bu sorun
ataerkil kültür aracılığıyla geçmişten günümüze kadar taşınmış; toplumların ekonomik,
kültürel ve tarihsel özelliklerine göre farklılıklar göstermiştir.
Pek çok uluslararası sözleşmelerin, kadın hareketinin ivme kazanması, şiddete karşı
değerli ve önemli bir bilinç oluştursa dahi şiddet daha görünür hale gelmiştir. Ülkemizde
de pek çok yasal düzenlemeler yapılsa da, yasaların uygulamaya geçirilmesi kolay
gözükmemektedir.
Kişi için en güvenilir ortam olan aile, bazı durumlarda en tehlikeli ve her tür şiddetin
yaşandığı bir ortama dönüşmektedir (Mavili, 2014). ‘ŞİDDET’, bir güç kullanımı ve kötü
davranış olarak fiziksel veya fiziksel olmayan her tür huzur karşıtı davranışı içeren
eylemler olarak tanımlanabilir. Şiddet konuşulduğunda ilk aklımıza gelen fiziksel şiddet
olsa da ekonomik, psikolojik ve sözel boyutlarının daha yaygın kullanıldığı görülmektedir
(Ertürk, 2015).
Dünya Sağlık Örgütü, 2002 yılı tanımında şiddeti “Fiziksel güç ya da kuvvetin, amaçlı bir
şekilde, kendi kendine, başkasına, bir gruba ya da topluluğa fiziksel zarara ya da fiziksel
zararla sonuçlanma ihtimalini arttırmasına, psikolojik zarara, ölüme, gelişim sorunlarına
ya da yoksunluğa neden olacak şekilde tehdit edici biçimde ya da gerçekten kullanılması”
(2002, DSÖ Raporu) olarak tanımlamıştır.
Uluslararası İstanbul Konvansiyonu temel alınarak hazırlanmış olan 6284 sayılı Ailenin
Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi’ne dair kanunda ise şiddet, şu şekilde
tanımlanmaktadır:
“Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesi ile veya acı
çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri buna yönelik tehdit ve
baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren toplumsal kamusal veya özel
alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve
davranışıdır.”
Burada ‘fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik açıdan zarar görmesiyle sonuçlanması’
ifadesi muğlâk ve yoruma açık bir ifadedir (Gültekin, Şahin, 2015). Tanımda özgürlüğün
keyfî engellenmesinin içine nelerin girebileceği konusu belirsizlikler içermektedir. Kültürel
kodlar ve yetiştirme sistemi içindeki sınırlılıklar doğru anlaşılmalıdır (Mavili, 2014). Kadına
yönelik şiddet bir temel insan hakkı problemi olarak ölümle sonuçlandığında suçtur.
1.2. Kavram Olarak Şiddet
24 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Şiddetin sosyal ilişkilerimizin olağan bir parçası haline gelmesinde, günümüzdeki
toplumsal söylemin rolü büyüktür. Ancak bütün sorumluluğu, sisteme yüklemekten
imtina edilmelidir. İnsanın istediği takdirde, istediklerini elde edebilecek güçte olduğuna
dair inancın pompalanması, benmerkezci kültürün benimsenmesi oldukça tehlikelidir ve
diğerine karşı şiddet uygulamayı kolaylaştırmaktadır. Ölümcül şiddet kontrol edilemeyen,
bireyi kontrol eden bir saldırganlıktır. Herhangi bir kişilik bozukluğu olmadığında genellikle
bireylerin pişmanlık duyması söz konusudur. Öldürme isteği ve dürtüsü kendisinin yaşam
enerjisi tarafından da kışkırtılmaktadır. Yaşam ve ölüm dürtülerinin dengelenmesi, sağlıklı
ve uyumlu bireyselliğin özelliğidir. Arzula, al, savaş, kazan popüler kültürüyle yetişen
birey işler yolunda gitmediğinde; güçsüz, yeteneksiz, başarısız hissettiğinde, sınavda
başarısız olduğunda başarılı olanları veya kendisine kızanları rahatlıkla öldürebilir hale
gelebilmektedir. Kızılan anneyi, babayı, kardeşi, arkadaşı, benzer şekilde kendisine yar
olmayan sevgiliyi, boşanmak isteyen eşi öldürmek tercih olabilmektedir.
ŞİDDET’İ ‘ÖFKE’ duygusunun dışavurum problemi olarak ele aldığımızda duygunun değil;
ortaya çıkma, sergilenme biçiminin problem olduğunu görmekteyiz.
Tarhan (2013) öfke duygusuyla ilgili araştırma yapanların bu duyguyu tanımlarken
kısa süreli bir delilik olarak tanımladıklarını vurgulamıştır. Bu durumda aklın belli bir
süre devreden çıktığına tanık olabiliriz. Sağlıklı bir denge durumunda duygu, davranış
ve düşüncelerin birbiriyle uyumundan söz ederiz. Kontrolünü kaybetmiş bir akılda öfke
dışa vurumu, dürtüsel bir özellik taşır. Bireyin yüzünü kızartan öfke ve bireyin yüzünü
beyazlatan öfke sınıflaması yapan Tarhan, yüz kızartan öfkenin kızgın taraf için daha az
tehlikeli olduğuna değinir. Ancak yüz kızartan öfke, kazanılan saygınlığa zarar verebilir.
Yüz beyazlatan öfke ise, korkuyla karışık olduğundan kendisini savunmaya ittiği için hem
kişinin kendisine hem de muhatabına zarar verir. Öfkenin bastırılması ise depresyona
neden olabilir. Öfkenin çok uzun süreli içe atımlarında karşımıza çıkan depresyon
kadar, cinnet dediğimiz patlamalar da söz konusudur. Öfke anında beynin salgıladığı üç
kimyasalın damar sistemi ve bedendeki hasarları da çok büyüktür (Tarhan, 2013). Özellikle
adrenalin yükselmesi kan atım hızını arttırır. Boyun ve omuzlardaki kasılmalar salgılanan
kimyasal maddelerle ilgilidir. Uzun süren öfke savaş durumunda olma gibidir. Kana karışan
kolesterol ve şeker yağ asitlerini yükselterek yüksek tansiyon ve şeker hastalığına neden
olur. Öfkenin dışa vurum biçiminin beden ve ruh sağlığının düşmanı olduğu görülmektedir.
Erkeklerin öfkesini kadınlardan daha kolay dışa vurduğunu görmekteyiz. Sonuç odaklı
düşünme biçimi de onların öfkelerini kişiselleştirerek (sen ne salak bir kadınsın) ya da
dayak atarak (tekme tokat, demir, sopa ile) dışa vurmalarına neden olmaktadır. Sigara ve
alkol kullanımları da öfke dışa vurum problemidir. Sonuçta mağdur hem kendileri (sağlık)
hem de aileleri (çocuk ve kadınlar) olmaktadır.
Kadınların uzun süreli öfke içe atımlarında ise depresyon gösterme eğilimleri artmaktadır.
Nitekim dünyada ve ülkemizde depresyon eğilimi ve hastalığı kadınlarda daha yüksektir.
1.3. Şiddet ve Öfke Duygusu
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 25
Şiddete başvuran kişilerin çaresizlik ve güçsüzlüğünün onları bu davranışı döngüsel
olarak tekrarlamaya yönelttiği görülmektedir. Bu doğrultuda:
Birinci aşamada; şiddet uygulayan kişi, gerilim yaratır, kıskançlık gösterir, karşısındakinin
davranışlarını kontrol eder.
İkinci aşama; şiddet gösteren kişi kontrol edici davranışlarını arttırarak, basit ve önemsiz
şeylerden olay çıkartır; çatışma yaratır. Bu çatışmada hakaret, küfürlü konuşma, tehdit,
aşağılama ve dayak görülebilir.
Üçüncü aşama; şiddet sertleşir ve büyür, aynı anda uygulayan “Bu eteği giymeseydin
bunu yapmazdım, benimle böyle konuşmasaydın dayağı hak etmezdin” gibi bahaneler
hazırlar.
Dördüncü aşama; şiddet uygulayan kişi suçluluk duygusu içinde hemen gönül almaya
çalışır, daha makul ve mantıklı olmaya çalışan bir tutum sergilemeye başlar. Bu noktadan
itibaren yeniden gerilim yaratmaya gerekçe oluşturma dönemine girilirken, aynı davranış
döngüsel olarak devam eder.
Toplumsal açıdan en riskli ailelerin, sosyal ve ekonomik açıdan ötekileştirilmiş, dışlanmış,
etiketlenmiş gruplara mensup yapılar olduğu söylenebilir. Yapılmış ulusal ve uluslararası
çalışmalara dayalı olarak, iş hayatında erkek üstünlüğünü (istihdamın %70’ini erkek,
%30’unu kadınlar oluşturuyor, meslekî kariyeri yüksek ve yönetici statüdeki kadın oranları
çok düşük %17, %6), kamudaki kadın emeğinin, ataerkil ilişkiler içindeki konumunun
değersiz ve ucuz olduğunu görüyoruz. Kadına erkeğin işsiz kaldığı ya da ailenin kriz
dönemlerinde ihtiyaç duyulan bir emek gözüyle bakılması da problem alanlarındandır.
Çalışan kadının işi, çocuk ve yaşlı ana-babalara ilişkin sorumlulukları, ev işlerine ilişkin,
1.4. Şiddet Döngüsü
Kadınların süreç odaklı düşünme biçimleri onların empatik yanlarını güçlendirmekte,
duygularını kontrollü olarak dışa vurmaları uzun sürede depresyona girmelerini
önlemektedir.
Bu noktada şiddet davranışını Satir’in “Kişisel Buz Dağı” metaforuna göre (Mavili, 2014)
ilişkide yaşanan çaresizlik hissi neticesinde karşı tarafa duyulan öfke, kişiye şiddet
uygulama ile sonuçlanmaktadır. Ben’in ötekiyle iletişiminde (eş, çocuklar) pek çok çatışma
ve engeller olabilir. Temel güven duygusunun kazanılmasında etkili olan erken çocukluk
döneminde yaşanan olumsuz deneyimler, öfkeyi kontrol edememe ve şiddete yönelmeye
neden olabilmektedir. Nitekim Satir, kendine güven ve özdeğerde düşüklük yaşandığında
bireyin bu durumla baş etmek için; yatıştırıcılık, suçlayıcılık, mantıklılık, patavatsızlık ve
ilgisizlik gibi usullere yöneldiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede de suçlayıcı başa çıkma
tutumunun ötekine öfke olarak yönelmesi söz konusudur.
26 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
sorumlulukları bir aradadır (Özdemir, 2012, s.313). Toplumdaki kültürel kalıplar da kadının
öncelikli görevinin annelik ve evi olduğunu, bu alanlardaki sorumluluklarını yerine
getirmesi durumunda emek ve iş piyasasında yeri olduğunu vurgulamaktadır.
Kadının mağdur olduğu kamusal ve ev içi şiddetin her türü (ekonomik, fiziksel vb.) kadının
travmatik örselenmelerine, ruhsal ve fiziksel yaralanmalarına ya da intihar, namus ve
töre cinayetleri vb. neden olmaktadır (Akın, 2014, s.158). Kadının aileye, topluma, erkeğe,
aidiyetiyle bireysel bir kimlik olma mücadelesi kanımca bir demokrasi ve insan hakkı
sorunsalıdır.
Daha önceki çalışmalarımızda da vurguladığımız gibi erkeklerden farklı özelliklerinin
varoluşsal bir kendilik olarak görülmeyip, eşit olmayan hak ve muamelelerin içinde olması
(çalışma hayatının dışına itilişi vb.) şiddet ve iktidar sorunudur (Gökkaya, 2016, s.124).
Egemen olma ve denetleme ihtiyacının temel dayanağının, güçler dengesi içinde kadının
mağduriyetini devam ettirmek olarak düşünüyorum. Çünkü kadın eksik ve geride
kaldığında daha kolay idare edilebilmektedir. Bu yaklaşım çocuğunun karar ve seçimlerini
dinlemeden onun için en iyiyi seçen ideal ana baba yaklaşımına benzemektedir. “Küçükken
kontrolü kolaydı şimdi bizi hiç dinlemiyorlar” serzenişi özgür olan bir ergen ve yetişkinin
denetimden çıkmış yolculuğu karşısında ana babanın yaşadığı güç kaybına işaret ediyor.
Şiddet çok boyutlu bir durum ve olgu olarak hemen bütün toplumlarda var olduğuna göre,
şiddetin nedenseli ve kendi içindeki döngüsünden kısaca söz etmek faydalı olacaktır.
Şiddetin bireysel ve toplumsal nedenselliği birçok çalışmada vurgulanmaktadır (Sevil ve
Ark, 2015, s.565-628, aktaran: Gökkaya, 2017, s.124). Bu çerçevede şiddetin nedenlerini,
biyolojik, ekonomik, psikolojik, sosyal ve cinsel olmak üzere beş ana başlıkta toplamak
mümkündür.
Biyolojik Nedenler: Bireysel düzeyde genlerde var olduğu ve onu şiddete sürükleyen
hormonlar üzerinde durulmaktadır. Bu teorilerde saldırganlık hormonu fazlalığı,
kromozom fazlalığı gibi özellikleri olanların kendini kontrol sıkıntısı yaşadıkları için şiddet
uyguladıkları iddia edilmektedir.
Psikolojik Nedenler: Psikotik, antisosyal ve paranoid kişilik bozukluğu olanların
şiddet davranışı gösterme eğilimlerinin yüksek olduğu gerçeği vurgulanmaktadır.
Bilindiği gibi kişilik, algılama, iletişim ve ilişki kurma gibi bireyin sürekli özelliğini ifade
eder. Kişilik bozukluğu, ergenlik veya genç yetişkinlik döneminde ortaya çıkan, uzun
süreli, kişide kaygı ve strese sebep olup işlevselliklerinde bozulma ve kişiler arası
ilişkilerde problemlere yol açan yaygın bir rahatsızlık olarak ele alınmaktadır. Ergenlik
döneminde teşhis konan bu rahatsızlık ikili ilişkilerde, ailede önemli iletişim problemleri
oluşturmaktadır. Şiddetin tekrarı, tedavideki güçlüklere işaret etmektedir. Benzer şekilde
şizoid ve şizodipal, paranoid ve antisosyal kişilik bozuklukları olan kişiler de saldırganlık
eğilimi gösterebilirler. Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler, etrafındaki insanlara,
ya sömürücü ya da sömürülmeyi hak eden insanlar olarak bakarlar; süper ego gelişimi
olmadığı için etrafındaki insanlara (eş, çocuk, ana-baba) zarar verirler. Bu tür ağır
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 27
rahatsızlık içindeki bireylerin ömür boyu ilaç tedavisi altında olmaları, bilinçli bir denetim
ile izlenmeleri gerekir.
Ekonomik Nedenler: Ailenin ve bireyin geliri düştükçe şiddet olayları artma eğilimi
göstermektedir.
Nitekim kadın cinayeti işleyenler arasındaki eğitim ve gelir düzeyi düşüklüğü çarpıcı bir veridir.
Cinsel Nedenler: Eşlerden birinin cinsel hastalığı ya da cinsel uyumun sağlanamaması
şiddeti ortaya çıkarabilir.
Sosyal Nedenler: Hızlı kentleşme, parçalanmış aile, işsizlik, yoksulluk, göç, kültürel
farklılıklar, güven kaybı, yoksunluklar, korku gibi sosyal değişimler bireylerin yaşadıkları
değişim ve stres faktörleriyle baş edememelerine yol açmaktadır (Tel, 2002, aktaran:
Gökkaya, 2017). Kadının eşine, babasına bağımlı ve güçsüz yapısı, onun bu ortamda çaresiz
kalmasına yol açmaktadır.
Bu konudaki çaresizlik döngüsünü daha önceki bölümde ve diğer çalışmalarımızda ayrıntılı
olarak ele almıştık (Mavili, 2014).
Daha önce de vurgulandığı gibi şiddet, bir güç dengesizliği olarak güçlünün güçsüze yönelik
her türlü eylem ve davranışıdır. Çoğunlukla kadına, çocuğa, engelliye, yaşlıya yönelik
gerçekleşmektedir. Kadının erkeğe yönelik şiddeti yok denecek kadar azdır. Son yıllarda
kronik şiddet mağduru bir kadın eşini öldürmüş ve ağır tahrik gerekçesi ile cezası affedilmiştir.
Babalarından şiddet gören çocukların oranı annelerinden şiddet gören çocukların oranından
oldukça yüksektir.
Ana babanın çocuğuna uyguladığı şiddetin olumsuz etkileri şu şekildedir:
– Çocuğun aşırı çekingen, pasif, düşük özgüvenli olması
– Hırçın, agresif yapı
– Evden kaçma eğilimi
– Eşcinsel eğilimler
– Erken evlilik yapma riski
– Karşı cinsle güvenli ve sağlıklı ilişki kurmakta zorlanma
– Madde ve alkol kullanımına yönelme, bağımlı olma
– Aileyi reddeden tutumlar gösterme
– Çevreye zarar verme eğilimleri
Çocuklarımızın hak temelli bir ailede huzur içinde büyüme ve gelişimlerini sağlama
sorumluluğu önce ebeveynlerin, sonra toplum olarak hepimizindir. Bu çerçevede ebeveynlerin
1.5. Şiddetin Özne ve Nesneleri
28 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
olumlu rol model olmalarını destekleyen grup çalışmalarını önemsiyorum. Eylem odaklı
psikodrama gruplarında çocukları ile yaş özelliklerini dikkate alarak kaliteli zaman geçirme,
gelişim özellikleri hakkında bilgi edinme gibi imkânları olabiliyor. Etkin iletişim ve dinleme
becerileriyle karşılıksız ve koşulsuz sevmeyi öğrenmelerine destek olmanın son derece
değerli olduğunu düşünüyorum. Beceri ve uygulama ağırlıklı küçük grup çalışmalarının,
onların yaşam becerilerini ve huzurlarını arttıran, öfke kontrolünü sağlayan etkisinin büyük
olduğunu görmekteyim.
Şiddet, beş ana başlık altında ele alınabilir. Özellikle kadına yönelik şiddetin psikolojik,
fiziksel, cinsel ve ekonomik boyutlarını pek çok çalışmamızda vurgulamıştık (Mavili, 2018).
1.6. Şiddet Türleri
Tokat atmak, boğazını sıkmak, işkence yapmak, en ağır koşullarda yaşamaya zorlamaktır.
Ülkemiz açısından fiziksel şiddetin en ağırlarından olan töre cinayetleri, zorla evlendirmeye
kalkma, satılmak, hatta öldürülmek bu tür şiddetlerdendir.
Aşağılamak, bağırmak, küfür etmek, tehdit etmek, küçük düşürmek, küçük düşürücü
ifadelerde bulunmak, sosyal izolasyona zorlamak, kıskançlık bahanesiyle giyim
kuşamına karışmak, nereye nasıl gideceğine karar verip kişiyi eyleme zorlamak, gelişim
imkânlarından mahrum etmek psikolojik şiddettir. Bazı çalışmalarımızda psikolojik şiddetin
küfür ve aşağılama boyutunun sözel şiddet olarak alınması söz konusudur.
Cinsel şiddet evli bile olsa kadını istemediği biçimde ve zamanda cinsel ilişkiye zorlama,
cinsel organlara zarar verme, çocuk doğurma ya da doğurmamaya zorlama, fuhşa zorlama
sözlü veya sözlü olmayan davranışlarla istenmeyen cinselliğe yönelik zorlayıcı tutumlar
sergilemektir.
Kadına hiç para vermemek ya da kısıtlı para vermek, ailenin gelir ve gideri konusunda
bilgi vermemek, ortak geliri kadının onayı olmadan elinden almak (ki bunun içinde kadının
1.6.1. Fiziksel Şiddet
1.6.2. Psikolojik Şiddet
1.6.3. Cinsel Şiddet
1.6.4. Ekonomik Şiddet
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 29
En sık karşılaşılan şiddet türü olarak aşağılama, hakaret, küfür, kişinin bedeniyle alay
etme olarak ele alınmaktadır. Daha önceki çalışmalarımızda (Mavili, 2014) vurguladığımız
gibi sözel şiddeti psikolojik şiddet, içinde ele almak mümkündür.
Psikolojik şiddetin, sözel şiddetin en ağır türü olan korkutma ve tehdidin kişinin ego
gücünü zayıflattığı görülmektedir. Şiddetin fiziksel, ruhsal ve sosyal sağlığı bozarak
sağlığın bütün boyutlarını olumsuz etkilediğini düşündüğümüzde şiddet bir insan hakkı
ihlali olduğu kadar bir halk sağlığı sorunudur da (Akın, 2007).
Şiddetin erkekler tarafından kullanıldığını bilmek, bu dışa vurum biçiminin içgüdüsel
olmadığını düşündürmektedir. Şiddetin insanın psikolojik ve fizyolojik özelliği ile
açıklanamayacak boyutu vardır. Şiddetin egemenlik ilişkilerinde benimsenen hiyerarşik
ataerkil yapının sürdürülmesinden kaynaklı özelliği, çok boyutlu ve sistematik incelemeyi
ve irdelemeyi gerektirmektedir.
1.6.5. Sözel Şiddet
geliri de dâhildir), zorla çalıştırmak, aileyi ilgilendiren konularda tek başına karar almak
olarak tanımlayabiliriz.
30 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
2. Bölüm
Bilindiği gibi aile bireyin içinde doğup büyüdüğü, en yakın, en uzun süreli, en kalıcı ilişkilerin
yaşandığı en küçük toplumsallaşma araçlarından birisidir (Mavili, 2014). Eşlerin birbiriyle
cinsel ilişkilerinin düzenlendiği, anne-baba, çocuklar arasında güven ilişkisinin kurulduğu
bu yapı çocuğun kadın ve erkeğin psikolojik sosyal iyilik halini, sağlığı temin etmektedir.
Ancak kadınlar sıklıkla babaları, eşleri, erkek kardeşleri gibi çok yakınındaki kişilerin
istismarı ve şiddetine maruz kalmaktadır. Bilindiği gibi ev içi ortamın çatışmalı ve gergin
havası çocuklar üzerinde olumsuz etki yaratır. Aile çocukların yaşamındaki vazgeçilemez
gücü ve değerini, çocuğa güven veren, onun toplumda kabulünü sağlayan, uygun davranış
kalıplarını öğrenmesinde örnek ve destek olan, sorunlarını çözmede yol gösterip rehberlik
eden özelliğinden alır. Hiçbirimizin seçme şansı olmadan dünyaya geldiğimiz ailemizin
gücü ve değeri, şiddet ve istismar davranışları yaşandığı zamanlarda tersine dönmektedir.
Çocuğa ve kadına yönelik koruma ve tedbir kararları, şiddet ve istismar durumlarında
alınmaktadır. Ancak kadının ve çocuğun koruması tek başına devletlere terk edilmemelidir.
Ev içi şiddet ve istismarın toplumsal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla topyekûn mücadele
gerekli ve değerlidir. Şiddet ortamında büyüyen çocuklar ile annesinin şiddetine tanıklık
eden çocuklar istismar riski ile karşı karşıyadır. Fiziksel şiddet sonucu ev içi yaralanmalar,
anneyi korurken araya giren çocuklarla ilgili ölüm haberleri mevcuttur. Bazı durumlarda
şiddet mağduru kadının çocuğa, yaşlıya, engelliye, evcil hayvanlara yönelik şiddeti de
söz konusudur. Çocuğa yönelik şiddet, nedenlerine göre çocuk kaynaklı, çevre kaynaklı,
toplumsal nedenlerden kaynaklı olarak sınıflandırılmaktadır (Öztürk, 2011, s.13-29).
Çocuktan Kaynaklı Nedenler:
Çocuktan kaynaklanan nedenlerin başında engelli olma, fiziksel veya kronik bir hastalık
sahibi olma, gayri meşru, üvey evlat, kız çocuk, zor çocuk, çok ağlayan veya ailenin
beklentisini karşılamayan özelliklere sahip olma gelmektedir.
Aileden Kaynaklı Nedenler:
Bilgisizlik, düşük sosyal ekonomik koşullar, çocuk eğitimiyle ilgili yeterli olmayan beceri,
göç sürecinde olma, ebeveynler arasındaki sağlıksız iletişim ve çocukluktaki sağlıksız
bağlanma, çok sayıda çocuğa sahip olma, fiziksel sağlık bozukluğu, alkol ve madde
kullanımı, iletişim ve empati becerisine sahip olmama, ruhsal bozukluklar gibi etkenler
yer alır.
Toplumsal ve Çevresel Nedenler:
Bu nedenler ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklere göre
çocuklara sağlanan olanaklar ve şartları gündeme getirir. Toplumda çocuğun değeri ve
2.1. Şiddetin Ortaya Çıktığı Alanlar
2.1.1. Ev İçi
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 31
Toplumda yaygın olarak kullanılma biçimiyle mobbing, “iş yerinde bir çalışana sistematik
olarak uygulanan psikososyal saldırı” (Savaş, 2007, s. 47) olarak ifade edilebilir. Davranışın
sıklığı, tarzı, taraflar arasında güç dengesinde eşitsizlik, sistematik tekrar ve zalimce niyet
gibi özellikler görülmesi mobbing belirlemede dikkate alınmaktadır.
İş yerindeki psikolojik taciz, bir yıldırma ve uzaklaştırma davranışıyken, cinsel taciz bedene
müdahaledir. Her iki davranışta sınır ihlali söz konusudur. Psikolojik tacizin bir aracı olarak
cinsel tacizin kullanılması durumu da olabilir.
İş yerinde psikolojik taciz iş sözleşmesi kapsamında işverenin gözetim, eşit davranma
borçlarının ihlalini ve yönetim hakkının kötüye kullanımı anlamını taşır (Yıldızdoğan,
Mamiz, 2016, s.141).
Cinsel taciz de bütün ülkelerin gündeminde olan bir sorundur. Pek çok uluslararası
sözleşmede yer alıp hükme bağlanmıştır. Uluslararası sözleşmelerde cinsel taciz kültürel
olarak farklı vurgulansa da cinsiyete dayalı ayrımcılık olarak ele alınması yaygındır.
Böylesi bakış mağdurun kadın olmasıyla ilgilidir (Özdemir, 2006, s.87). İş yerinde cinsel
taciz, cinsellik temeline dayalı ya da bu anlama gelecek davranışlardan oluşan ve muhatabı
tarafından kabul edilmeyen, karşılık bulmayan davranışları içermektedir.
Bu çerçevede cinsel amaçlı gerçekleşen fiziksel, sözel davranışlar ya da pornografik nesne
veya materyal kullanılarak, şehvet ve cinsel içerik özelliği gösteren mesajlarla çalışanın
hak ihlaline maruz kalmasına neden olma durumunu cinsel taciz olarak ele alabiliriz.
Hem psikolojik hem de cinsel şiddetin işverenin ya da amirin gözetim ve eşit davranma
ilkesine aykırılık oluştursa da, TCK kapsamında birçok düzenlemeler yapılmış olsa da
kadının şikâyetinin en zor olduğu konuların başında gelmektedir. Özellikle kadına yönelik
cinsel taciz suçlamasına yönelme güçlü bir ego ve mücadele isteyen boyutlara sahiptir.
Bu bağlamda kadınların ev içi rollerinin kamusal alandaki rol ve iş taleplerine ilişkin
2.1.2. İş Yerinde Şiddet
nasıl algılandığı, çocuk yetiştirme konusundaki yaygın tutum ve davranışlar, aileye verilen
ve yüklenen anlam, toplumdaki bilinç ve çocuk politikalarındaki bütünlük ve devamlılık.
Çocuklarla ilgili çevresel duyarlılıklar, devlet ve yerel yönetim politikalarında çocukla
ilgili yürütülen hizmetler. Çocukla ilgili ihmal ve istismar da fiziksel, duygusal, cinsel,
ekonomik özellikler gösterir. Erken yaşta fiziksel, duygusal ve cinsel istismara maruz
kalmak derin etkiler yaratır. Ekonomik anlamda istismar çocuğun zorla çalıştırılması, fuhşa,
dilenciliğe yönlendirilmesi, gece çalıştırılması vb. şekilde tanımlanabilir. Besleyememe,
eğitim verememe, okula göndermeme, evliliğe zorlama vb. türlerine tanık olmaktayız.
Çocuk gelinler, hâlâ gündemimizdeki sorunlardan biridir (Bu bağlamdaki töre ve namus
cinayetleri).
32 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
birçok çatışmalı alan yarattığını da vurgulamak isterim. Kadınlar için “ev içi rol” erkekler
için “gelir getiren birey” tanımlamalarının cinsiyetçi bakışın, “tek rol ideolojisinin” (Ayhan,
2016, s.375) ülkemiz için benimsenen yanları vardır. Kadının istihdamındaki eşitlikçi
olmayan durum, çocuk olduğunda kadının anneliği öncelemesini kolaylaştırmaktadır.
Kadının bilinci ve ailenin ekonomik gücü yeterli olmadığı durumlarda, kadında tekli rolün
içine hapsolmayı tercih etmektedir. İş yerindeki tacize de işsiz kalma korkusuyla boyun
eğip ses çıkarmayan kadınlarımızı görmekteyiz. Adil olmayan tutum ve muamele, kadınlar
aleyhine bir aile ve iş ortamı yaratmaktadır. Bu noktada kadının kendini güçlendiren
parçalarına sahip çıkması, bu parçalarını ötekinin aynasında değerli hale getirmesinin de
değerli olduğuna inanıyorum. Çalışma ve iş yaşamındaki pek çok sorun, ayrı roller ve buna
ilişkin kendilik algılarıyla düzenlenebilir, dengelenebilir.
Kadının kendini gerçekleştirme arzusu ne iş yerindeki tacize, ne de ev içi rollere annelik
ve eşliğe terk edilemez. Yürüttüğüm bazı grup çalışmalarında, şiddete maruz kaldığı için
boşanıp iş yaşamına dönen kadınların pişmanlıkları ile iş yerinin ve kariyerinin talepleri
ile kadınlık rolleri arasında dengeleme güçlüklerine tanık oldum. “Hem kariyer yaparım,
hem de annelik ve eşlik” deyişleri böylesi bir paradoks ve çabayla meşgul kadınların
gündemindedir. Kuşkusuz bu alanda aynadaki öteki ben-erkeklerin de desteğinin ve iş
birliğinin önemi çok büyüktür.
Sokak ve okulda şiddet, toplumsal alandaki çatışmalardan birisi olarak ele alınabilir.
Gerçekte günümüzde çocukların sokaktaki yaşam ve oyun alanları çok sınırlanmıştır.
Ancak okul çağı yaş grubunun okulda ve okul sonrası boşluklarda birbiriyle çatışması
kaçınılmazdır. Sokak ve okuldaki çatışmaların şiddete dönüşen boyutunu iki başlıkta
toplayabiliriz:
-Akranlar arasındaki zorbalık ve şiddet
-Yetişkinden kaynaklanan şiddet ve istismar.
Bireyler ya da çocuklar arasında çıkan çatışmalar dengelenemediğinde ya da
dönüştürülemediğinde şiddet ortaya çıkmaktadır. Yetişkinden çocuklara yönelik her tür
şiddette genel şiddet türlerinin bütününü görmek mümkündür. Toplumun çocuğa şiddet
uygulanmasına ilişkin toleransı zayıftır ve faile karşı linçe dönüşebilecek hale gelmesi
çok kolaydır. Toplumsal algıların, yargıların çarptırılmasıyla ortaya çıkan bazı ilişki
biçimlerinde ötekileştirmeler ve dışlamalar kutuplaştırıcı bir rol oynamaktadır.
Cinsel taciz ve istismar, maruz kalan tarafından kolay kolay ifade edilememektedir.
Gizlenme olasılığı en yüksek istismar ve şiddet türü olarak karşımızdadır. Okulda korkutma
ve tehdit ile sevildiğine ilişkin iddialar, mağdurun bu duruma ilişkin tepkisizliğine neden
olabilmektedir. Sorumlu ebeveynliğin en önemli özelliklerinden birisinin yeterli ve gerekli
2.1.3. Sokakta ve Okulda Şiddet
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 33
desteği vermek, çocuğa güvenerek söylediklerine inanmak olduğunu düşünüyorum.
Bireysel sınırlar ve özel alan eğitimlerimiz sırasında evlenmek üzere olan bir genç kızımızın,
eniştesinin istismarına yönelik farkındalığı neticesinde yaşadığı çaresizliği, bireysel destek
ve güçlendirme çalışmasıyla yürütmüştüm. Ancak bu gencimizin evlendiğinde nasıl bir
evlilik ilişkisi kurduğu bilinmemektedir. Çünkü aile çalışmalarımızda gençlik döneminde
okulda yaşadığı cinsel istismar nedeniyle cinsel ilişki zorluğu ve soğukluğu yaşayan
çiftimiz boşanma kararı vermişti. Cinsel istismar vakalarında mağdurun sonraki yaşamında
ortaya çıkan cinsel işlev bozukluklarında profesyonel yardıma zorlanılmaktadır.
Belediye yaşam merkezleri, kütüphane, sosyal hizmet merkezleri, gençlik merkezleri
ve sivil toplum örgütlerinde, gençlere farkındalık eğitimi verilerek çatışmaların şiddete
dönüşmesi önlenebilmektedir. Gençlik ruh sağlığı haftasında sosyo-ekonomik düzeyi
yüksek ailelerde yaşayan bazı çocukların sevgi kişisini kaybetmemek ya da sevilmek
için akranlarının maddi (kantinden alışverişe zorlanma) ve manevi – psikolojik (ödevini
yaptırma-sınavda kâğıdını gösterme, telefonunu kullandırma gibi) zorbalıklarına muhatap
olduklarına tanık olduk.
Gençlerimizin ve çocuklarımızın ötekini suçlamadan hayır demeyi öğrenmelerinin çok
önemli bir yaşam becerisi olduğuna inanıyorum. Bu doğrultuda duygulanım, düşünüş ve
algılarda gelişen farkındalığın farklılıklara hoşgörülü gençler yaratacağına inanıyorum.
Daha önce de vurguladığımız gibi farkındalık amaçlı grup çalışmalarında, gençlerin yanlış
algı ve duygulanımlarının değiştiğine tanık olmaktayım. Söz gelimi öfke, çatışma gibi
duygular da sevgi kadar değerli duygulardandır, yaşamın içindeki olumlu ve olumsuz
duyguların hepsi değerlidir, mesele bu duyguların dışa vurulma biçimi ve usulüdür.
Son olarak grup baskısı ile sigara, alkol madde kullanımına yönlendirilen, onlar gibi olmak ya
da onlar tarafından dışlanmamak için onların değerlerini benimseyip, onlar gibi davranmaya
zorlananlar olabilir. Bazı grup ve kitle hareketlerinin, gençlik hareketlerinin böylesi bir ‘biz’lik
duygusu algısı ya da grup davranışından kaynaklandığına tanık olduğumuz yaşantılarımız
ve olaylar olmuştur. Bazen demokrasi adına demokrasinin katledilmesi gibi paradoksal
durumların içinde olunmaktadır. Farklılıklara saygının içselleştirilmesi sözde değil, gerçekten
saygı davranışına dönüşmesi demokrasi ve hoşgörü kültürü yaratabilir. Yoksa güçlünün
güçsüzü istismarı ve zorbalığına dönüşür. Farkındalıklar ötekini dinleme, anlama ve ona
empati göstermeyi sağlar. Böyle bir akran ve grup kültürü, öfke duygulanımını da saldırganlığa
dönüşmeden dizginler ve dengeleyebilir.
Yazılı ve Görsel Medya
Bilindiği gibi 19 ve 20. yüzyıl görsel iletişim sistemleri toplumsal yaşantıların nicel ve nitel
unsurlarının tamamını yöneten, yönlendiren, en azından etkileyen özellikleriyle ailenin
bile yerine geçen sosyalleştirme araçları vasfına sahip olmaya başlamıştır.
2.1.4. Medya ve Şiddet
34 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Çocuk programları, eğitim, eğlence, belgesel, okul ve dil programlarıyla hem çeşitlilik
hem de her ihtiyaca cevap veren özelliğiyle olumlu yanlarından söz edebiliriz. Ancak
kimi çatışmalı içerik ve kurgularıyla (diziler, evlenme programları, şiddet filmleri)
günümüz şiddeti ile bağlantılarını görmezden gelemeyiz. Bazen bakanlık danışma
kurulu üyeliklerimizde dizilerdeki aldatma ve şiddetin çocuk ve ergenlere kötü örnek
olduğunu dile getirdiğimizde, aile ilişkilerini koparan etkisinden bahsettiğimizde
“Reytingleri yüksek!” cevabı almaktaydık. Şimdilerde medya okuryazarlığı gibi spot ve
işaretlerle çocuklar, toplum daha seçici ve kanal değiştirmeye yönlendirilmiş olsa da
telefon ve bilgisayarlarda izlenen önemli dizi ve filmler bu işlemi devam ettirmektedir.
Bölgemizde, dünyada yaşanan cinnet ve şiddet haberlerinin, savaşların sunum içerikleri,
bilgi ve eğlencenin birbiri içine geçmiş yapısı, şiddet haberleri ile eğlence haberleri
arasındaki sınırları da ortadan kaldırmaktadır. Kitle iletişim araçlarının demokrasinin 4.
kuvveti olarak toplumun bilgi alma hakkı ile kamuoyunda bilinç oluşturma görevinin bu
denli karışması ve olumlu etkinin azalmaya başlaması da bir başka şiddet unsuru olabilir.
Her düzeyde rekabet ve hiyerarşik kültür kalıpları (zengin-fakir) ile gerçeklik algılarının
sanallaşması, tepkisiz ve bağlamından kopuk bir duyarsızlaştırma zeminini sorgulamak
da durumu değiştirmiyor. Bireyselleşme sürecinde okuma, öğrenme ve kendini keşfetme
yolculuğunda bireylerin daha kısıtlı zaman medya karşısında geçirdiğini görmekteyiz.
Nitekim eğitim düzeyi yükseldikçe televizyon karşısında geçirilen zaman 1-3 saate
inmektedir (Aile Araştırma Kurumu Yay., 2006).
Medyanın şiddet haberleri verirkenki etik duruşunun ve toplumsal sorumluluğunun
reklam alma ve reyting kaygılarıyla bağlantısı devam ettiği sürece, bu alandaki şiddet
kültürünün pompalanmasında sadece etkin bir araç olarak rolünü oynamaya devam
edecektir. Sorumlu ve örgütlü vatandaşlık tutumları, imza toplama, kampanya başlatma
gibi eylemlerle medyanın içeriğine yön verici olabilir.
Ailedeki şiddete medyanın etkisi konusu da sıkça tartışılan konulardan biri olarak
değerlendirilmektedir. Medya toplumda yaşanan kavga, yaralama, sakat bırakma,
tecavüz, öldürme, ensest gibi birçok olayı görsel olarak aktarabilmektedir. Bilindiği gibi
medyada bir haberin yer alması teşvik edici olmaktadır. Bu tür haberlerin verilmesi
kadınların aleyhine olmaktadır (Dursun, 2010, s.19-32). Şiddet haberleri bazı durumlarda
da toplumsal duyarlılıkları yok ederek yozlaşmaya neden olmaktadır.
Bu doğrultuda daha önce tasnifini yaptığım şiddet türlerinden “sembolik şiddet” de
çocukları bir nesneyi almaya, vermeye yemeye zorlayarak görünmez bir şekilde şiddet
oluşturan öğeler içermektedir.
Televizyon programlarında yer alan çocuğa, topluma yönelik şiddet unsurlarından
bütünüyle arınma mümkün olamayacağına göre, örgütlü ve sorumlu ebeveyn olmayı
başarmak durumundayız.
Söz gelimi 2004 yılında ALO RTÜK 178 Şiddet Hattı’na haberlerin içinde, %41 oranında
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 35
intihar, cinayet, kocası tarafından bıçaklanmış, dövülmüş kadın, töre cinayetleri vb.
haberlerin bulunması dolayısıyla şikâyet yansımıştır. Çocuk ve gençlere yönelik şiddet
%15, hayvanlara yönelik %14, kadınlara yönelik %3 oranındadır. Şiddet haberlerini göz
önüne aldığımızda (2006, KSSGM, s.139) şiddet konusunda görsel medyanın karnesi çok
olumlu değildir.
Hele reyting kaygısı ile yapılan programlardaki şiddet dilinin öncelenmesi düşündürücüdür.
Reklamlarda, dizilerde kadın bedeninin bu denli sergilenmesi de sembolik, cinsel,
psikolojik şiddet olarak ifade edilebilir.
Kısaca medyada tepki çeken bu programlar bazı uluslararası örgütlenmelere sebep
olmuştur. Hem internette hem de yazılı ve görsel medyada şiddet eğilimlerini körükleyen,
nefret duygularını kışkırtan program ve yayınlara yasaklar getirilmiştir (Avrupa sınır
ötesi televizyon sözleşmesi-yayımcının sorumlulukları- başlıklı 7. madde). Bu kapsamda
üye devletlerin iç hukuklarında pek çok yasal düzenleme yapılmıştır. Nitekim ülkemizde
televizyon kanallarındaki yayınlar kendi öz denetim birimlerini kurarak çocuklar, gençler
ve kadınlar için etik ve ilkeli yayınlar yapmaya yönlendirilmektedir. RTÜK gibi birimler
de toplumsal ve ülke duyarlılıklarımız, değerlerimiz boyutunda izleme ve denetim
yapmaktadır. Ancak toplumsal denetim ve sorumluluğun üst kurumlar kadar toplumun
kendisine ait olduğunu düşünüyorum. Nitekim bazı gelişmiş (Kanada vb.) ülkelerde
gördüğüm ebeveynlerin oluşturduğu sivil toplum örgütleri ilkesiz yayın ve programlara
karşı kamuoyu oluşturarak yayınların sonlanmasını sağlayabiliyorlar. Dolayısıyla tüm
sorumluluğun sadece devlette olduğunu düşünmek yanıltıcıdır.
Dünya Sağlık Örgütü, 2002 Raporu’nda şiddeti üç ana başlık altında sınıflamıştır (WHO,
2002). Bunlar;
—Bireyin kendi kendine yönelik şiddeti, intihar ve bireyin kendine zarar verme işlemi.
—Bireyler arasındaki şiddet, aile içi eşlerin kendi aralarındaki şiddet, toplumsal şiddet,
birbiriyle kan bağı olmayan insanlar arasında gerçekleşen şiddet. Bu tür şiddet, ev dışı
mekânlarda ortaya çıkan bir şiddettir. Söz gelimi daha önce değinilen gençler arasında,
sokakta, mahalle aralarında, yabancılar tarafından yapılan ya da yabancılara yönelik
şiddet ile
çocuk ticareti, çete cinayetleri, uyuşturucu çetelerini bu grupta değerlendirebiliriz.
—Toplumsal ve kolektif şiddet.
Bu alandaki şiddet sosyal, politik ve ekonomik şiddet olarak alt gruplara ayrılmaktadır.
Diğer şiddet türlerinden farklı olarak bu gruptaki şiddet eylemleri daha büyük katılımla
gerçekleşir. Örneğin savaşlar, terör eylemleri, büyük gruplarca ekonomik faaliyetlerin
2.2. Şiddetin Görülme Şekilleri
36 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
zarara uğratılması, engellenmesi gibi eylemler kolektif eylemleri içermektedir. Ülkemizdeki
kan davaları, töre cinayetlerinin kültürel ve toplumsal boyutu problem alanlarımızdandır.
Kan davaları ve töre cinayetleri, karşı grup diye nitelenen gruba nefreti ayakta tutmak
üzere işlenen cinayetleri oluşturmaktadır (Kocacık, 2001).
Gökkaya (2017, s.129), töre ve namus cinayetlerinin ortak özelliklerini şu başlıklar altında
sıralamaktadır:
-Ailenin ve erkeğin, kendinde kadının yaşamını belirleme hakkı görmesi, onun bedeni
üzerinde hak sahibi olduğunu düşünmesi.
-Kadının isteyerek karşı cinsle yaşadığı bir ilişki ya da maruz kaldığı cinsel istismar.
-Aile veya erkeğin kendini kanun koyucu yerine koyup kadını yargılaması.
-Çevre ve toplum baskısı, namus ve törenin getirdiği zorunluluklar.
-Kadının kirlenmiş bir mal veya eşya olarak görülmesi.
-Bir cinayeti bilinçli bir şekilde işleyerek utancın ortadan kaldırılacağı ya da namus ve
şerefin temizleneceğine olan inanç.
-Kadının öldürülmesiyle failin toplum ve çevrede saygınlık kazanacağına inanç.
-Aile üyelerinin sosyal kurtuluşunu sağlayacağına olan inanç.
Kadın bedeni üzerindeki bu denli acımasız kontrolü bekâret kontrolünde görmekteyiz…
Kadının kaç cepheden yaralandığı konusu dikkatimizden kaçmamaktadır. Burada geniş
kapsamlı ele almadığım kadın intiharları, böylesi darbelere bir tepkidir. Geçmişte ve
günümüzde failin hem mağdur ettiği hem de öz kıyımla kendisini cezalandırma eylemi
de bazen “bizim şerefimizi lekeledin kendini öldürmekten başka alternatifin yok,
sen yapmazsan biz yaparız” yaklaşımı da törenin kadın bedeni üzerindeki acımasız
tahakkümüne işaret etmektedir.
Namusu korumanın, sadece kadın bedenini sahiplenme ve yargıçlığa yönelmesinin
adaletsiz bir gelenek olarak ele alınması kaçınılmazdır. Failin erkek olduğu olayda “günah
keçisinin” kadın olması ne yaman bir çelişkidir.
Kadın sosyal ve duygusal olarak güçlendiğinde, böylesi istismarı durdurmakta veya
azaltmakta başarılı olacaktır. Ancak 15 Ağustos 2019 öğlen bültenine düşen bir haber
beni ürküten bir haberdi: ABD’de Cumhuriyetçi senatörlerden birisi “ Tecavüz ve ensest
olmasaydı nüfus yapımız böyle olur muydu? Bu olaylar hep vardı ve olacak” diye ensest ve
tecavüzü onaylıyor gibiydi! Nitekim birçok kişi meclise yakışmayan bu açıklama sahibinin
senatörlüğünün elinden alınmasını talep etmiştir.
2.2.1. Kan Davaları ve Töre Cinayetleri
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 37
Türk Dil Kurumu şiddeti, sahip olunan güç veya iktidarın, yaralanma ve kayıpla sonlanan
veya sonlanma olasılığı yüksek bir biçimde bir başka insana, kendine, bir gruba veya
topluma karşı tehdit yoluyla ya da bizzat uygulanması olarak tanımlamaktadır. Şiddetin
bir başkasına meşru olmayan güç kullanımı olarak tanımlanmış olmasına rağmen intihar
gibi kendi kendine yönelmiş biçimleri de söz konusudur (Oktik, 2016, s.200). İntihar, bilerek
ve isteyerek kişinin kendi yaşamına son vermesidir. Kişinin öz benliğine yönelik bir saldırı
olarak ele alınan intihar sadece ruhsal hastalıkların varlığıyla ortaya çıkmamaktadır.
Toplumsal olarak istenmeyen ve değer sisteminde olumsuz bir durum olarak kodlanmıştır.
Dinî hükümlere göre, bir suç ve günah olarak ele alınan intihar, örtülü bir mesaj veya kişinin
yardım çağrısı olarak değerlendirilmelidir. Şiddet ve istismar sonrasında bazı kadınların
intiharı utanma, korku ve yaşamın anlamını yitirdiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Bazı töre cinayetleri kadının namus adına kendisini öldürmeye teşvik edilmesi şeklinde
işlenmektedir.
Boşanmak istediği için hem karısı ve çocuğunu hem de kendini katleden failler olmuştur.
2016 verilerinde incelenen kadın cinayetlerinin %75’inde kadın doğrudan hedeftir. İki
kişinin öldüğü vakalarda ikinci kişinin genel olarak erkek olduğu (2019, 24) görülmektedir.
Hem fail hem maktul olma (kendini öldürme) durumlarını açıklamak sadece bir öz kıyım
olmadığı için oldukça düşündürücüdür. Kadının boşanmak istediği için hem eşi hem de
kendini öldürmesi saplantılı ve sahiplenici, ölümcül bir ilişki özelliği taşımaktadır. İntiharın
bireysel, patolojik ya da ahlakî veya meşru olup olmadığının ötesinde kültürel ve toplumsal
yapı açısından da değerlendirilmesinin yapılması gerekir. Giddens, “toplumu kurumları
biçimlendiren yinelemeli uygulamaların bir bütünü olarak görürken bireyin benimsediği
yaşam biçimleri ve alışkanlıkların eylemleri şekillendirdiğini” vurgulamaktadır. Bauman
da sosyolojik bakış açısıyla insan eylemlerinin karşılıklı bağımlılık ilişkisini ele alıp,
bireyin kendinden önce oluşturulmuş ve sürekli olarak yeniden üretilen söz konusu yapı
içerisinde bireysel bilinçlilikle yaşamını devam ettirirken, akıllı özne olarak davranış ve
tutumlarıyla hem yaşadığı dünyayı hem de içinde yaşadığı toplumu değiştirmektedir
(Oktik, 2016, s.211). Bu noktada bireysel kimliği doğrudan etkileyen eğitim, gelir, cinsiyet,
medeni durum, yaş ve iş durumunun statü ve sınıfsal konumun intihar girişimindeki
önemli değişkenler olduğu görülmektedir (Odağ, 1996, s.5-7, aktaran: Oktik, 2016).
Durkheim tarafından yapılan araştırmalar dışında pek çok kuramcı da bu alanda çalışma
yapmıştır. Sembolik etkileşimciler, davranışları çevresindeki kişilerce onaylanmayan ya
da desteklenmeyen kişilerin intihar riski altında olduğunu vurgulamaktadırlar. Toplum
içinde güçlü dış engellerin olması durumunda saldırganlığın bu hedeflere yönlenmesi söz
konusu olabilir. Ancak engellenmenin gücü zayıf olduğunda, birey öfkesini çevresindeki
kişilere yönlendirmekte zorlanır, bu durumda da intihar edebilir. İntiharın kültüre göre
tanımlanması ve nedenselliklerinin açıklanması farklı olabilir. Parsons da uzlaşma ve
kontrol ile oluşturulan kültürün farklı öğelerinin yaratılması ve sürdürülebilirliğinin
önemli olduğunu vurgulayarak, toplumdan kopuk bir kültür öğesinin oluşmasının mümkün
olmadığını, bu durumun intiharın da kültürle ilişkisinin varlığına işaret ettiğini ifade eder
2.2.2. Kendine Zarar Verme
38 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
(Oktik, 2016, s.215). Globalleşme sürecinde televizyon kanalları ve internet bağlantısının
hızlı bir norm ve değer değişimi yaratarak, kopya ve taklide yönelik intiharı arttırdığı
söylenebilir. Mavi Balina gibi oyunlarla gençlerin bir mektup yazarak intihar ettiğini
görmekteyiz.
Son olarak Giddens da toplumda güç ilişkilerinin özerklik ve bağımlılık bağlamında
karşılıklı olarak inşa edilmiş olduğuna, bireyin zaman zaman bu ilişkiyi reddeden
tutumuyla katılımcı olmaktan vazgeçip, kendine zarar verebileceğine değinir. Özellikle
genç kesimin intiharında baskıcı kuralları reddediş ve kendini yok edecek protestoya
yönelme söz konusudur.
3. Bölüm
Şiddeti ortaya çıkaran ve kadının bu ortamda kalmasına neden olan faktörleri genel
hatlarıyla incelemek mümkündür. Öncelikle kadına yönelik şiddet, üç ana faktörün etkisi
altında oluşmaktadır. Bunlar; toplumsal değer sistemi, toplum kaynaklı tepkiler ve kadının
psikolojik deneyimlerinin karşılıklı etkileşiminden ortaya çıkmaktadır.
Kadının cinsel sosyal kimliğiyle ilgili rol beklentileri sosyalleşme sürecinde belirlenir. Bu
süreçte evlilik ve boşanmaya ilişkin de pek çok değer yargısı kadına ve erkeğe öğretilir.
Evlilik ilişkisinin mahremiyetinin, öfke, kızgınlık gibi duyguların ifade edilme biçimi de bu
süreçte kazandırılır. Toplumda var olan bazı değer ve tutumların baskısı, şiddete maruz
kalan kadının yaşamını güçleştirmektedir. Toplumsal yapımızda da varlığını hissettiren bu
değer sisteminin bazı özelliklerinden kısaca söz etmek istiyorum.
Geleneksel Kadınlık Rolü
Toplumsallaşma süreci, kadına çocukluğundan itibaren her tür sıkıntı ve sorunla mücadele
etmeyi öğretirken, onu birçok koşula dayanmaya ve itaate zorlamaktadır.
Kadının eşine bağımlı olması, her durumda ilişkiyi çocukların iyiliği için sürdürmeye
zorlanması şiddetin devam etmesini sağlayan bir unsurdur.
“Evlilik, gül bahçesi değildir.
Kötüleri iyi yapan kadındır.
Analık ve eşlik birinci görevindir.
Sen kadınsın, alttan al.
Anasın, çocukların hatırı için idare edeceksin.”
3.1. Şiddet Mağduru Kadınla İlgili Psiko-Sosyal Durum
3.1.1. Toplumsal Değer Sistemi
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 39
Öncelikle şiddetin ortadan kaldırılması ve yok edilmesi gerçeği ciddi bir politik iradeyi
gerektirir. Bu alanda ulusaldan, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin ve bütün
bireylerin katılımına ihtiyaç vardır. Öncelikli konu ile ilgili politik irade yasaların
çıkarılması, ulusal eylem planlarının oluşturulması, uygun ve yeterli kaynak ayırımı ve
personel eğitimi gibi bir dizi eylemi gerektirmektedir.
1996 yılından itibaren ülkemizde medeni kanunda, ceza kanununda, anayasamızda ve
şiddeti önleme ve ailenin korunmasına dair kanunlarda (4320, 6284) değişiklik ve yeni
düzenlemelere ihtiyaç vardır. Kadınların salt insan olmalarından dolayı sahip olmasını
3.1.2. Toplum Kaynakları ile İlgili Yetersizlikler
gibi birçok öğüt kadının ev içi rollerinden bağımsız, kendini gerçekleştiren birey olmasını
engelleyen unsurlar olabilmektedir.
İki ebeveynli aile “ideal”dir.
Öncelikle vurgulamalıyım ki bütün çocuklar birbirlerine saygı ve sevgi duyan, iletişim
ve etkileşim ortamına sahip ana babalı bir ailede büyümek istemektedirler. Onların bu
istekleri değerli ve önemlidir. Çocuk hakları bildirgesinin ilgili maddesi de bu konudaki
toplumsal değer sistemini desteklemektedir. Ancak kadının kronik şiddet gördüğü
bir ailede yetişen çocuklar bu ortamın değişmesini, anne ve babasının ayrılmasını
istemektedirler. Üniversite öğrencilerimle yürüttüğüm grup çalışmalarında bu duygu
sıklıkla paylaşılmaktadır.
Evin, Evliliğin Mahremiyeti
Genellikle her toplum ailenin bir mahremiyet içinde olmasını vurgulamaktadır. Şiddet
ortamında kalsa bile “Kan kussan da kızılcık şerbeti içtim.” diyeceksin diye bir seçime
yönlendirmektedir.
Şiddete tanıklık eden sağlık personeli ve komşuların da “Bu benim meselem değil, onların
özel yaşamı.” şeklinde bir yaklaşımla hareket etmeleri şiddetin kayıtlara geçmesini
önlemektedir.
Kadının Kendini Suçlaması
Şiddet olaylarında kadının kendini suçlaması ülkemizde çok gördüğümüz bir durumdur.
“Böyle bir adamla evlenmeseydin bu refah düzeyinde olamazdın.”
“Çocuklarının babası, onu idare etmek senin görevin.”
biçimindeki kadına yüklenen sorumluluk, çocukluk döneminden itibaren kadının ego
gücünün, kendilik değerinin düşük kalmasına neden olmaktadır. Eksiklik ve güçsüzlük,
psikolojik anlamda suçlanma ve değersizlik duyguları kadının kendini suçlamasına sebep
olmaktadır.
40 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
beklediğimiz hakların onlara yerinde ve zamanında erkeklerle eşit olarak verilmesinin
önemi bilinmektedir.
Kadının eğitim fırsatlarından yararlanamadığını, istihdam hakkında da ikinci sıraya
düştüğünü görmekteyiz. Son 10 yılda kadının eğitim düzeyi yükselmiş olsa da, istihdamdaki
kadın nüfusu %30’lardadır. Bu oran OECD ülkeleri arasında kadın istihdamında son
sıralarda olduğumuzu göstermektedir (TBMM, 2006).
Ayrımcı sosyal ve kültürel politikaların, kaynak ve destek sağlamada kadınlar aleyhine
olan koşulların değişmesinde devlet sivil toplum iş birliğinin daha güçlü hale gelmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Son 20 yıldır bu alanda çalışan STK’lar sayıca arttı ve yaygınlaştı.
Ancak bireysel düzeyde kaç STK’da sorumluluğumuz olduğuna baktığımızda, bu sayının
ne kadar az olduğunu görmekteyiz. Şiddetle daha etkili mücadele eden ülkelerde kişi
başına en az üç STK düşmektedir.
İskandinav ülkelerindeki yüksek refah düzeyi kadına yönelik şiddetle mücadeleye ayrılan
kaynakları arttırmıştır. Nüfusun azlığı ve kişi başına düşen gelir (40.000 dolar) düzeyi,
toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik politikaları güçlendiren ve bunu sürekli hale getiren
bir etki yaratmıştır.
Bu alandaki politikalar için ciddi kaynak yatırımı gerektiğinden evrensel olan bu sorun
devam etmektedir. BM toplantısında Avrupa Birliği, Türkiye ve İran’a kız çocuklarında
evlenme yaşının 18’e çıkartılması önerisini getirmişti. Ancak başta ABD gibi kimi gelişmiş
ülkeler tarafından reddedilen bir öneri olmuştu. Çünkü delege, “Sosyal yardım ve refah
sistemimizde ‘bir cent’ harcama yapamayız.” demişti.
Kadına yönelik şiddet alanında veri toplama ve kayıt süreci de maliyet istediğinden,
toplanan verilerin standartlara uygun saklanması politik tercih olarak kalmaktadır.
Gelişmekte olan bir ülke olarak medya desteğinin, STK katılımlarının, devletin politika
uygulamalarını destekleyen kampanya ve çalışmalarının değerli olduğunu düşünüyorum.
Daha önceki çalışmamızda vurguladığımız sosyal ve duygusal destek ortamının var olduğu
ailelerde kadına yönelik şiddetin olmadığını söyleyebiliriz. Bu konuyla ilgili görüşlerimi
son söz bölümünde aktarmak istiyorum.
Şiddet mağduru kadın birçok duyguyu aynı anda hisseder.
Korku, utanma, sosyal izolasyon, çaresizlik, suçluluk duygusunun ve baskının içselleştirilmesi,
çelişkili duygular, her şeyin o kadar kötü olmadığına ilişkin yanılsamalı algı.
3.1.3. Şiddete Maruz Kalan Kadının Psikolojik Durumu
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 41
Bu duyguların nasıl yaşandığını kısaca incelemek istiyorum.
Korku
Şiddete uğrayan kadının en yoğun yaşadığı duygudur. Uykusuzluk, uyurgezerlik kadının
ilaç kullanımını tetikler. Kadının çocuklarını korumak için korkusunu gizlediğine, durumun
ciddiyetini önemsemediğine tanık olabiliriz.
Utanma
Şiddet kadının benlik saygısını örselediği için, bu durumdan utanç duyar. “Böyle bir şey
benim başıma nasıl geldi ?” veya “Bunu söylersem herkes bana ne der ?” gibi düşüncelerle
utancını gizleyebilir. Kadın dayanışma vakfına bağlı konukevi sakinlerinin 6284 sayılı
Kanun ile adli yardım almadan imtina ederek boşanmayı tercih ettiklerini görmekteyiz.
Sosyal İzolasyon
Şiddete maruz kalan kadının sosyal izolasyonu, destek ağlarının zayıflığı dikkatimizi
çekmektedir. Eşin kendisini sevdiğini söylemesi de onu tepkisiz hale getirmiş olabilir.
Kadının destek sisteminin olmayışı, erkeğin istediği bir şeydir.
Çaresizlik
Kadının kendi koşullarını düzeltmede başarılı olmadığında yaşadığı duygu, çaresizlik ve
umutsuzluktur. Bu süreçte uzun süre kalmak kadının bu duygularını kronik hale getiren
bir durum olarak ele alınmaktadır (Mavili, 2014).
Suçluluk Duygusunun İçselleştirilmesi
Şiddete yönelen erkeklerin ruhsal bozukluğu olabileceği, alkol kullanımı, kadının kışkırtıcı
davranışına ilişkin ön yargılar, kalıp yargılar, kadının kendisini suçlamasına neden olabilir.
Suçluluk duygusu, kadını geleneksel kadınlık rolleri içine sıkıştırabilir; kocasını kızdıracak
bir şey yapmaktan korkar hale getiren bir fonksiyon olarak görebilir. Bu alandaki
kırılganlığı onu şiddete maruz bırakmaktan korumayabilir.
Baskının İçselleştirilmesi
Herhangi bir grup ya da kişi yetersiz olduğunu ve kötü muameleyi hak ettiğini düşünürse
ve buna inanırsa, bu grubun ya da kişinin bu muameleyle karşılaşma olasılığı yüksektir.
Sosyal psikolojide bu durum baskı ve kötü muamelenin içselleştirilmesi olarak adlandırılır
(Mavili, 2014). Aşağılık duygusu yüksek bir kadın, hemen kendini suçlar; “Nerede hata
yaptım?” demeye başlar. Çevredeki kişiler ve aile büyükleri de kadını suçlayıcı ve sorumlu
tutucu özelliğini sürdürmektedir.
Kadının dayak yemesi de onun benlik saygısının azalmasına, değerlilik duygusunun
incinmesine neden olduğundan baskının benimsenerek içselleştirilmesi kolaylaşır.
Çelişkili Duygular
Şiddete maruz kalan kadın, kocası tarafından her zaman şiddet uygulanmadığına ilişkin
bir değerlendirme yapabilir.
42 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Özellikle çocukların bütün ihtiyaçlarını karşılaması, onları sevmesi gibi düşüncelerle
şiddetin bir gün biteceğine inanabilir. Ancak kendini gerçekleştirmiş ve ego gücü yerinde
olan bir kadın, hiçbir durumda şiddeti hak etmediğini bilir.
3.2. Şiddet Uygulayan Erkeklerin ve
Şiddet Mağduru Kadınların Özellikleri
Şiddet uygulamayı teşvik eden toplumsal koşulları yoksulluk, eğitimsizlik, kötü aile
koşulları, şiddet eğilimli gruplarda yer alma, kitle iletişim araçları ve popüler kültürün
etkisi, çocuklukta yoğun şiddet altında büyümek, antisosyal kişilik ve kişilik bozuklukları
ve hastalıkları olarak özetlemiştik (Gökkaya, 2017).
Kadınlar açısından şiddetin mağduru kadınların risk faktörleri dört ana başlıkta toplanmıştır
(Gökkaya, 2017, s.136).
Bireysel Özellikler: Genç yaş, düşük sosyal statü, düşük eğitim seviyesi, boşanma, ayrı
yaşama, gebelik, çocuklukta şiddet ve istismara maruz kalma, depresyon, madde kullanımı
ve şiddeti kabul etme vb.
İlişki Düzeyi Faktörler: Çok sayıda çocuğa sahip olma, eğitimde eşitsizlik, evlilikten
memnun kalmamak, anlaşmazlık ve uyumsuzluklardır.
Toplumsal Faktörler: Geleneksel cinsiyet rollerinin etkisi, yoksulluk, kadının eğitimsiz
olması, özerkliğinin olmaması, şiddeti onaylayan yapısı (ben bunu hak ediyorum),
toplumsal yaptırımların yetersiz oluşu, konukevi yetersizliği, kurumsal hizmet eksikliği,
kadını güçlendirme araçlarının kapsayıcılığındaki eksikler, yakın çevre, mahalle ve komşu
baskısı ve denetimdeki zayıflıklar.
Sosyal Faktörler: Boşanmanın, şiddeti önlemeye ilişkin yasal mevzuatın, aileyi koruyan
yasaların öngördüğü kurumsal hizmet ağının önleyici ve koruyucu hizmetlerin yetersizliği,
koordinasyon eksikliği, kadın erkek eşitliği doğrultusundaki norm ve dayanışma eksiklikleri
olarak özetlenebilir. Sıklıkla gördüğümüz güvensiz, pasif kişilik yapısında olma, otoriter ve
kontrol baskısı yüksek aile ortamında yetişme, depresif, bağımlı olma, hayır diyememe,
aşırı iş yükü ve sorumluluk alma, geleneksel cinsiyet rollerine olan inanç (geniş ailenin ev
işleri, tarla tapan, çocuk bakımı) şiddet mağduru kadının bu ortamda kalmasını destekleyen
unsurlardır (Mavili, 2014).
3.2.1. Kadınlarla İlgili Özellikler
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 43
3.3. Sonuç ve Öneriler
Şiddete maruz kalan kadınlara destek olmak, özel bir profesyonel bilgi ve beceriye sahip
olmayı gerektirir. Öncelikle yapılması gereken kriz müdahalesini yapacak olan -tercihen
kadın- uzmanların şu sorulara cevap bulması gerekir:
Kadın nereden, nasıl başvurmuş?
Şu anda güvende mi?
• Kadın nereden, nasıl başvurmuş?
• Şu anda güvende mi?
• Eşin tehdit riski var mı?
• Silah veya kesici alet kullanılmış mı?
• Erkek onu yaralamış mı?
• Eş alkol ve madde bağımlısı mı?
• Kadın ve erkek intihar girişiminde bulunmuş mu?
• Eğilimleri var mı?
• Koca yasalara uygun olarak davranıyor mu?
• Koca ev dışında da şiddet uyguluyor mu?
• Psikolojik tedavi görmüş mü, psikiyatrik bir hastalığı var mı?
• Tıbbi hastalık ve engelli olma durumu var mı?
• Şu anki duygusal ton nasıl?
• Çocuk / çocuklar güvende mi? Onlara yönelik bir şiddet var mı?
• Şiddete çocukların tanıklığı oldu mu?
• Doktor kontrolünden geçmiş mi?
• Doktora gerçeği aktarabilmiş mi?
• Aile, arkadaş vb. kesin bilgisi var mı? Onların desteği olacak mı?
3.3.1. Şiddete Müdahale ve Çözüm Önerileri
Bu çalışmada ülkemizde kadın ve çocuk odağındaki şiddetin temelleri, türleri ve döngünün
yapısı ile sosyolojik ve psikolojik yaklaşımları kendimce önemli vurgularını toptancı
olmayan bir yolla incelemeye çalıştım. Sonuç bölümüne ilişkin görüşlerime geçmeden
önce, bu alanda şimdiye kadar yapılanların daha bütünlüklü ve sistematik yapılmasının,
uluslararası standartlara uygun veri toplanmasının önemli olduğunu ifade etmek isterim.
Bu çerçevede yasal düzenlemelerin ekonomik, siyasal, meslekî alanda ve eğitimde kadın
güçlendirmesinin devam ettirilmesi önemlidir. Ayrıca şiddet önleme yasasının, önleme ve
koruma tedbirlerinin, izleme ve takibinin iyi yapılması, şiddet önleme merkezlerinin sayıca
arttırılıp standardize edilmesinin de kritik bir önemi olduğuna inanıyorum. Bu doğrultuda
sonuç bölümünü önce şiddete müdahale ve çözüm önerileri, sonra genel görüşlerimle
bitirmek istiyorum. Şiddete tolerans göstermemek herkesin sorumluluğunda ve tek başına
devlete bırakılamayacak bir konudur.
44 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
• Maddi durumu nasıl? Gelir, banka hesabı, mülk vb?
• Konuk evinin ne demek olduğunu biliyor mu?
• Yasal haklarını biliyor mu?
• Avukat ve mahkeme ile ilişkiye geçebilecek mi?
• Polis merkeziyle bir ilişkisi olmuş mu ?
• Onunla nasıl bir meslekî çalışma yapılacak?
Bütün bu sorular şiddete maruz kalan kadınla çalışmaya başlamadan önce cevaplanması
gereken sorulardır.
Kriz müdahalesi, kadının ve varsa çocuklarının güvende olmasını sağlamak üzere
geliştirilen bir dizi önlem ve sorularla hazırlanmıştır.
Burada bireysel, grup ve toplum düzeyindeki önerilerimi maddeler halinde özetleyeceğim.
Kadınlarla yürüttüğüm bireysel, grup düzeyindeki çalışmalar konuyla ilgili diğer
çalışmalarımda incelenebilir (Mavili, 2014).
-Şiddet güçlünün güçsüzü ezdiği bir insan hakkı ihlalidir.
-Şiddetle mücadele için bireysel, grup, toplumsal düzeyde sistematik ve çok boyutlu
bütünlüklü müdahalelere ihtiyaç vardır.
-Toplumun refah düzeyinin gelişmesi, demokrasi kültürünün aileden başlayarak bütün
yaşam alanlarında bir yaşam becerisine dönüşmesi en değerli önlemlerdendir.
-Şiddete sıfır tolerans politikasının hukuki düzeyde vazgeçilmez ve ertelenmez öncelik
olarak değerlendirilmesi beklenmektedir.
-Şiddeti önleme, sadece yasal yaptırımlara dayanılarak yürütülemez. Bireyselleşme,
ötekinin aynasında büyümek, ötekiyle yürümek, farklılıkları değerli görmek, görmeyi
öğrenmek şiddeti önlemede son derece önemlidir.
-Nüfusun yarısının gelişimini diğer yarısının hak mağduriyeti ile sağlamasının önüne
geçmek önemlidir. Böyle bir dağılım topyekûn kalkınmayı sınırlar, köstekler.
-Aile içinde çocukların; kişiler arası beceri, benlik saygısı, özgüven, bilinçlilik gelişimi,
sosyal sorumluluk boyutlarında güçlendirilmesine olan ihtiyaç büyüktür. Şiddet en
çok birlikte yaşamda ortaya çıktığına göre, birlikte yaşama geçişten itibaren aile ve çift
eğitim programlarının düzenlenmesi şiddetin azalmasına, ortadan kalkmasına hizmet
edecektir. Bu çerçevede şiddet önleme, tek başına yasaya ve devlet korumasına terk
edilemeyecek kadar kapsamlı ve bütünlüklü bir yaşam becerisidir.
• Şiddet, cinsiyet eşitsizliğine indirgenemeyecek kadar kapsamlı ve çok boyutlu bir hak ihlalidir.
• Kadın erkek eşitliği, gerekli ama tek başına yeterli görülemeyecek bir önlemdir.
• Kadına yönelik şiddet ortaya çıkmadan düzenli aile çalışmalarıyla durdurulabilir.
• Kadına yönelik şiddeti önleme çalışmalarında toplumsal iş birliği (kamu, özel STK)
kaynak desteği olarak değerlidir.
• Medyanın da bu tür projelerin toplumsal bilinç oluşturmadaki katkısının değeri
büyüktür.
• 6284 sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanmasında
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 45
bazı sıkıntıların çıkması, ölümlerin durdurulamaması düşündürücüdür. Özellikle
boşanmadan sonraki cinayetler, erkeğe yönelik dürtü-öfke kontrolü grup
tedavilerinin ne kadar önemli olduğunu gündeme getirmiştir. Kısaca yasanın tedbir
kararlarına hizmet edecek ara mekanizmalarının olması zorunludur.
• Adli sistemde yasaların uygulanması adil ve ilkeli olmalıdır. Kadın ve çocuk
cinayetlerine verilen ağırlaştırılmış müebbet cezasının hafifletici sebeplerle
indirilmesi kabul edilebilir değildir.
• Aile danışmanlığı hizmetlerine ağırlık verilerek aile eğitimlerinin toplumda
süreklilik kazanmasına ihtiyaç büyüktür. Bu eğitimlerde bilgi kadar eşlik, anababalık, evlatlık rollerine ilişkin beceri ve farkındalık kazandırılması da önemlidir.
3.4. Sonuç Yerine
Aile içinde kadına ve çocuğa yönelik şiddet olaylarının hepimizi ne denli ürkütüp
düşündürdüğü açıktır. Kuşkusuz dünyada, şiddet her zaman ölümcül boyutuyla hep
vardı. Şiddetin sosyolojik ve psikolojik boyutlarına geniş kapsamlı bakmak önemlidir,
ancak böylesi bir çalışmaya sığmayacak kadar çok boyutlu ve geniş kapsamlı tartışmaları
gerektirir. Bu yüzden bu alanda uzun yıllardır çalışan bir akademisyen olarak, kadına
yönelik şiddeti odak alan genel bir değerlendirme yapmış bulunmaktayım. Kuşkusuz
dünyada yaşanan savaşlar, toplumun en küçük birimi olan aileyi, aile içinde en çok
kadınları ve çocukları etkilemektedir. Küreselden topluma, toplumdan aileye ve bireylere
geçen bu şiddet sarmalı, karşılıklı olarak bireyden topluma ve küresele geçivermektedir.
Bu çerçevede kişilerin mağduriyet yaşamamaları için yasal, kurumsal ve politik düzeyde
gerekli düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç vardır.
Akademik yaşamımda derinleşmeye çalıştığım bütün alanları, kendi içindeki sorunlarıyla,
anlamaya çalıştım. Yaşama umutla bağlı parçamın, çirkinin, yanlışın, kötünün bana
kazandırdıkları, yapmak üzere başladığım işler, yani kısaca öğrendiklerime daha çok
yönelmemi sağlamasını değerli buluyorum. Bu doğrultuda da son dönemde yaşanan
şiddet, birlikteliklerdeki ilişkilere yönelmemizin önemini ortaya koymaktadır. Birey olmak,
ne kadar zor ve emek isteyen bir süreç ise birlikte olup, saygı ve sevgi ilişkisi içinde
yaşamayı öğrenmek de o kadar zor ve zahmetlidir.
Farklılıklara saygı ve özeni öğrenerek davranışlara yansıtan bir iletişim ve etkileşimi
benimsemenin değerli olduğuna inanıyorum. Bu doğrultuda ben dilimiz ile ilgili
düzenlemeler yapmak, kişiliklere değil davranışlara yönelik, ana ve zamana yönelik geri
bildirimler verebilmeyi öğrenmek, bizi bizden farklı olanları ya da düşüncelerimize aykırı
davrananları ötekileştirmeden kabul etmeye yaklaştırabilir. Her tür şiddet davranışında
ötekileştirme ve kutuplaştırıcı düşünce en belirgin nedenlerdendir. Bireysel ve toplumsal
yaşamda ön yargılarımızın, etiketleyici tutum ve davranışlarımızın ölene kadar devam
edebilme özelliği vardır. Bu tür olumsuz tutum ve davranışlar son dönemde dünyanın da
gündemindedir. Cami katliamı, savaşlar, terör ve şiddet olaylarında, siyasi ve toplumsal
olayların pek çoğunda büyük kayıplar görmekteyiz. Hak mağduru sınıf ve gruplar, hatta tek
46 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
bir bireyin bile zarar görmesi demokrasimizi tehdit eder. Bu inançla dünyadaki hak eşitliği
ve refah bütüne yayılmadan vicdanlarımız huzura kavuşamaz. Böylesi bir uluslararası
anlayış ve eşitsizliklerin ortadan kalktığı bir dünya düzeninin umutlarımızda kalmaması
dileğimdir. Bu noktada sözlerimi aile ve yakın ilişkilere yönelterek sonlandırmak istiyorum.
Kişilerin, birey olarak kendine saygısıyla ötekinin sınırları ve seçimine saygı duyar
aralıkta kurdukları ilişkilerin büyüten, geliştiren özelliği vardır. Benmerkezcilikten uzak,
sabırlı ve kabullenici bir tutumla gelişen ilişki ve iletişim ortamı oluşturmak istediğimiz
bir birlikteliktir. Bazen böylesi bir birliktelikte ötekinin istediğini yapmak, fedakârlık
göstermek, onun isteklerine duyarlı olmak, affetmek, istenilenleri de elde etmeyi getirebilir.
Karşımızdakine ilişkin olumlu duygu ve yaşantılar kendimizin de olumlu olmasını sağlar.
Tabii ki birbirlerini çok seven, değer veren pek çok kişinin gün olur yolları da ayrılabilir.
Ancak bunu usule ve birbirlerinin sınırlarına, haklarına saygı göstererek yapmanın da
değerli olduğuna inanıyorum. Yolların kesişmesi kadar yolların ayrılması da mümkündür.
İçinde yaşadığımız dönemde, birlikte yaşamayı da ayrılmayı da beceremediğimiz örnekleri
sanal âlem, görsel ve yazılı medyada çok fazla izlemeye başladık. Hatta kadının erkek
tarafından sayısız kez bıçaklanmasını durdurmadan telefona çekip, medyaya servis etme,
sorumluluk mu? Biraz yozlaşma mı? Kanıksama mı? Belki hepsi! Ama çaresizce çocuğunun
yanında öldürülen kadınlar artık yoklar. Evladının acısı nasıl bitecek, içinde umutlar ne
zaman yeşerecek bilmiyoruz.
Bireyselleşmenin sağlıklı olması, öfke duygusunu düzenleme ve dengeli bir dışa
vurmayı sağlayabilir. Bireylerin her tür duygu ile baş edebilen özelliğe kavuşması,
beceri repertuvarını zenginleştirmesi gerekir. Çünkü bazı durumlarda hastalıklı sevgiler,
saplantılı duygular, ya benim ya da toprağın gibi hastalıklı tutumlar şiddetin ortaya
çıkmasına neden olur. Bireyselliklerin düşünsel, duygusal ve davranışsal parçalarının
denge ve uyum içinde olması sağlıklıdır. Ancak bu denge çok kolay sağlanamaz. Pek çok
akıllı kişinin hislerini, en çok sevdiğine söyleyemediğine hepimiz tanığızdır. Bu çerçevede
hayat boyu sürecek olan öğrenmelerimizi, grup içi farkındalık ve paylaşımlarla arttırmanın
değerine inanıyorum. Toplumdaki demokrasi idealinin sözde değil, doyumlu ve anlamlı
ilişki aidiyetlerine dönüşmesinin önemli olduğuna inanıyorum. Yaşantıya aktarabildiğimiz
düşüncelerimiz ve ideallerimiz geleceğimizin umudu olacaktır.
İlişkilerimizin hak ve fırsat eşitliğinden uzak olması temel problem alanlarımızdandır. Bireyi
güçlendirme çalışmalarında, aileye rağmen izlenen usul hatalarına dikkat edilmelidir. Aile,
modernite karşıtı bir kurum değil; moderniteye rağmen aidiyet ve bağlılığın sürdürülmesi
beklenen bir kurumdur. Yalnızlaşan, aidiyet ve bağlılık hissetmeyen bireylerin toplumsal
yaşama katkı verme motivasyonlarının da az olabileceğinden endişe edilmelidir. Çünkü
bireyin kendini gerçekleştirmesi ve yeteneklerini geliştirmesinin mümkün olduğu aile
birlikteliklerinde, bağımlılıklar ve aidiyetin bireysel özgürlüklerle herhangi bir problemi
olduğunu düşünmüyorum.
Bu çerçevede kültürel farklılıklara duyarlı profesyonel bilgi ve becerisi ile sürekli olarak
büyüyen ve gelişen kurumsallaşmış aile destek hizmetlerinin, ailenin kuruluşundan
itibaren destek vermesinin önemi büyüktür. Toplumsal yapımızdaki örgütlenme eksikliği
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 47
mahalli düzeyde ayrı çalışmaların yaygınlaşmasını engelleyen bir durumdur. Toplumsal
refahın yalnızca devlet eliyle ve desteğiyle değil; toplumun bütününün, sivil toplum
örgütlerinin katılımı ve desteği ile sağlanabileceğine inanmaktayım. Aile birlikteliği
ve bütünlüğünün olmadığı durumlarda -boşanma- şiddet ve aile üyelerine sağlanacak
hizmetlerin, bireysel fonksiyonelliğin sağlanmasına yönelmesi kaçınılmazdır. Ancak
birliktelik ve bütünlüğe verilen önemin geleneksellik olarak etiketlenmesinin uygun
olduğuna inanmıyorum. Pek çok çalışmamızda vurguladığımız gibi sevgi ve saygı ile
sürdürülen birlikteliklerde diğerine, kadına, erkeğe, çocuğa yönelik şiddet yok denecek
kadar azdır. Nitekim kutsiyet atfederek özel ve mahrem alana sıkıştırılmış ilişkilerin
ötekinin mağduriyeti ve hak ihlaline kurban gitmesini hoş göremeyiz. Her tür şiddete sıfır
toleransın olduğu bir toplumsal yaşam ve birlikteliğin hayallerimizde kalmaması için,
kendimize, ötekine, bizden farklı olana, kendimiz kadar değer verip anlamayı öğrenebiliriz.
Bu gerçeğin gerçekliğimiz olması insanlığımızın gereğidir.
Aile hayatı, eğitim programları, evlilik öncesi hazırlık, okullardaki bireysel ve aile
çalışmalarına ilişkin birçok destek hizmetlerinin yaygınlaştırılıp, etkinleştirilmesi
gerekir. Aile çalışmaları zor, zahmetli ve sorumluluk isteyen birçok rolün (savunuculuk,
eğitimcilik, arabuluculuk, organizatörlük vb.) bir veya birkaçını gerektirir. Sağlıklı ve
fonksiyonel birlikteliklerin çoğunlukta olduğu toplumlarda toplumsal refahın artacağı
ve bireyin kendisini gerçekleştirme problemlerinin olmayacağına inanıyorum. Tabii ki
kız-erkek ayrımı yapmadan farklılıklarını özenle besleyen, kabul eden, eğitim, istihdam,
kariyer yapma hakkıyla büyütülen çocukların yürüteceği beraberlikler de aynı anlayışla
sürdürülebilir. Küreselden, toplumlara, kültürün bütün katmanlarına sirayet eden şiddet,
sonunda insanlığın sonu olabilir.
Daha içimize sinen, rollerimiz, hayatlarımıza…
48 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Kaynakça
Akın A., “Bir Sağlıkçı Gözünden Kadına Yönelik Şiddet”, Ed. Kaya, F. ve ark., Kadınların ve Kız
Çocuklarının İnsan Hakları, Ankara, Savaş Yayınevi, 2014.
Anne P., Demokrasinin Cinsiyeti, Çev. Alev Türker, Metis Yayınevi, İstanbul, 1995.
Aslantürk H., Tam Aileye ve Tek Ebeveynli Aileye Sahip Üniversite Öğrencilerinin Aile
Aidiyetlerinin Karşılaştırılması, Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Basılmamış
Doktora Tezi, Konya, 2017.
Ayhan D., Kadının Değişen Toplumsal Rolü ve Aile Hayatı, KADEM Yayınları, 2016.
Bal M., “Rousseau ve Şiddetin Kaynağı Olarak Eşitsizlik”, Doğu Batı Dergisi, Şiddet Özel
Sayısı, 43, 2006.
Beauvour S., Genç Kızlık Çağı, Çev. Berktay Onaran, Payel Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul, 1979,
s.127.
Bowlby J., Bağlanma (T.V. Soylu), Pinhan, 2012 (ilk baskı, 1969).
Buz S., Zorunlu Çıkış Zorlu Kabul Mültecilik, Ankara, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma
Derneği Yayınları, 2003.
Çadır M., “Türkiye‘de Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gelişmeler, Kazanımlar”, Kadına Karşı
Şiddetle Mücadele, Taştan C., Küçüker Yıldız A., Polis Akademisi Yayınları, Ankara, 2018
Çakır S., Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınevi, İstanbul,1996.
Dökmen Z., Toplumsal Cinsiyet Sosyal ve Psikolojik Açıklamalar, İkinci Baskı, Remzi Kitapevi,
İstanbul, 2010.
Durakbaşa A., Halide Edip. Türk Modernleşmesi ve Feminizm, İletişim Yayınları, 2.Baskı,
İstanbul, 2002.
Dursun Ç., “Kadına Yönelik Şiddet Karşısı Haber Etiği”, Fe Dergisi, 2, no:1, s.19-32.
Dünya Sağlık Örgütü, 2017 Dünya Sağlık Örgütü Şiddet, http//www.who.int. Violence-injuryprevention.
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 49
Dünya Sağlık Örgütü, 2016 Şiddet İstatistikleri, http//www.who.violence statistics.
Freud S., Psikanaliz Üzerine, Çev. Avni Öneş, Say Yayınları, İstanbul, 1991.
Geniş Ufuklar-Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Ege Üniversitesi, Kadın Araştırmaları Merkezi̇,
İzmir, 2012.
Giddens A., Sosyal Teorinin Temel Problemleri, Paradigma Yayıncılık, 2005, İstanbul.
Girginer U., Türk Toplumunda Cinsiyet Rolleri Algısı, Ege Üniversitesi. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,1994.
Gökkaya V. B., Kadına Yönelik Şiddet. Adli Sosyal Hizmet. Yaklaşım ve Müdahaleler, Ed. Yücel
D., Gönültaş B., Nobel Yayınevi, Ankara, 2016.
Gültekin M., Şahin M., Türkiye’de ve Dünyada Kadına Şiddet, Sosyal Ekonomik ve Kültürel
Araştırmalar Merkezi̇, İstanbul, 2015.
Hogg M., Sosyal Psikolojik Açıdan Grupta Bütünleşme, Çev. Mavili Aktaş A., Sistem Yayıncılık,
İstanbul, 1996.
Kaylı Şaşman D., Kadın Bedeni ve Özgürleşmesi, İlya Yayınevi, İzmir, 2012.
Kesebir S., Kavzsoğlu S., Üstündağ M. F., “Bağlanma ve Psikopatoloji. Psikiyatride Güncel
Yaklaşımlar”, Current Approaches in Psychiatry, 3 (2), 321-342, 2011.
Kocacık F., “Şiddet Olgusu Üzerine”, C.Ü. İİBF Dergisi, 2001.
Mavili Aktaş A., “Kitle Hareketlerinin Psikolojisi. Düşünenlerin Düşüncesi”, Milliyet Gazetesi,
30 Temmuz 1993.
Mavili A., Aile İçi Şiddet. Kadının ve Çocuğun Korunması, Elma Yayınları, Ankara, 2014.
Mavili A., Ben ve Ailem, Atlas Yayınevi, Konya, 2014.
Mavili A., “Kadının ve Çocuğun Şiddetten Korunması”, Kadına Karşı Şiddetle Mücadele.
50 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Odağ C., “İntihar. Öz Kıyım, Tanım, Kuram, Sağaltım”, İzmir Psikiyatri Derneği, Psikoterapileri
Birimi, İzmir, 1996.
Oktik N., “Bireysel Bir Şiddet Olarak İntiharın Sosyolojik Açılımı”, Doğu Batı Dergisi, 43, s.
201-218, 2016.
Özdemir G. Y., Çalışmak Güzel ve Güneşli Günlere Hasret Çalışmak. 22 Yüzyılda Kadın Emeği
ve Sağlık, Ankara Orion Kitap evi, 2012, s.313-333.
Özdemir E., “İş Yerinde Cinsel Taciz”, Çalışma ve Toplum Dergisi, cilt 11, s.83- 96.
Özdoğru F., Dünyada Mülteci Hareketleri, “Türkiye’nin Konumu ve Mültecilerin Karşılaştığı
Sorunlar”, Ed. Özkan, 35-40, İHH Yayınevi, 2009.
Savaş F. B., İş Yerinde Manevi Taciz, İstanbul, 2007.
Stahl S., Bağlanma Korkusu (çev. C. Aydın), Kural Dışı, İstanbul, 2016.
Tarhan N., Duyguların Psikolojisi, Timaş Yayınevi, 2015, İstanbul.
Tarhan N., Aile Okulu, Timaş Yayınevi, İstanbul, 2013.
Taştan Ç., Küçüker Yıldız A., Kadına Karşı Şiddetle Mücadele, Hukuk Deyimler ve Aktörler,
Polis Akademisi Yayınları, Ankara, 2018.
Taştan Ç., Küçüker Yıldız A., Türkiye’de Kadın Cinayetleri. 2016 Yılı Verileri ve Analizi, Polis
Akademisi Yayınları, Ankara, 2019.
TBMM, Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan TBMM Araştırma
Raporu. Başbakanlık, KSGM, Ankara, 2006.
Tekeli Ş., Birinci Dalga ve İkinci Dalga Feminist Hareketin Karşılaştırılması, Tarih Vakfı Yayını,
İstanbul, 1998.
Türkiye Aile Yapısı Araştırması, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Taya, 2006.
UN, Declaration On the Elimination of Violence Against Women, 85.th.Plenary meeting.
December 20th 1993.
Ünal V,. “Göçmenler, Sığınmacılar, Mülteciler ve Sosyal Hizmet”, Adli Sosyal Hizmet Yaklaşım
ve Müdahale, ed: Yücel D., Gönültaş B., Nobel Yayınevi, Ankara, 2016.
Yavuzer H., Eğitim ve Gelişim Özellikleriyle Okul Çağı Çocuğu, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2006.
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 51
Yıldızdoğan A., Mamiz E., “Kadınların Çalışma Hayatında Cinsiyete Dayalı Karşılaştıkları
Sorunlar, Psikolojik Taciz ve Cinsel Taciz”, Sosyal Yaşam ve Kadın, Kadem, 2016, Konya.
UNDP. Human Development Report. New York.2015 USA.
WHO, Violence And Health. 2002.
52 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Kadına, Çocuğa ve Güçsüz İnsanlara
Karşı Uygulanan Şiddetle Mücadelenin
Hukuki BoyutuPROF. DR. AHMET GÖKCEN / DOÇ. DR. M. EMİN ALŞAHİN / DR. ÖĞR. ÜYESİ KERİM ÇAKIR
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı
Psiko-Sosyal Açıdan Şiddet 5354 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
1- Genel Açıklamalar
I- Türk Ceza Kanunu’nda
Şiddeti, Suç İşlenmesini Önlemek
İçin Getirilmiş Hükümler
Anayasalarda hak ve özgürlükler düzenlenir, bunların ihlalinin müeyyidesi ise ceza
kanunlarında gösterilir.[1]
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK, odağında insan olan ve hedefi
insan hak ve özgürlüklerini etkin şekilde korumak olan bir kanundur. TCK, kural olarak
bütün suç mağdurlarını (kadınları, güçsüzleri, çoçukları, yaşlıları) koruduğu için aşağıda
konuya ilişkin belli başlı maddeler gerekçeleri ile birlikte verilmiş, her maddede kadınlarla
ilgili hususları ayrıca ayıklamak ve vurgulamak gereği duyulmamıştır.
İnsan hak ve özgürlüklerini etkin bir biçimde korumak için öncelikle suçun işlenmesinin
önlenmesi ve suç işleme oranlarının asgari düzeye inmesinin sağlanması gerekir. İkinci
olarak da suçun failini en kısa zamanda bulup kusuruyla orantılı bir biçimde cezalandırmak
gerekir. Son olarak da ceza infaz edilirken uygulanacak eğitim programları ve hükümlülere
mahsus prosedürlerle kişi topluma yeniden kazandırılmalıdır. Yeni Türk ceza adalet
sistemi bunu hedeflemiştir. İfade edelim ki bir devlette hak ve özgürlüklerin ihlali ne kadar
azsa hukuk standartları da o kadar yüksek demektir.
[1] Bu çalışmada yer alan açıklamalar, Artuk, M Emin -Gökcen, Ahmet -Alşahin, M Emin – Çakır, Kerim tarafından
kaleme alınan Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2019 isimli kitaptan özetlenmiştir. Daha fazla
bilgi için bu kitaba bakılmalıdır.
PROF. DR. AHMET GÖKCEN
DOÇ. DR. M. EMİN ALŞAHİN
DR. ÖĞR. ÜYESİ KERİM ÇAKIR
Hukuki Açıdan Şiddet 55
765 sayılı eski TCK’da yer alan ve kadının mağduriyetine sebebiyet veren hükümler
yürürlükten kaldırılmış,[2] kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi amacıyla
önemli düzenlemeler hayata geçirilmiştir.
11.5.2011 tarihinde de kadına karşı şiddetle mücadele konusunda yeni standartların
belirlenmesi maksadıyla “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla
Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) kabul edilmiş ve
bu sözleşme doğrultusunda 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun” yürürlüğe girmiştir.
Aşağıda önce TCK’da yer alan ve kadının, çocuğun, güçsüzlerin hayatına, vücut
dokunulmazlığına, cinsel dokunulmazlığına ve hürriyetine karşı işlenen bazı suçlar
hakkında kısa bilgiler verilecek, sonra da 6284 sayılı Kanun hükümleri ele alınacaktır.
[2] Bunun belli başlı örneklerinden biri, cinsel saldırıya uğrayan kadını, tecavüzcüsü ile evlenmeye teşvik eden
434. maddenin yeni kanuna alınmamasıdır.
56 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
2. Hayata Karşı Suçlar:
Kasten Öldürme, Suçun Nitelikli Hâlleri, Kasten
Öldürmenin İhmalî Davranışla İşlenmesi, İntihara
Yönlendirme (TCK m. 81-83, 84)
Madde 81- (1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Madde 82-(1) Kasten öldürme suçunun;
a) Tasarlayarak,
b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,
c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya
kimyasal silah kullanmak suretiyle,
d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,
e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda
bulunan kişiye karşı,
f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,
g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya
da yakalanmamak amacıyla,
i) Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle,
j) Kan gütme saikiyle,
k) Töre saikiyle,
işlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.
Kasten Öldürme
Kasten Öldürmenin Nitelikli Hâlleri
İntihara Yönlendirme
Madde 84 – (1) Başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını
kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişi, iki yıldan
beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(4) İşlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan veya ortadan
kaldırılan kişileri intihara sevk edenlerle, cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kişileri
intihara mecbur edenler, kasten öldürme suçundan sorumlu tutulurlar.
Hukuki Açıdan Şiddet 57
B – Suçlara Dair Kısa Açıklamalar
Kasten öldürme, insanlık tarihi ile yaşıt bir suç tipidir. Toplumsal hayatın vazgeçilmez
unsuru olan insanın var olması, yaşama hakkının etkin bir şekilde korunması ile
mümkündür. Bir kimsenin keyfî olarak yaşama hakkından mahrum bırakılması diğer tüm
temel hakları anlamsız bırakır, kullanılamaz hâle getirir. Yaşam, hak sahipliğinin temelidir.
Savaş zamanında ve ulusun varlığını tehdit eden diğer olağanüstü hâllerde bile bu hak
esirgenemez. Bu itibarla kasten öldürme suçu, ceza kanunlarında genelde yaptırım
sisteminde yer alan en ağır ceza ile karşılanır. Bu fiili işleyenler yukarıda metnini verdiğimiz
TCK’nın 81, 82 ve 83’üncü maddeleri uyarınca en ağır cezalarla cezalandırılmıştır.
Kasten öldürme suçunda korunan hukuki değer; yaşama hakkıdır.
Bu hakkın korunması, kişinin diğer tüm temel haklarının varlığı için zorunludur. Çünkü
yaşama hakkı elinden alınan kişinin, diğer temel haklarını kullanabilmesi fiilen mümkün
değildir. Bu sebeple, yaşama hakkı, bireysel varlıklar hiyerarşisi içinde en üstte yer alır.
Ceza hukuku da bu prensipten hareketle yaşama hakkını, önemine uygun bir şekilde
korumayı hedeflemiştir.
Yaşama hakkının korunması toplumsal açıdan da önemlidir. Devletin en önemli
görevlerinden biri, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır;
özellikle yaşama hakkı yönünden, pozitif yükümlülükler ön plana çıkar. Keza toplumda,
bireylerin hayatlarının, devletin koruması altında olduğu yolundaki güven duygusunun
oluşturulması şarttır. Bir toplumda bireylerin can güvenliklerinden emin olmaları, onların
özgürlüklerini idrak edebilmelerinin olmazsa olmaz şartlarındandır.
Yaşama hakkı, önemi dolayısıyla, tarihin her döneminde insan haklarına ilişkin
düzenlemeler getiren tüm belgelerde, “can güvenliği” olarak teminat altına alınmıştır. Bu
hak, üzerinde tasarruf edilemeyen, vazgeçilmez bir değer olarak ulusal ve uluslararası
tüm hukuk kurallarıyla koruma altına alınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2’nci maddesinde; “Herkesin yaşama hakkı yasanın
koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında
mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürüleme”
denilerek yaşama hakkının önemine vurgu yapılmıştır.
Sözleşmeye taraf devletlerin yükümlülüğü, sadece iradi ve kural dışı surette ölüme
sebebiyet vermemek ile yani öldürme yasağı ile sınırlı değildir. Aynı zamanda topraklarında
yaşayan kişilerin hayatını, ölümle sonuçlanabilecek saldırı yahut eylemlere karşı koruma
pozitif yükümlülüğünü de içerir.
Kasten öldürme suçunun belli akrabalık ilişkisi içinde bulunulan kişilere karşı işlenmesi
bir nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bu kişiler, üstsoy veya altsoydan biri ya da eş veya
58 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
kardeştir (m. 82/1-d). Bu nitelikli hâlin uygulanabilmesi için suçun failinin özel faillik vasfı
taşıması gerekir.
Akrabaya karşı kasten öldürme suçunun işlenmesinin nitelikli hâl olarak kabul edilmesinin
sebebi, faildeki kötülük derecesinin çokluğu ve mağdurun kendisini savunmasındaki
yetersizliktir. Doktrinde, akrabadan birinin öldürülmesinin failin kötü karakterini ve
kınanabilir eğilimlerini gösterdiği için daha ağır cezalandırıldığı ifade edilmiştir.
Suçun eşe karşı işlenmesi, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir.
Eş sözlükte; “karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika” anlamına gelmektedir. Hukuki
anlamda eş, TMK’da düzenlenen evlenme akdiyle kurulan ilişkinin taraflarını ifade eder.
Fail ile mağdur arasında geçerli bir evlilik akdi varken ayrılık kararı verilmişse hâlen
geçerli bir evlilik söz konusu olduğundan nitelikli hâl oluşur. Kişi boşandıktan ve bu karar
kesinleştikten sonra suçun işlenmesi hâlinde ise bu nitelikli hâl uygulanmaz. Nitelikli
hâlin uygulanabilmesi için suçun işlendiği anda “eş” olma zorunludur.
Yargıtay, eş olmanın kabul edilmesi için arada geçerli bir resmî nikâhın bulunmasını
aramaktadır. Ayrıca Yargıtay, evlenme mutlak butlanla geçersiz hâle gelmişse, evliliğin
devamı sırasında işlenen kasten öldürme suçunda nitelikli hâlin uygulanmayacağı
görüşündedir.
Soyaslan’a göre; dinî nikâhla yapılan evlilikleri ve butlanla sakat olan evlilikleri de madde
kapsamında değerlendirmek gerekir. Çünkü kanunda eşlerin öldürülmesinin nitelikli hâl
kabul edilmesinin sebebi bu denli fiilî yakınlığa rağmen birbirini öldürecek kadar kötü
iradeye sahip olmalarıdır.[3]
Anayasa’nın 10’uncu maddesi, 6284 sayılı Kanun’un düzenlemeleri, nitelikli hâlin ihdas
sebebi, maddenin bu güne kadarki uygulanış biçimi dikkate alındığında Yargıtay’ın
değerlendirmesinin doğru olmadığı fikrindeyiz.
5237 sayılı yeni TCK ile getirilen nitelikli hâllerden biri de töre saiki ile kasten öldürmedir.
Töre saikiyle öldürmenin kabul edilebilmesi için; “haksız tahrik hükümlerinin uygulanması
imkânının olmadığı bir durumda öldürme fiilinin, namus kurtarmak adına, aile meclisinin
kararı olarak, kirlendiği düşünülen kadın veya kızın yahut kadın veya kızla birlikte
kirletenin öldürülmesi biçiminde gerçekleşmiş olması aranır”.
Yargıtay’ın aile meclisi kararını aramayan kararları olduğu gibi, aksi yönde içtihadı da
vardır. Bu hususta töre cinayetleriyle kastedilenin, medeni durumlarından bağımsız olarak
kadınların aile namusunu ve şerefini kurtarmak adına, geniş anlamda ve çekirdek aileyle
[3] Bkz. Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 8. Baskı, Ankara, 2010, s. 101.
Hukuki Açıdan Şiddet 59
[4] “Sanık Cumali’nin kardeşi olan diğer sanık Orhan’ın eşi maktul Aysel’in, sanık Orhan cezaevindeyken maktul
Ahmet ile aralarındaki gönül ilişkisi nedeniyle öldürme eylemini gerçekleştirdiği ve kabulünde bu yönde olduğu
olayda; yengesi olan Aysel ile Ahmet’in ilişkilerini ailenin namus ve şerefini eksilten bir davranış olarak nitelendiren
sanığın, eylemini töre (namusunu kurtarmak) saiki ile gerçekleştirdiği anlaşılmakla, TCK’nin 82/1-a bendi yanında
82/1-k bendi uyarınca da hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi”. Bkz. Yargıtay 1. CD., 02.11.2011, 5149/6551.
[5] Tarihî gelişim konusunda bkz. Artuk, Mehmet Emin, “Mukayeseli Hukuk ve Türk Hukukunda İntihara İkna ve
Yardım Suçu”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları, Cilt: 8, Sayı:1-3, İstanbul 1995, s. 7 vd.
sınırlandırılamayacak bir ailenin üyeleri tarafından öldürülmesi olduğu da ifade edilmiştir.
Yargıtay’ın bu yönde kararları vardır.[4]
İntihar, Arapça “nahr” kelimesinden türetilmiş olup, kişinin kendi hayatına son vermesidir.
Eski devirlerde ve Orta Çağ’da intihar eylemi suç sayılmış ve müntehirin cesedi üzerinde
birtakım yaptırımlarda bulunulmuş, geride kalan malları müsadere edilmiştir.
Hıristiyanlığın ortaya çıkmasından itibaren adam öldürmeyle bir tutulan intihar, Avrupa’da
uzun zaman cezalandırılan bir fiil olmaya devam etti. Bu zamanlarda intihara yardım
fiilinin suç sayılıp sayılmadığını elimizde kanuni hükümler bulunmadığından kesinlikle
söyleyemiyoruz. Ancak asıl fiilin suç olduğu bu dönemlerde yardımın da cezayı gerektirdiği
kuvvetle tahmin edilebilir. Ağır bir biçimde cezalandırılan (cenaze töreninin yapılmaması,
müntehirin mallarının müsaderesi) intihar fiilinin kovuşturulması 18. asrın sonlarına doğru
özellikle Beccaria, Montesquie ve Voltaire’nin etkisiyle seyrekleşti.[5]
İntihar ve intihara teşebbüsün cezalandırılmamasına karşılık, 18. asrın sonlarından itibaren
intihara yardımın suç sayıldığı açıkça ülke kanunlarında görülmektedir.
İntihara yönlendirme suçu, suç genel teorisi açısından bazı özellikler göstermektedir.
İntihar edenin ruhsuz cesedi üzerinde uygulanacak cezanın hiçbir etkisi olmayacağından
ve gülünç bir durum arz edeceğinden, bir kimsenin kendisini öldürmesi suç değildir. Esas
fiil, yani intihar, suç olmayınca ona iştirak (azmettirme, yardım etme) de genel kural
gereğince suç değildir. Çünkü kendisi suç olmayan bir fiile iştirak de cezayı gerektirmez. İşte
azmettirme, teşvik etme veya yardım etme suretiyle başkalarının hayatına kastedenlerin
cezasız kalmamalarını sağlamak için kanun koyucu, intihara yönlendirme adıyla ayrı bir
suç oluşturmuştur. İntihara yönlendirme teknik açıdan iştirak olmayıp, başlı başına ayrı
bir suçtur.
İntihara yönlendirme suçu ile korunan hukuki değer adam öldürme suçunun koruduğu
hukuki değer ile aynıdır. Bu suç ile insanın doğuştan sahip olduğu tabii bir hak olan yaşama
hakkı, insan hayatı korunmaktadır. Diğer bütün hak ve özgürlüklerden yararlanmanın ön
şartını oluşturan yaşama hakkına tecavüz edilemez. Bir insanın yaşama hakkı sadece onu
değil, yakınlarını hatta bütün toplumu ilgilendirir. Gerçekten fertlerin hayatı ile sürüp
60 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
giden toplum, kendi varlığının devamı için hayat hakkına tecavüzlere kayıtsız kalamaz.
Toplumun varlığını sürdürebilmesi ve dolayısıyla gayesine ulaşabilmesi fertlerin hayatı
ile mümkündür. İşte bu nedenle toplum bir ferdini kaybetmemek için gereken tedbirleri
almakta ve başkalarının ölümlerine yol açan hareketlere engel olmaya çalışmaktadır.
Hukukumuzda intihar etme fiili, suç olarak düzenlenmemiştir. İntihar ölümle neticelenmişse,
ortada fail bulunmadığından ölenin cezalandırılması mümkün değildir. İntihara teşebbüs
eden kimsenin cezalandırılmaması ise, suç politikasıyla izah edilebilir. Gerçekten, intihara
teşebbüs eden kişinin cezalandırılmasında ne bireysel ne de kamusal bir menfaat
bulunmaktadır. Bununla birlikte, kişilerin yaşam haklarını korumak devletin pozitif
yükümlülüğüdür. Kanun koyucu da bu yükümlülüğün bir sonucu olarak, başkalarını intihara
yönlendirmeyi yaptırıma bağlamıştır.
3. Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar:
Kasten Yaralama, Kasten Yaralamanın Netice
Sebebiyle Ağırlaşmış Hâlleri, Kasten Yaralamanın
İhmali Davranışla İşlenmesi, İşkence ve Eziyet
(TCK m. 86-88, 94-96)
Madde 86 – (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama
yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahâleyle
giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla
kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
işlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
Kasten Yaralama
Hukuki Açıdan Şiddet 61
Madde 94 – (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal
yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına
yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan on iki yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur.
(2) Suçun;
a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan
kişiye ya da gebe kadına karşı,
b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla,
işlenmesi hâlinde, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi hâlinde, on yıldan on beş yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur.
(4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de, kamu görevlisi gibi cezalandırılır.
(5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi hâlinde, verilecek cezada bu nedenle indirim
yapılmaz.
(6) (Ek: 11.4.2013-6459/9) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.
Madde 87 – (1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat arttırılır. Ancak, verilecek
ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az
olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat arttırılır. Ancak, verilecek ceza,
birinci fıkraya giren hâllerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde sekiz yıldan az olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması hâlinde,
yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki
etkisine göre, yarısına kadar artırılır.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci
fıkrasına giren hâllerde sekiz yıldan on iki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hâllerde ise
on iki yıldan on altı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
İşkence
Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Yaralama
62 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Madde 95 – (1) İşkence fiilleri, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, yarı oranında arttırılır.
(2) İşkence fiilleri, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat arttırılır.
(3) İşkence fiillerinin vücutta kemik kırılmasına neden olması hâlinde, kırığın hayat
fonksiyonlarındaki etkisine göre sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(4) İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
hükmolunur.
Madde 96 – (1) Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi
hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Yukarıdaki fıkra kapsamına giren fiillerin;
a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan
kişiye ya da gebe kadına karşı,
b) Üstsoy veya altsoya, babalık veya analığa ya da eşe karşı,
işlenmesi hâlinde, kişi hakkında üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış İşkence
Eziyet
B. Suç Tipleri ile İlgili Kısa Açıklamalar (m. 86-88, 94-96)
Vücut dokunulmazlığı; TCK’ nın ikinci kitabının kişilere karşı suçların düzenlendiği ikinci
kısmının “vücut dokunulmazlığına karşı suçlar”ın düzenlendiği ikinci bölümünde yukarıda
metinlerini verdiğimiz “Kasten Yaralama” başlıklı 86 vd. maddelerindeki düzenlemelerle
koruma altına alınmıştır.
İnsanın insan olması dolayısıyla doğuştan sahip olduğu haklardan biri “vücut
dokunulmazlığı” olup, bu hak Anayasa ve Milletlerarası Sözleşmeler’de güvence altına
alınmıştır (AY. m. 17, AİHS m. 3 vd., İHEB m. 3 vd.). Vücut dokunulmazlığının güvence altında
Hukuki Açıdan Şiddet 63
olması sayesinde insan, toplum içinde saygınlığını, maddi ve manevi varlığını korur,
serbestçe geliştirebilir. Bu hak, mevzuatımızda hem ceza hem de özel hukuk alanında
korunmuştur.
Kişinin doğumundan ölümüne kadar vücuduna, sağlığına yönelen saldırılar ceza kanunları
ile yaptırım altına alınarak bireylerin vücut bütünlüğü korunmak istenmiştir. Ceza hukuku
bireyi yalnız anatomik olarak değil, ruh ve akıl sağlığı, algılama yeteneği yönünden de
korumayı amaçlamıştır.
İnceleme konusu suçla; kişinin vücut bütünlüğü, beden ve akıl sağlığının yanı sıra
toplumsal değerler de korunmaktadır. Çünkü medeni toplumlarda devlet, insanların
güven içinde yaşamalarını sağlamak, herhangi bir saldırıya maruz kalmalarını önlemekle
yükümlüdür. Kişinin sağlık, spor gibi kamusal faaliyetler dışında, vücudu üzerinde bir
güç kullanılmasına izin verme hakkı yoktur. Kişinin vücut bütünlüğünün herkese, hatta
kendisine karşı korunması her medeni toplumun ve devletin başta gelen görevidir.
Suçun eşe karşı işlenmesi, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir.
Eş ile birlikte söz konusu olan kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader, damat, gelin gibi sıhri
hısımlar nitelikli hâlin kapsamına girmez.
Yargıtay, kasten öldürme ve yaralama suçu ile ilgili verdiği kararlarda eş olmanın kabul
edilmesi için arada geçerli bir resmî nikâhın bulunmasını aramaktadır.
İfade etmek gerekir ki bu uygulama da adaletsiz sonuçlar doğurmaktadır. Aralarında resmî
nikâh olmamakla birlikte uzun süre birlikte yaşayan, hatta bu birlikteliklerinden çocukları
olan, etrafta karı koca olarak bilinen kişiler hakkında bu hüküm uygulanmazken aralarında
resmî nikâh bulunmasına rağmen fiilen yıllardır ayrı yaşayan kimseler açısından bu
hükümler uygulanmakta ve kişi daha ağır ceza ile cezalandırılmaktadır.
Düşüncemize göre bu hüküm; sadece resmî nikâhlı olanları değil, resmî nikâhlı olmasa
dahi karı koca hayatı yaşayan ve bunu çevresinde alenileştirmiş olan kimseleri, dinî
nikâhla yapılan evlilikleri ve butlanla sakat olan evlilikleri de kapsayacak şekilde
yorumlanmalıdır. Çünkü kanunun; eşlerin yaralanmasını nitelikli hâl kabul etmesinin
sebebi, birbirine bu denli fiili yakınlığı bulunan kimselerin birbirini yaralayacak kadar
kötü iradeye sahip olmalarıdır. Bu bakımdan Anayasa’nın 10. maddesinin hükmü, 6284
sayılı Kanun’un düzenlemeleri, nitelikli hâlin ihdas sebebi, maddenin bu güne kadarki
uygulanış biçimi dikkate alındığında Yargıtay’ın konuya ilişkin görüşünün doğru olmadığı
kanaatindeyiz.
TCK’nın 87’nci maddesinde kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış
hâllerine yer verilmektedir. Kanunda, bu maddede suç sayılan hâllerde uygulanacak
cezayı belirleyebilmek için kasten yaralama suçunun temel şekli ve bir kısım nitelikli
hâllerin düzenlendiği bir önceki 86. maddeye atıf yapıldığından evvela 86. maddeye göre
cezayı tayin etmek ve çıkan sonuca göre netice sebebiyle ağırlaşmış hâlden verilecek
64 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
cezayı belirlemek gerekir. Burada öngörülen ağır neticeler cezalandırılırken, fiilin icraî
veya ihmalî davranışla gerçekleşmiş olması arasında bir fark yoktur.
Kasten yaralama suçunda olduğu gibi bazı suç tiplerinde, kişinin kastettiğinden daha ağır
veya başka bir neticenin gerçekleşmesi ayrıca yaptırıma tâbi tutulur. Bu gibi hâllerde
esasen kişi suçun temel şekli bakımından kasten hareket etmiş, ancak kastettiği suçtan
veya bu suçun neticesinden daha ağır veya başka bir netice meydana gelmiştir. Kuşkusuz,
ceza sorumluluğu açısından failin temel suça ilişkin fiili ile meydana gelen ağır netice
arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu konuda nedensellik bağı ile ilgili olarak ileri
sürülen ölçütlerden yararlanılacaktır. Ayrıca meydana gelen netice, objektif olarak faile
isnat edilebilir olmalıdır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ya failin hareketi sonucunda kastedilenden daha
ağır bir netice meydana gelmekte ya da suçun oluşması için aranan neticeden daha ağır
başka bir netice gerçekleşmektedir. Gerçekleşen bu ağır veya başka netice sebebiyle fail
daha ağır bir cezaya çarptırılmaktadır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçtan söz edilebilmesi için ilk şart, temel suç tipi bakımından
kasten hareket edilmesidir. Bu temel suç tipi neticeli bir suç olabileceği gibi sırf hareket
suçu da olabilir. İkinci olarak, failin gerçekleşen ağır veya başka netice bakımından en
azından taksirle hareket etmesi gerekmektedir.
İnceleme konumuzu oluşturan, TCK’nın 87’nci maddesindeki ağır veya başka neticeler,
kasten yaralama suçunun (m. 86) daha ağır cezayı gerektiren neticesi sebebiyle ağırlaşmış
hâlleridir.
TCK’nın 87’nci maddesinin 1’nci fıkrası ile 2’nci fıkrasında yer alan neticesi sebebiyle
ağırlaşmış hâller, kendi aralarında seçimlik olarak düzenlenmiştir. Kasten yaralama sonucu
birinci fıkradaki neticelerden birkaçının birden gerçekleşmesi durumunda da cezada tek
artırım yapılacaktır. Birinci fıkrada yer alan neticelerle birlikte ikinci veya üçüncü fıkrada
yer alan neticelerden birinin de gerçekleşmesi durumunda ise sadece en ağırından dolayı
artırım yapılmalıdır.
Belirtelim ki inceleme konusu TCK’nın 87’nci maddenin 4’ncü fıkrasında, 86’ncı maddenin
2’nci fıkrasına yapılmış bir atıf bulunmamaktadır. Bu bakımdan yukarıda gerekçede
de işaret edildiği üzere kasten gerçekleştirilen basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek
yaralamadan (m. 86/2), öngörülmemiş olmasına rağmen ölüm neticesi meydana gelirse,
taksirle öldürmeden (m. 85) bahsetmek gerekir. Bundan başka TCK’nın 87’nci maddesinde
düzenlenen netice sebebiyle ağırlaşmış hâllerden biri somut olayda meydana gelmişse,
artık kasten gerçekleştirilen fiilin basit tıbbi müdahale ile giderilebilir olduğu (m. 86/2)
söylenemez. Yargıtay içtihatları da bu doğrultudadır.
Kasten yaralama suçunun ihmali davranışla işlenmesi TCK’nın 88. maddesinde yukarıda
metnini verdiğimiz şekilde düzenlenmiş olup mülga 765 sayılı TCK’da mevcut değildir.
Hukuki Açıdan Şiddet 65
Suç, unsurları itibarıyla TCK’nın 86. maddesi ile benzer özelliklere sahiptir. Her iki hüküm,
fiil ve fail bakımından ayrılmaktadır. Nitekim bu maddede yaptırım altına alınan fiil ihmali
davranışla işlenirken, 86. maddede yer alan kasten yaralama suçu icraî davranışla
işlenebilir.
Kasten yaralamanın ihmalî davranışla işlenmesi, kasten yaralama suçunun nitelikli
bir şekli olmayıp bağımsız bir suç tipidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi 5237 sayılı
TCK’da, kanunilik ilkesi gereğince kasten yaralamanın ihmalî davranışla işlenmesi ayrıca
düzenlenmiştir.
Kasten yaralamanın ihmalî davranışla işlenmesi, TCK’nın 86. maddesindeki kasten
yaralama suçundan; fiilin gerçekleştiriliş şekli açısından ayrılmaktadır. Manevi unsurlar,
suçun konusu, nitelikli hâller ve korunan hukuki değer bakımından her iki suç tipi aynı
özelliklere sahiptir.
TCK’nın 87. maddesinde kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlleri
düzenlenmiştir. Burada kasten yaralamadan sadece 86. maddedeki icraî davranışla
işlenen kasten yaralama suçu anlaşılmamalıdır. 88. maddede düzenlendiği şekliyle,
kasten yaralamanın ihmalî davranışla işlenmesi sonucunda da 87. maddedeki ağır veya
başka neticelerden biri veya birkaçı somut olayda meydana gelmiş olabilir. Bu durumda
87. maddeye göre belirlenecek cezada 88. maddeye göre indirip yapmak hususunda
hâkim takdir yetkisine sahiptir.
Suçla korunan hukuki yarar kişinin vücut tamlığı, beden, akıl sağlığı olmakla birlikte,
esasen korunan hukuki yarar toplumsal niteliklidir. Çünkü medeni toplumlarda devlet,
insanların güven içinde herhangi bir saldırıya maruz kalmalarını önlemekle yükümlüdür.
İşkence, TCK’nın ikinci kitabının, kişilere karşı suçlara ilişkin ikinci kısmının, “işkence ve
eziyet” başlıklı üçüncü bölümünde 94 ve 95’inci maddelerde düzenlenmiştir. Anayasa’nın
17’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında yer alan “kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” hükmünün
müeyyidesini oluşturan bu suç, doktrinde de genel olarak “işkence” olarak isimlendirilir.
İşkence fiilinin cezalandırılması ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de
bir gereğidir. Nitekim 10 Aralık 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi m. 5; 4 Kasım 1950
tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 3; 10 Şubat 1984 İşkenceye ve Diğer Zalimane,
Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi; 26
Kasım 1987 İşkencenin ve Gayriinsanî ya da Küçültücü Ceza ve Muamelelerin Önlenmesine
Dair Avrupa Sözleşmesi işkence yasağını düzenleyen uluslararası belgelerdir.
TCK’da kişilere karşı suçlara ilişkin ikinci kısımda düzenlenen 94’üncü maddenin
yasadaki yeri de dikkate alınarak, bu suçta öncelikle işkenceye maruz kalan kişiye ait
menfaatlerin korunduğunu ifade etmeliyiz. Gerçekten işkence bir kişiye karşı insan
onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve
irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar şeklinde tezahür
66 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
ettiğinden, bu suçla, söz konusu hareketlere hedef olan kişinin vücut bütünlüğü, ruh ve
beden sağlığı, şeref ve haysiyeti ve daha da ileri gidilerek yaşama hakkı korunmaktadır.
Netice olarak, işkence, karma hukuki konulu bir suçtur ve bu suçla korunan hukuki
değerleri, öncelikle suç mağduru bireye ait olmak üzere, ceza adaletine ve kamu idaresine
ilişkin menfaatler olarak belirtmeliyiz.
4. Cinsel Dokunulmazlığına Karşı Suçlar:
Cinsel Saldırı, Çocukların Cinsel İstismarı,
Cinsel Taciz (TCK m. 102, 103, 105)
Madde 102 – (Değişik: 18/6/2014-6545/58) (1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut
dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan
beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi
durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı
işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.
(3) Suçun;
a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak
suretiyle,
c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı
ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından,
d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,
e) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların
sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında arttırılır.
(4) Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine
neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(5) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Madde 103 -(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde üç yıldan
sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması
hâlinde verilecek ceza, istismar durumunda on yıldan, sarkıntılık durumunda beş yıldan az
Cinsel Saldırı
Çocukların Cinsel İstismarı
Hukuki Açıdan Şiddet 67
Madde 105 – (1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti
üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına fiilin çocuğa karşı
işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Suçun;
a) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin ya da aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan
faydalanmak suretiyle,
b) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım
veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
c) Aynı iş yerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
d) Posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
Cinsel Taciz
olamaz. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun failinin çocuk olması hâlinde soruşturma ve
kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikâyetine bağlıdır.
Cinsel istismar deyiminden;
a) On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam
ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her
türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir
nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi
durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on
iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza on sekiz yıldan az olamaz.
(3) Suçun;
a) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
b) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların
sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı
ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş veya evlat edinen tarafından,
d) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma,
bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
e) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehditle ya
da (b) bendindeki çocuklara karşı silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır
neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler
uygulanır.
(6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasına hükmolunur.
68 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
e) Teşhir suretiyle,
işlenmesi hâlinde yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır. Bu fiil
nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise
verilecek ceza bir yıldan az olamaz.
B. Suç Tipleri ile İlgili Kısa Açıklamalar (TCK m. 102, 103, 105)
TCK’nın ikinci kitabının “kişilere karşı suçlar” başlıklı ikinci kısmının “cinsel dokunulmazlığa
karşı suçlar”a ilişkin altıncı bölümünde cinsel saldırı (m. 102), çocukların cinsel istismarı
(m. 103), reşit olmayanla cinsel ilişki (m. 104) ve cinsel taciz (m. 105) suçları yer almaktadır.
Bu düzenleme tarzı ile bireyin cinsel dokunulmazlığı, bedeni ve cinsel tercihleri üzerindeki
hakları, özel hayatı, şeref ve haysiyeti, toplumsal mülahazalardan, edep, ahlak duygusu
gibi kavramlardan bağımsız, temel bir kişilik hakkı olarak korunmuştur.
Cinsel dokunulmazlığa karşı bu suç tipleri, bölüm içerisinde mağdurun özellikleri ile fiilin
niteliği göz önünde tutularak düzenlenmiştir.
Cinsel saldırı suçunun mağduru on sekiz yaşını doldurmuş, çocuk olmayan bir kimsedir.
Ayrıca bu eylemin, mağdurun vücut dokunulmazlığını ihlal eder tarzda gerçekleşmesi
gerekir.
Cinsel istismar da, bir çocuğa karşı vücut dokunulmazlığını ihlal eden cinsel davranışlarda
bulunulmasıdır. Yasamızın düzenlemesine göre on beş yaşını doldurmuş bir çocuğun,
vücut dokunulmazlığını ihlal eden cinsel davranışlara yönelik açıkladığı rıza geçerlidir ve
fiili hukuka uygun hâle getirir. Buna mukabil on beş yaşını doldurmuş bir çocuğun, cinsel
ilişkiye rızasına kanun koyucu itibar etmemiş, bu durumu reşit olmayanla cinsel ilişki suçu
kapsamında ayrıca (şikâyete tâbi bir suç olarak) yaptırıma bağlamıştır (m. 104).
Kişilerin cinsel amaçlı olarak, vücut dokunulmazlığı ihlal edilmeksizin rahatsız edilmesi
ise, cinsel taciz suçunu oluşturmaktadır.
Cinsel taciz suçunun mağdurunun çocuk olması 18.06.2014 tarih ve 6545 sayılı Kanun
ile daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsur kabul edilmiştir. Yine 6545 sayılı kanun ile
sarkıntılık fiili cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlarında daha az cezayı gerektiren nitelikli
hâl olarak mevzuatımıza girmiştir.
Cinsel saldırı suçu ile korunan hukuki değer cinsel dokunulmazlıktır. Cinsel saldırıda,
cinsel dokunulmazlık mağdurun vücuduna temas içeren cinsel davranışlarla ihlal
edilmektedir. Bu itibarla korunan hukuki değer öncelikle mağdurun cinsel özgürlüğü
olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda bireyin özgürce ve bizzat cinsel tercihlerini
belirleme hakkı korunmaya çalışılmaktadır. Bunun yanında mağdurun vücuduna temas
içermesi dolayısıyla, mağdurun fiziksel ve ruhsal bütünlüğü de korunmaktadır.
Hukuki Açıdan Şiddet 69
Buna göre, cinsel saldırı suçunun sarkıntılık düzeyinde kalması hâli, daha az cezayı
gerektiren nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Madde gerekçesinde sarkıntılıktan “ani
hareketlerle yapılan cinsel davranışların” anlaşılması gerektiği belirtilmiştir. Cinsel
saldırı suçunun temel şekli maddede “bir kimsenin vücut dokunulmazlığının ihlali” olarak
tanımlandığı için, sarkıntılıktan söz edilebilmesi için, mutlaka mağdurun vücuduna temas
içeren ve ani hareketlerle yapılan cinsel davranışların bulunması gerekir.
Çocukların cinsel istismarı suçu TCK’nın 103’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Kanun
koyucu bu suçu cinsel saldırı suçuna benzer şekilde kaleme almıştır. Buna göre, vücuda
temas içeren ancak cinsel ilişki boyutuna ulaşmayan davranışlar suçun temel şeklini,
vücuda temas içeren ve ani nitelik taşıyan cinsel davranışlar daha az cezayı gerektiren
sarkıntılık hâlini, vücuda organ veya sair cisim sokulması ise nitelikli cinsel istismar
suçunu oluşturmaktadır.
Çocukların yetişkinlere göre daha fazla korunmaya muhtaç olması nedeniyle, kanun
koyucu yetişkinler için “cinsel saldırı” terimini tercih etmişken, çocuklar bakımından
“cinsel istismar” deyimini kullanmıştır. Aynı zamanda cinsel istismarın yaptırımını da
cinsel saldırıya göre çok daha ağır bir biçimde düzenlemiştir.
Bu suçla mağdur olan çocuk korunmak istenmektedir. Zira özellikle on beş yaşından
küçük olan mağdurların çoğu kez maruz kaldıkları eylemin cinsel içerikli olduğunu bile
anlamaları mümkün değildir. Nitekim kanun, on beş yaşından küçük olan çocukların cinsel
davranışlara gösterecekleri rızaya da itibar etmemiştir.
Cinsel istismarın 103’üncü maddenin 1’inci fıkrasının (a) bendinde belirtilen çocuklara
karşı cebir veya tehditle işlenmesi ya da (b) bendinde belirtilen çocuklara karşı silah
kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi cezayı arttıran nitelikli unsur sayılmıştır. On beş
yaşını tamamlamış çocuklara yönelik cinsel davranışların istismar suçunu oluşturabilmesi
için, cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başkaca sebeplerin varlığı gerekir. Diğer bir
ifade ile cebir veya tehdit on beş yaşını tamamlamış çocuklar yönünden suçun unsurunu
oluşturduğundan bu nitelikli hâl açısından kapsam dışı tutulmuşlardır.
Kanun koyucu mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olmasını daha ağır cezayı gerektiren
nitelikli hâl kabul etmiştir. Buna göre, mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması
hâlinde, suçun temel şekli bakımından ceza on yıldan, sarkıntılık durumunda beş yıldan,
vücuda organ veya sair cisim sokulması hâlinde on sekiz yıldan az olamayacaktır.
Suçun beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumdaki kişiye karşı
işlenmesi hâlinde fail daha ağır ceza ile cezalandırılır.
Mağdurun kendisini savunamayacak durumda olması, bedensel veya ruhsal bir hastalıktan
ileri gelmiş olabileceği gibi engelli olmasından da kaynaklanabilir. Bu hâlin geçici veya
kalıcı olması arasında bir fark bulunmamaktadır. Önemli olan fiilin gerçekleştirdiği esnada
bu durumun var olmasıdır. Mağdurun cinsel saldırı eylemine geçerli bir rıza gösterme ya
70 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
da karşı koyma olanağını ortadan kaldıran hâller bu kapsamda değerlendirilecektir.
Beden bakımından kendini savunamayacak durumda olma engellilik ya da yaşlılık
hâlinden kaynaklanabilir. Bu hâldeki kişiler genellikle kendilerine yönelen davranışın
ahlakî kötülüğünü kavrayabilecek yeterlilikte olmakla birlikte bedenî olarak eyleme karşı
koyamamaktadırlar.
Mağdurun kendini savunamayacak olma hâli, mağdurdan kaynaklanabileceği gibi, bizzat
fail tarafından da mağdur bu duruma sokulmuş olabilir.
Ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunanlar ise genellikle eylemin
ahlakî kötülüğünü kavrayamamaktadırlar. Örneğin mağdurun akıl hastası olması gibi.
Mağdurun saf olması, cinsel konularda bilgisiz ve deneyimsiz olması bu kapsamda
değerlendirilmeyecektir. Aynı şekilde mağdurun uyku hâlinde olması da bu nitelikli hâli
oluşturmayacaktır.
Mağdurun beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda olup olmadığının
bilirkişi marifetiyle tespit edilmesi gerekmektedir.
Cinsel taciz içeren davranışlar ani olabileceği gibi, devamlılık da arz edebilir. Ancak
105’inci maddede yer alan cinsel taciz suçunun fiilî sarkıntılık (vücuda temas) şeklinde
gerçekleşmemesi gerekir. Aksi takdirde eylem 102/1 (cinsel saldırı) ve 103/1 (cinsel
istismar) kapsamında değerlendirilecektir. Örneğin yolda yürüyen bir kimseye şehevi
amaçla bir şeyler söylenmesi, söz atılması ve bu kimsenin takip edilerek söz atmaya devam
edilmesi, bıyık bükülmesi, el kol hareketlerinde bulunulması 105’inci madde kapsamında
değerlendirilecektir.
5. Hürriyete Karşı Suçlar:
Tehdit, Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma (TCK m.
106, 109-110)
Tehdit
Madde 106 – (1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel
dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi,
altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük
bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise,
mağdurun şikâyeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
Hukuki Açıdan Şiddet 71
(2) Tehdidin;
a) Silahla,
b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, imzasız mektupla veya
özel işaretlerle,
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları kor kutucu güçten
yararlanılarak,
işlenmesi hâlinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme
suçunun işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.
Madde 109: “(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak
hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan
yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun;
a) Silahla,
b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı,
f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan
kişiye karşı işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat arttırılır.
(4) Bu suçun mağdurun ekonomik bakımdan önemli bir kaybına neden olması hâlinde,
ayrıca bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı
oranında arttırılır.
(6) Bu suçun işlenmesi amacıyla veya sırasında kasten yaralama suçunun neticesi
sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna
ilişkin hükümler uygulanır”.
Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma
Madde 110 – (1) Yukarıdaki maddede tanımlanan suçu işleyen kişi, bu suç nedeniyle
soruşturmaya başlanmadan önce, mağdurun şahsına zararı dokunmaksızın, onu
kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakacak olursa cezanın üçte ikisine kadarı
indirilir.
Etkin Pişmanlık
72 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
B. Suç Tipleri ile İlgili Kısa Açıklamalar (TCK m. 106, 109-110)
Tehdit suçu, fiilinin yöneldiği hukuki değerlere göre bir ayırım yapılarak tanımlanmıştır.
Buna göre, tehdidin temel şeklinde mağdurun kendisinin veya yakınının hayatına, vücut
veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceğinden bahisle fiilin
işlenmesi aranmaktadır. Suçun bu şeklinin takibi şikâyete bağlı olmayıp, re’sendir. Tehdit
suçu, mağdurun malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratılacağından veya sair bir
kötülük gerçekleştirileceğinden bahisle de işlenebilir. Ancak bu ikinci hâlin takibi şikâyete
bağlıdır.
106’ncı maddede tehdidin hedef aldığı hukuki değer net bir şekilde ortaya konulmak
suretiyle kişi haklarının daha etkin bir biçimde korunması amaçlanmıştır. Ancak hemen
belirtelim ki, tehdit suçunun temel şeklinde kişiye ait şeref ve haysiyet gibi manevi
değerler korunmaya alınmamıştır. Bireyin şeref ve haysiyet gibi manevi değerleri “sair bir
kötülük edeceğinden bahisle tehdit” kapsamında değerlendirilecektir. Doktrinde bireyin,
maddi ve manevi varlığı itibariyle bir bütün olduğu belirtilerek, bireyi sadece maddi varlığı
ile ele alan, manevi değerlerine yönelen tehditleri bu önemde görmeyen düzenleme tarzı
eleştirilmiştir.
Tehdit suçuyla korunan hukuki değer, kişilerin iç huzuru, sükûnu ve güvenlik duygusudur.
Aynı zamanda bu suçla kişilerin serbest karar verme ve hareket etme hürriyetleri de
korunmak istenmektedir.
Gerekçede yer alan “hareket etme hürriyeti” ile kastedilen, mağdurun bir yerden başka
bir yere gitme hürriyeti olmayıp, kişinin özgür bir şekilde verdiği kararlar doğrultusunda
davranabilme hürriyetidir. Zira kişinin bir yerden başka bir yere gitme hürriyeti (hareket
etme özgürlüğü) tehdit suçu ile değil, TCK’nın 109’uncu maddesinde yer alan kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçu ile korunmaktadır.
Kişi hürriyetine saldırı fiillerinden birini de, “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” (m.
109) oluşturur. Bu suçla fertlerin istedikleri gibi hareket edebilme hürriyetleri hukuka
aykırı olarak uzun veya kısa bir süre ortadan kaldırıldığı gibi çeşitli şekillerde de
sınırlandırılmıştır. Bu suçla korunan hukuki değer, kişinin iradesine uygun olarak hareket
özgürlüğünün sağlanmasıdır. Diğer bir anlatımla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma fiilinin
suç olarak ihdas edilmesiyle, fertlerin hareket serbestîsini, fizikî özgürlüklerini hukuka
aykırı bir biçimde kısıtlayanın cezalandırılması amaçlanmaktadır.
109’uncu maddenin 1’inci fıkrasında, “bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya
bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakanın” cezalandırılacağı belirtilerek, fertlerin
özgür iradeleriyle hareket edebilme serbestîleri korunmuştur.
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun eşler arasında işlenmesi cezanın arttırılmasını
gerektiren nitelikli unsur sayılmıştır (m. 109/2 e).
Hukuki Açıdan Şiddet 73
Fiilin eşe karşı işlenmesi bakımından, suçun işlendiği sırada tarafların karı koca olmaları
gerekir. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun cinsel amaçla işlenmesi hâlinde ceza
arttırılır (m. 109/5). Cinsel amaçtan maksat, failin eylemi işlerken cinsel arzularını tatmin
gayesiyle hareket etmiş bulunmasıdır.
74 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
A-Konuyla İlgili 6284 Sayılı Kanunun
Bazı Hükümleri
II. Kadına Karşı Şiddetle Mücadele
Bağlamında 6284 Sayılı Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun
Madde 1 – (1) Bu kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan
kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin
korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin
usul ve esasları düzenlemektir.
Madde 3 – (1) Bu kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki tedbirlerden
birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere mülkî amir tarafından karar
verilebilir:
a) Kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir
yerde uygun barınma yeri sağlanması.
b) Diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi
yardım yapılması.
c) Psikolojik, meslekî, hukuki ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti
verilmesi.
ç) Hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya re’sen geçici
koruma altına alınması.
d) Gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını
desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak
kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının
yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden
karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması.
(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a) ve (ç) bentlerinde yer alan
tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı
tarihi takip eden ilk iş günü içinde mülkî amirin onayına sunar. Mülkî amir tarafından kırk
sekiz saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.
Amaç, kapsam ve temel ilkeler
Mülkî amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları
Hukuki Açıdan Şiddet 75
Madde 4 – (1) Bu kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki koruyucu
tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından
karar verilebilir:
a) İş yerinin değiştirilmesi.
b) Kişinin evli olması hâlinde müşterek yerleşim yerinden ayrı yerleşim yeri
belirlenmesi.
c) 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’ndaki şartların varlığı hâlinde
ve korunan kişinin talebi üzerine tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması.
ç) Korunan kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin önlenmesi için
diğer tedbirlerin yeterli olmayacağının anlaşılması hâlinde ve ilgilinin aydınlatılmış
rızasına dayalı olarak 27/12/2007 tarihli ve 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu
hükümlerine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi.
Madde 5 – (1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine,
birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:
a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük
düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.
b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhal uzaklaştırılması ve müşterek
konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.
c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve iş yerine yaklaşmaması.
ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin
refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.
d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına,
tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına
yaklaşmaması.
Hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları
Hâkim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları
76 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
e) Korunan kişinin şahsî eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi.
f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi.
g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim
etmesi.
ğ) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle
zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi.
h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı
madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların
bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak
dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması.
ı) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması.
(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a), (b), (c ) ve (d) bentlerinde
yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın
alındığı tarihi takip eden ilk iş günü içinde hâkimin onayına sunar. Hâkim tarafından yirmi
dört saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.
(3) Bu kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk
Koruma Kanunu’nda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 sayılı kanun
hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar
vermeye yetkilidir.
(4) Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi
ise 4721 sayılı kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla hâkim,
şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir
nafakasına hükmedebilir.
Madde 13 – (1) Bu kanun hükümlerine göre hakkında tedbir kararı verilen şiddet uygulayan,
bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde, fiilî bir suç oluştursa bile ihlal edilen
tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar
zorlama hapsine tâbi tutulur.
(2) Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine
ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi on beş günden otuz güne kadardır.
Ancak zorlama hapsinin toplam süresi altı ayı geçemez.
(3) Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cumhuriyet başsavcılığınca yerine getirilir. Bu
kararlar Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlüklerine bildirilir.
Madde 18 – (1) Bu kanun hükümlerine göre nafakaya karar verilmesi hâlinde, kararın bir
örneği, re’sen nafaka alacaklısının veya borçlusunun yerleşim yeri icra müdürlüğüne
gönderilir.
(2) Nafaka ödemekle yükümlü kılınan kişinin Sosyal Güvenlik Kurumu ile bağlantısı
Tedbir kararlarına aykırılık
Nafaka
Hukuki Açıdan Şiddet 77
olması durumunda, korunan kişinin başvurusu aranmaksızın nafaka, ilgilinin aylık, maaş
ya da ücretinden icra müdürlüğü tarafından tahsil edilir. İcra müdürlüklerinin nafakanın
tahsili işlemlerine ilişkin posta giderleri Cumhuriyet başsavcılığının suçüstü ödeneğinden
karşılanır.
Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanan ve 1986 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş
Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’ne göre
sözleşmeye taraf devletler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermekle yükümlü kılınmıştır.
Birleşmiş Milletler CEDAW Komitesi’nin 19 no.lu Genel Tavsiye Kararı’nda kadınların insan
hak ve temel özgürlüklerinden yararlanmasını etkisizleştiren ya da ihlal eden cinsiyete
dayalı şiddetin, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1’inci maddesi anlamında ayrımcılık
olduğu belirtilmiştir. Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması
Bildirgesi’nde kadına yönelik şiddet, “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin,
kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete
dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak
özgürlükten yoksun bırakma”şeklinde tanımlanmaktadır. [6]
Tüm bu uluslararası yükümlülüklerin ve insan haklarına saygılı, sosyal hukuk devleti olma
konusundaki kararlılığın ilk sonucu olarak Anayasa’nın 10’uncu ve 41’inci maddelerinde
değişiklikler yapılmıştır. Bu düzenlemelere göre devlet, kadın-erkek eşitliğinin fiilî olarak
hayata geçirilebilmesi için her türlü tedbiri alacak, pozitif ayrımcılık yapabilecektir. Ayrıca
çocuklar konusunda da uluslararası platformda taahhüt ettiği korumayı gerçekleştirecektir.
Söz konusu kararlılığın bir diğer önemli sonucu ise yukarıda konumuzla ilgili bazı
maddelerinin metnini verdiğimiz 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin
Önlenmesine Dair Kanun’dur. Bu kanun 8/3/2012 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
kanunlaşmıştır.
Son yıllarda başta kadınlar olmak üzere kişilere karşı işlenen şiddet olayları toplumumuzu
sarsan boyutlara ulaşmıştır. Her geçen gün yaşanan dayak, işkence ve cinayet gibi şiddet
olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir. Bu olaylara daha çok kadınlar ve çocuklar
maruz kalmaktadır. Kadına yönelik şiddet, en yoğun olarak aile içinde yaşanmaktadır.
Şiddet; fiziksel, psikolojik, ekonomik açıdan mahrum bırakma ve cinsel şiddet dâhil, çok
çeşitli şekillerde görülebilmektedir. Şiddet mağduru kadınlarda, özgüven eksikliği, kimlik
sorunu, toplumsal yaşama katılımda ve kendini ifade etmede sorunlar yaşanmaktadır.
Diğer yandan şiddet; yetersiz beslenmeye, kronik hastalıkların artmasına, geçici ve kalıcı
hastalıklara, kronik ağrılara, anne ölümlerine ve intiharlara neden olmaktadır. Şiddete tanık
A. 6284 Sayılı Kanun Hakkında Kısa Açıklama
[6] Bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi (S. Sayısı: 181).
78 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
olan çocuklarda ruhsal davranış bozuklukları ve okulda başarısızlık görülmekte ve ileriki
yaşantılarında şiddet uygulamaya eğilimli bireyler olarak yetişerek şiddetten olumsuz
yönde etkilenmektedirler. Bu konu yalnızca kadınlar, erkekler ve çocuklar açısından değil
aynı zamanda toplumumuzun geleceğinin sağlığı açısından da çok önemlidir.
Kişilere yönelik şiddet, bir insan hakkı ihlalidir. Bu nedenle günümüzde bu sorun özel
alan sorunu olmaktan çıkarak toplumsal alanda tartışılmakta ve mücadelesi bir devlet
politikası olarak kabul edilmektedir. Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve kadın haklarının
teminat altına alınması devletlerin sorumluluğundadır. Aile içi şiddetin önlenmesi
amacıyla hazırlanan ve 1998 yılında yürürlüğe giren 4320 sayılı Ailenin Korunmasına
Dair Kanun’un günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermediği görüldüğünden kadınların,
çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması
ve şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin esas ve usulleri kapsayan ve
düzenleyen yeni kanun çıkarılmıştır.
Şiddet eylemlerine maruz kalan kişilere ve aile bireylerine koruma vaat eden bu kanunun
uygulanması aşamasında, şiddet mağdurunun ikinci bir mağduriyet daha yaşamaması
adına, temel birtakım ilkelere uyulması zorunluluğu doğmaktadır. Bu bakımdan, hizmetin
sunulmasında insan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi, hakkında
koruma tedbir kararı verilen kişilere hizmet sunulmasının insan onuruna yaraşır şekilde
yerine getirilmesi, hizmetin sunulması ve yürütülmesi sırasında kişiler arasında ırk, dil,
din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefî
inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden
ayrım yapılmaması, koruyucu tedbir kararı verilmesi ve uygulanması sırasında hakkında
tedbir kararı verilen kişilerin durumları dikkate alınarak özel ihtimam gösterilmesi,
kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversiteler,
yerel yönetimler, vakıf, dernek ve diğer sivil toplum kuruluşları, gönüllü gerçek ve tüzel
kişiler ile özel sektörün iş birliği içinde çalışması ve bu konuda toplumsal sorumluluğun
paylaşılmasının sağlanması ve son olarak bu kanun kapsamında verilen hizmetin ülke
çapında eşit ve dengeli sunulması, hem uluslararası hukuktan hem de Anayasa’dan
kaynaklanan bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu kanun öncelikle en temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması, kadın
cinayetlerinin son bulması amacıyla kurumların şiddetle mücadelenin her aşamasında
aktif rol almasını sağlamayı hedeflemektedir. Yine bu kanunun, devletin şiddeti önlemesi,
şiddete uğrayanı çok yönlü koruması ve şiddet uygulayan veya şiddet uygulama ihtimali
bulunan kişiyi, verilecek koruyucu tedbir kararları ile rehabilite etmesi amaçlanmıştır.
Ayrıca, kanunda medya organlarına sorumluluk yükleyen yeni düzenlemelere yer
verilmiştir. Zira modern medya araçları ve özellikle televizyonun, bireylerin bilgi, kanaat,
tutum, duygu ve davranışları üzerinde büyük oranda şekillendirici ve belirleyici bir
etkileme gücüne sahip olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Televizyon ile ilgili
olarak gerçekleştirilen “içerik analizleri” ve “kanaat-davranış araştırmaları”, televizyon
programlarının aile, eğitim, iş, yaş ve cinsiyet, doğum ve ölüm gibi birçok toplumsal
Hukuki Açıdan Şiddet 79
gerçeklik konusunda etkilerinin olduğunu, programlarda sergilenen mesajların bireyler
üzerinde etki yaptığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, medyanın önemli bir bilgi yayma,
geniş halk kitlelerini bilgilendirme aracı olma niteliği de bulunduğundan, bireyleri
koruma, kuvvetlendirme ve dengeleme amaçları doğrultusunda da çok önemli hizmetler
yerine getirebileceği, onların yaşam alanlarına, evlerine kadar taşınan farklı mesajları çok
sayıda insana iletebileceği kuşkusuzdur. Medyada defalarca yinelenerek verilen şiddet
görüntülerinin, bireylerin beyinlerinin ve kalplerinin derinliklerine işleyerek kalıcı izler
bıraktığı, özellikle de özdeşim kurma eğilimi ve ihtiyacında olan bireyleri derinden etkilediği
göz önüne alınmalıdır. Ayrıca toplumsal rollerle ilgili örnek davranış kalıpları ve hayatla
ilgili örnek yaşam modellerinin bireylere sunularak yayın yapılması toplumumuzdaki
bireylerin kişiliklerine olumlu etki yapacak ve toplumumuzun daha sağlıklı gelişmesine
katkı sağlayacaktır.
Buraya kadar verilen bilgilerle birlikte hem 5237 sayılı TCK’nın hem de 6284 sayılı
Kanun hükümleri dikkatlice incelendiğinde kadınlara, çocuklara, güçsüzlere ve yaşlılara
karşı şiddet ve haksızlıkları önleme açısından mevzuatımızda önemli sayılabilecek bir
eksiklik yoktur.
Kadınlara, çocuklara, güçsüzlere ve yaşlılara karşı gerçekleştirilen şiddet ile ilgili olarak
problemler daha çok uygulamadan kaynaklanmaktadır.
Öte yandan ceza hukuku her derdin devası olan sihirli bir değnek değildir. Yaşanan
problemlerin çözümü için mevcutlara ilave olarak devletin yetkili makamlarının aile
bağlarını kuvvetlendirici tedbirler alması, ayrıca milli ve manevi değerlerimizin okullarda
ve toplumda iyi öğretilip anlaşılması için çalışmalar yapılması ve bu sayede konuya ilişkin
farkındalığın arttırılması gerekmektedir.
Sonuç
80 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Kur’an ve Sünnet Açısından
Şiddet Sorunu
82 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Bölüm 1. Kavramsal Çerçeve
Kur’an ve Sünnet Açısından Şiddet Sorunu
PROF. DR. İSMAİL HAKKI ÜNAL
Şiddet, hafiflik ve yumuşaklığın zıddı olarak, katlanılması güç şey, sertlik ve katılık
anlamında dilimize Arapçadan geçmiş bir kelimedir. Arapçada bu manada daha çok
“unf” kelimesi kullanılır. “Unf”, kınamak hakaret etmek, tehdit etmek anlamlarını da
içerir. Türkçede şiddet, sertlik, sert ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma anlamındadır.
İngilizcede ise, tecavüz, zorlama, zorbalık, zora başvurma anlamındaki “violence” kelimesi
şiddet karşılığı olarak kullanılmaktadır. Görüldüğü üzere “şiddet” her üç dilde de, sert ve
katı davranma, zor ve güç kullanma şeklinde ortak bir anlama sahiptir.[1]
Bilimsel terminolojide şiddetin çeşitli tanımları yapılmıştır. Bir tanıma göre şiddet, “fiziksel
zarar ve ölümü kapsayacak şekilde kişiye ve başkalarına dönük tehdit veya fiziksel, sözel
ve simgesel güçtür.”[2] Şiddet, aşırı duygu durumunu, bir olgunun yoğunluğunu, sertliğini,
kabalığını ve sert davranışı nitelerken, özelde saldırgan davranışları, kaba kuvveti, beden
gücünün kötüye kullanılmasını, bireye ve topluma zarar veren davranış ve tutumları ifade
etmektedir.[3] Bir başka tanıma göre şiddet, “bir kişiye güç ve baskı uygulayarak isteği
dışında bir şey yapmak veya yaptırmaktır.”[4] Tanımlarda görüldüğü gibi şiddet başkaları
üzerinde maddi (fiziksel) ve manevi olarak, baskı, tehdit, zorlamayı içeren ve ölüme kadar
1.1. Şiddetin Tanımı
1.1.1. Şiddetin Sözlük Anlamı
1.1.2. Şiddetin Terim Anlamı
[1] Nuri Tuğlu, Bireysel ve Aile İçi İlişkilerde İslâm’ın Şiddet Karşıtlığı, Rağbet Yay., İstanbul-2009, s. 39-40.
[2] Tuğlu, 41.
[3] Tuğlu, 41.
[4] Tuğlu, 42.
Dini Açıdan Şiddet 83
İnsanın ve diğer canlıların kendilerini savunma refleksinin bir tezahürü olarak da
görülebilen şiddet bu yönüyle öfke gibi doğal ve fıtrî bir duygu yoğunlaşmasıdır. Nasıl
doğal ve insanî bir duygu olan öfkenin kontrol edilmesi gerekiyorsa, savunma amaçlı olan
şiddetin de kontrollü ve ölçülü olması gerekir. Bunun için Kur’an’da, “kim size saldırırsa,
siz de onlara misliyle saldırın”,[6] “size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın,
aşırı gitmeyin, Allah aşırı gidenleri sevmez.”[7] buyurularak şiddetin en yoğun yaşandığı
savaşta bile ölçülü ve dengeli olma uyarısı yapılmıştır.
Öfke ile şiddeti birbirinden ayıran şey, öfkenin her zaman şiddete yol açmaması, şiddetin
ise çoğunlukla öfkenin sonucu olmasıdır. Bir bakıma öfke şiddetin psikolojik nedenidir.
O halde şiddete giden yolu önlemenin en etkili yolu öfkeyi kontrol altında tutabilmektir.
Bu, Kur’an-ı Kerim’de “öfkeyi tutmak” olarak anılır. Muttakilerin niteliklerini sayan bir
ayette, “onlar bolluk ve darlıkta Allah yolunda harcarlar, öfkelerini tutarlar/hâkim olurlar
ve insanları affederler, Allah iyi kimseleri sever.”[8] buyurulmuştur. Allah resulü de bir
hadislerinde, bu ayette yer alan “kezame” (tuttu/engelledi) fiilini kullanarak, “hiçbir kul,
Allah katında, O’nun rızasını gözeterek öfkesini yutmasından daha faziletli bir lokma
yutmuş değildir” buyurmuştur.[9]
1.2. Öfke- Şiddet İlişkisi
gidebilen sert muameleyi ifade etmektedir. Tanımlarda daha çok insana yönelik şiddet ön
plana çıkmakla beraber, kişide yoğunlaşan şiddet duygusu aslında, canlı ve cansız bütün
varlıklara yönelik sert, kaba ve zarar verici bütün davranışları kapsamaktadır.[5]
[5] Kur’an’da yer alan şiddetle ilgili kavramların semantik tahlili için bkz. Sadık Kılıç, “Kur’an’a Göre Şiddetin
Semantik Alan Tahlili Ve Düşünceye Yansımaları”, Şiddet Karşısında İslâm, 175-245, DİB Yayını, İst.-2014.
[6] Bakara 2/ 194.
[7] Bakara 2/190.
[8] Âli İmran 3/134.
[9] İbn Hanbel, Müsned, 2/128.
84 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Hz. Peygamber çeşitli vesilelerle öfkeye hâkim olunmasını tavsiye etmiştir.[10] Örneğin,
öfkelenen kişinin bulunduğu pozisyonu veya yeri değiştirmesini salık vermiştir.[11] Buna
göre, öfkeli insan ayaktaysa oturmalı, oturduğu yerde öfkesi geçmemişse yatmalıdır.[12]
Başka bir hadislerinde de, öfkelenen kimsenin abdest almasını tavsiye etmiştir.[13] Bu
konuda diğer bir tavsiyesi de, öfkelenen insanın susmasıdır.[14] Öfke sonucu ortaya
çıkan olumsuzlukların pek çoğunun kızgınlık nedeniyle söylenen kötü söz ve hakaretler
olduğu düşünülürse, bu son tavsiyenin önemi daha iyi anlaşılır. Hâkimin öfkeliyken iki
kişi arasında hüküm vermemesi gerektiğini bildiren Allah resulü [15] bu sözüyle öfkenin
sağlıklı düşünmeyi engellediğini vurgulamak istemiştir.
Kendisinden tekrar tekrar öğüt isteyen birisine, muhtemelen bu konudaki zaafını dikkate
alarak, her defasında, “öfkelenme” tavsiyesinde bulunmuş,[16] yanında, birbirlerine
hakaret ederek öfkeleri kabaran iki kişiye, “şeytandan Allah’a sığınarak öfkelerini
yatıştırabileceklerini”[17] söyleyerek, kontrol edilemeyen öfkenin şeytanın kontrolüne
geçeceğini anlatmak istemiştir. Bu yüzden bazı âlimler, kişinin kızgınlığı anında, gücü yettiği
ve başkalarına eziyet verme imkânı bulunduğu halde o imkândan faydalanmayıp öfke ve
kızgınlığının gereğini yapmaktan geri durmasının mendup olduğunu ifade etmişlerdir.[18]
Bir hadisinde Hz. Peygamber, “öfke ve hiddetin bütün kötülükleri bir araya toplayan bir hal
olduğunu” belirtmiştir.[19] Ona göre “asıl pehlivan güreşte rakibini değil, öfkelendiğinde
öfkesini yenen kimsedir.”[19] Kendisine dua öğretmesini isteyen eşi Ümmü Seleme’ye,
“Ey Nebî’nin Rabbi! Beni bağışla, kalbimdeki öfkeyi kaldır…”[21] duasını tavsiye etmiştir.
Açlığını gidermek amacıyla bir bahçeye girip usulüne göre toplamadığı için hurmalara
zarar veren birisini döven bahçe sahibine, “bilmiyorsa toplamayı öğretmen, açsa açlığını
gidermen gerekirdi”[22] diyerek şiddete mazereti kabul etmemiştir. Hz. Peygamber’in,
hiddetin önlenmesi hususundaki uyarı ve tavsiyeleri değerlendirildiğinde, öfke, kin, nefret
vb. şiddete sebep olan insanî özellikleri yok farz etmek veya yok etmek yerine, bunların
oluşmasına neden olan etkenleri ortadan kaldırmayı tavsiye ettiği görülecektir.[23]
[10] Buhârî, Edeb, 106; Müslim, Birr, 106, 108; Muvatta, Husnü’l-Hulk, 12; İbn Hanbel, Müsned, 1/382; 2/236, 268.
[11] Ebû Dâvûd, Edeb, 140; İbn Hanbel, Müsned, 5/152.
[12] Ebû Dâvûd, Edeb, 3.
[13] Ebû Dâvûd, Edeb, 3.
[14] İbn Hanbel, Müsned, 1/239.
[15] İbn Hanbel, Müsned, 5/37.
[16] Buhâri, Edeb, 26.
[17] Buhârî, Edeb, 76.
[18] Tuğlu, 66.
[19] İbn Hanbel, Müsned, 5/373.
[20] Müslim, Birr, 106.
[21] İbn Hanbel, Müsned, 6/301.
[22] Nesâî, Âdâbu’l-Kudât, 21.
[23] Tuğlu, 68.
Dini Açıdan Şiddet 85
[24] Tuğlu, 61.
[25] Tuğlu, 61-62.
[26] Bakara 2/30.
[27] Bakara 2/ 30.
[28] Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, Kitâbiyat, Ankara-2006, 92.
[29] Mâide 5/27-31.
[30] Öztürk, 134.
Bölüm 2. Ontolojik ve Tarihsel Çerçeve
İnsanın şiddete başvurmasının bir yönüyle biyolojik kökene dayanan ve bütün canlılarda
ortak olan bir olgu olduğu belirtilmiştir.[24] Buradan hareketle saldırganlığın insanlarda
doğuştan gelen bir dürtü olduğu, ancak bu dürtünün kendini korumak ve varlığını
sürdürmeye yönelik bulunduğu ama bunun da şiddetin ortaya çıkışını tek başına belirleyici
bir faktör olmadığı ifade edilmiştir.[25] Bu açıdan bakılırsa, Kur’an’da, meleklerin ağzından
dile getirilen “bozgunculuk yapacak ve kan dökecek”[26] insan nitelemesinin, şiddet
eğiliminin insanda fıtrî (yaratılışa dayalı) olduğuna işaret ettiği söylenebilir. Bakara
suresindeki, “hani, Rabbin meleklere, ‘ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti.
Melekler de ‘biz seni güzel sıfatlarla nitelemekte ve yüceliğini dile getirmekte iken
orada bozgunculuk yapıp kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın?’ demişlerdi. Allah da
onlara, ‘ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ demişti,”[27] ayetine yapılan bir yoruma göre,
Hz. Âdem’e ve soyuna halife dendiği dikkate alınırsa, yeryüzünde Hz. Âdem’den önce
başka bir insan türü yaşamış olmalıdır. Bunlar yeryüzünü fesada verip kan döktükleri için
helak edilmişlerdir. Daha sonraki bir zamanda yaratılan Âdem ve zürriyeti, ilahî azapla
topyekûn helak edilen bu kadim insanların halefi olmuştur. [28] Ayette, meleklerin insana
nispet ettikleri şiddet ve fesat olgusunu Yaratıcı olumsuzlamadığına göre, özel olarak
insan türünde, genel olarak da bütün canlılarda şiddet potansiyelinin yaratılıştan geldiği
söylenebilir.
2.1. Meleklerin “Kan Dökecek İnsan” Endişesi
Kutsal kitaplara göre ilk şiddet olgusu Hz. Âdem’in iki oğlu arasında görülmüştür. Kıssaya
göre Hz. Âdem’in iki oğlu Allah’a kurban sunmuşlar fakat birininki kabul edilip, diğerininki
edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen (Kâbil), kendisine el kaldırmayan kardeşini (Hâbil)
öldürdü ve hüsrana uğrayanlardan oldu.[29] İnsanlık tarihindeki ilk şiddet olayı kabul
edilen bu kıssanın kaynak itibariyle İslâm öncesi din ve kültürlere ait olduğu, fakat
Kur’an’ın bunu dinî- ahlakî bir amaca matuf olarak kullandığı dile getirilmiştir.[30] Söz
2.2. İlk İnsanoğlunun Şiddet Uygulaması
86 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
konusu amaç, muhatapların dikkatlerini kin ve haset gibi hasletler ile çok kere bu kötü
hasletlerin sebebiyet verdiği haksız yere insan öldürme fiilinin Allah katında nefreti
mucip bir fiil olduğu gerçeğine çekmektir. Nitekim Kâbil’in Hâbil’i öldürmesinden söz
eden kıssa sona erdikten hemen sonra şöyle denilmiştir: “Bu yüzden biz İsrailoğullarına
bildirdik ki–cinayetin ve yeryüzünde fesadı yaymanın cezası olarak işlenmesi dışında- bir
kimse bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur ve yine bir kimse bir hayat
kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.”[31] Bu kıssada din duygusu ve bizzat dinin
yol göstermesi sayesinde batıl yerine hakkın, kötülük yerine iyiliğin tercih edilmesiyle
insan doğasının haset, kıskançlık ve bunların yol açtığı zulüm ve düşmanlık gibi
kötülüklerden arınacağı sonucunu çıkarmaya yönelik bir örnek verilmiştir ki, bu örnekte
Kâbil, iç dünyasında kötülük dürtüsünün egemen olduğu insan tipini, Hâbil ise iyilik ve
hayır işleme eğiliminin baskın çıktığı insan tipini temsil etmektedir.[32] Hz. Peygamber
insan canına kıymanın vebalinden bahsederken Kâbil’i örnek vererek, öldürme günahını
ilk işleyen kişi olması sebebiyle, kıyamete kadar bu fiili işleyenlerin günahından ona da
bir pay ayrılacağını bildirmiştir.[33] Zira onun ifadesine göre, “Dünyanın yok olması, Allah
katında, bir Müslümanın öldürülmesinden daha hafiftir.”[34]
Bölüm 3: Ayetler ve Hadisler Işığında
Hz. Peygamber’in Şiddet Karşısındaki Tutumu
3.1. İnsana Yönelik Şiddet
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez”[35] buyuran Allah resulü,
insanların birbirlerine zulmetmesini, eziyet etmesini yasaklamıştır.[36] O, savaş dışında
hiç kimseye, ne bir kadına, ne bir hizmetçiye el kaldırmamıştır.[37] Müslüman’ı, “elinden
ve dilinden diğer Müslümanların salim olduğu kimse” olarak tanımlarken [38], “bu
dünyada insanlara azap çektiren kimsenin Allah’ın azabına maruz kalacağı” uyarısında
3.1.1. Genel Olarak
[31] Mâide 5/32; Öztürk, 134-135.
[32] Öztürk, 135.
[33] Buhârî, Diyât, 2.
[34] Tirmizî, Diyât, 7.
[35] Buhârî, Tevhid, 2.
[36] Buhârî, Mezâlim, 4.
[37] İbn Hanbel, Müsned, 4/281.
[38] Buhârî, İman, 4.
Dini Açıdan Şiddet 87
[39] Müslim, Birr, 117
[40] İbn Hanbel, Müsned, 4/90.
[41] Müslim, Birr, 59.
[42] Buhârî, Edeb, 38.
[43] Buhârî, İman, 36.
[44] Buhârî, Fiten, 7.
[45] Buhârî, Mezâlim, 15.
[46] Dârimî, Siyer, 5.
[47] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/400.
[48] Buhârî, Hac, 32.
[49] Nesâî, Kasâme, 9.
[50] Buhârî, Diyât, 30.
[51] Müslim, Fedâil, 51.
bulunmuş,[39] “kıyamette en şiddetli azap göreceklerin de insanlara en çok azap edenler
olduğunu” bildirmiştir.[40] İnsanlara söven, iftira eden, malını haksız yere yiyen, döven,
kanını döken velhasıl şiddetin her türlüsünü uygulayan kimselerin, namaz, oruç gibi
ibadetlerini yerine getirseler bile, o kimselerin günahlarını yüklenip kendi sevaplarını da
onlara vermek zorunda kalacakları için tam bir müflis durumuna düşeceklerini bildiren
de Allah resulüdür.[41] Kıyamet günü insanların en şerlisinin, şerrinden dolayı insanların
çekindiği kimse olduğunu bildiren Hz. Peygamber [42], Müslüman’a sövmeyi fâsıklık, onu
öldürmeyi ise küfür olarak nitelendirmiştir. [43] “Bize silah çeken bizden değildir”[44] buyurarak
şiddete yöneleceklere ciddi bir uyarıda bulunmuştur. Düşmanlıkta aşırı gitmeyi yasaklamış
ve “Allah’a en sevimsiz gelen kişilerin husumette aşırı giden kimseler olduğunu”[45]
bildirmiştir. Allah yolunda savaşırken, haksızlık yapmak (gadr), hainlik etmek, işkence
yapmak ve çocukları öldürmek gibi aşırılıklardan ashabını sakındırmıştır[46] Allah resulünün
bu konudaki hassasiyeti, mescide giren veya çarşıya çıkan kimselerin, başkalarına zarar
vermemek için oklarının ucunu tutmalarını emretmesine kadar uzanmıştır. Bu rivayeti
nakleden sahâbî Ebû Mûsâ el-Eş’arî, kendisinin de şahit olduğu iç savaşları kastederek,
“Allah’a yemin olsun ki, bu okları birbirimizin yüzlerine doğrultmadan bu dünyadan
ayrılmadık” diyerek bu nebevî duyarlılığın kısa bir süre içinde nasıl göz ardı edilir hâle
geldiğine işaret etmektedir. [47] Kan davalarını yasaklayan [48] kölesini yaralayan veya
öldürene kısas uygulayacağını söyleyen [49] bir gayrimüslimi haksız yere öldürenin
cennetin kokusunu bile alamayacağını [50] bildiren Allah resulünün şiddetin hiçbir
tezahürüne karşı müsamahalı olmadığı açıkça görülmektedir. Enes b. Mâlik’in şu ifadesi
Hz. Peygamber’in yumuşak karakteri ve olgun tavrı hakkında net bir fikir vermektedir:
“Resûlulla’a on sene hizmet ettim. Vallahi bana üf bile demedi. Yaptığım bir şey için, niye
böyle yaptın, şöyle yapsaydın ya demedi.” [51]
88 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
3.1.2. Toplumsal Alanda
3.1.2.1. Dinle İlgili Şiddet
3.1.2.1.1 İnanç Alanında
Kur’an-ı Kerim müşrik Arapların ve Kitap Ehli’nin yanılgılarına işaret edip onları doğru
yola davet etmekle beraber, mevcut realiteyi dikkate alarak insanların hür iradeleriyle
benimsedikleri dinleri konusunda baskıcı ve zorlayıcı olmamıştır. Nitekim şu ayetler bu
gerçeği açıkça gözler önüne sermektedir: “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan
iyice ayrılmıştır. Kim tâğutu (insanları yoldan çıkaran şeyleri) tanımayıp Allah’a inanırsa,
asla kopmayacak sağlam bir kulpa sarılmış olur. Allah işitendir, bilendir.”[52] “De ki, Hak
(gerçek) Rabbinizdendir. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin…”[53] “Rabbin dileseydi,
yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederdi. Hal böyleyken sen iman etmeleri için
insanlara baskı mı uygulayacaksın?”[54] İlk ayetin iniş sebebi olarak şu olay anlatılır:
İslâm’dan önce, çocuğu yaşamayan ensar kadınları, uzun yaşamaları arzusuyla, doğacak
çocuklarını Yahudiler arasında yetiştirip Yahudi yapacaklarına dair adakta bulunurlardı.
İşte bu kadınlar, İslâmiyet gelip, Benî Nadîr Yahudileri Medine’den sürülürken Hz.
Peygamber’e gelerek, “ey Allah’ın Rasûlü! Oğullarımız ve kardeşlerimiz onların arasında”
diyerek endişelerini dile getirdiler. Allah resulü cevap vermedi. Arkasından, “lâ ikrâhe
fi’d-dîn” ayeti nazil oldu. Bunun üzerine Allah resulü, “onlar muhayyer bırakıldı, sizi
seçerlerse sizdendir, onları seçerlerse onlarla birlikte sürülürler” buyurdu. [55] Ayetin iniş
sebebi olarak nakledilen diğer bir olay da Sâlim b. Avf oğullarından bir kişinin, Şam’dan
gelen tüccarların telkiniyle Hıristiyan olan iki oğlunu, onlarla Şam’a gitmesini önlemek
için tekrar İslâm’a girmeye zorlaması ve Hz. Peygamber’den onları geri getirmek üzere
arkalarından birilerini göndermesini rica etmesidir. [56] İniş sebebi ne olursa olsun ayet
inanç konusunda baskı ve zorlamanın yeri olmadığını açıkça ifade etmektedir.
Son ayetin de işaret ettiği gibi Allah, elçisini sadece ilahî mesajın tebliğiyle görevlendirmiş,
bu görevi yaparken baskıcı [57] ve zorlayıcı [58] olmaması gerektiğini vurgulayarak şöyle
buyurmuştur: “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla
en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları da doğru yolda
[52] Bakara 2/256. Bu ayetle ilgili olarak, müfessirlerin ve fakihlerin serdettikleri farklı görüşler ve bunların
değerlendirmesi için bkz. Halil Altuntaş, İslâmda Din Hürriyetinin Temelleri, Ankara-2000, 16-72.
[53] Kehf 18/29.
[54] Yunus,10/99.
[55] Ebû Osman Said b. Mansur el-Horasânî el-Cüzcânî, et-Tefsir min Süneni Said b. Mansur(tah: Sa’d b. Abdullah b. Abdülaziz Âl-i Humeyd, 1997), 3/957; Ebû Dâvûd, Cihad, 126, 3/ 132( 1-5, Çağrı Yayınları, İstanbul-1981).
[56] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm(1-9, Beyrut-1419h.), 1/522.
[57] Kaf 50/45.
[58] Gâşiye 88/22.
Dini Açıdan Şiddet 89
3.1.2.1.2. Dinî Uygulama Alanında
“Dinde zorlama yoktur” ayetini sadece inanç alanıyla sınırlı görenler, başta ibadet olmak
üzere dinin diğer alanlarında baskı ve zorlamanın olabileceğini savunurlar. Buna göre
örneğin namazı kasten terk eden bir müminin hapsedileceği, hatta küfre düştüğü için
öldürüleceğini iddia ederler. [64]
olanları da en iyi bilendir.”[59] Ona inanan müminlerin de aynı yöntemi benimsemelerini
istemiştir: “Siz, hayra çağıran, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındıran bir topluluk olun.” [60]
“İçlerinde zulmedenler ( haksızlık yapanlar) hariç Kitap Ehli ile ancak güzel bir şekilde
mücadele edin(tartışın) ve şöyle deyin: ‘ Biz, bize indirilene de, size indirilene de inandık,
Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir. Biz sadece O’na teslim olmuş kimseleriz.” [61]
Kur’an-ı Kerim, geçmiş toplumlarda inançları sebebiyle baskı ve işkence gören insanlara
atıfta bulunarak, bunu yapanları şiddetle kınamıştır. Örneğin inançları sebebiyle insanları
hendeklere atarak diri diri yakan Uhdud Ashabı’ndan şöyle bahseder: “… Kahrolsun o alev
alev yanan ateş çukurlarını hazırlayanlar! Hani ateşin başında oturmuşlar, inananlara
yaptıklarını seyrediyorlardı. Sırf aziz, övgüye layık, göklerin ve yerin maliki olan Allaha
inandıkları için müminlerden öç aldılar. Allah her şeye şahittir…”[62] Ayet, Yemen’de
Yahudiliği kabul eden Himyer Kıralı Zû Nuvas’ın, milâdî 523’te işgal ettiği Necran’daki
Hıristiyan halkı Yahudiliğe girmeye zorlarken yaptığı baskılara işaret etmektedir. Bu
baskılar sonucu yirmi bin Hıristiyan’ın öldürüldüğü belirtilmektedir.[63] Kur’an-ı Kerim,
Hz. Muhammed ve mümin arkadaşlarına baskı ve zulüm yapan Mekkeli müşrikleri,
muhtemelen bildikleri bu olayı hatırlatarak uyarmaktadır.
Dinde zorlamanın olmayacağını ifade eden Kur’an emri mutlak ve evrenseldir. Dolayısıyla
dinin inanç, ibadet ve ahlakî bütün alanlarında bu ilke geçerlidir. Bunun tek istisnası bir
kimsenin dinî uygulamaları veya dine karşı tutumuyla başkalarını rahatsız eder noktaya
gelmiş olmasıdır. Dinî dayanak noktası yapıp başkalarının haklarına tecavüz etmek ya da
din karşıtı tutumuyla başkalarını rahatsız ederek onların kutsal değerlerine saldırmak
kamu otoritesinin müdahale etmesi gereken bir hukuk ihlalidir. Dolayısıyla toplumun
diğer bireylerini doğrudan rahatsız etmeyen ve kamu düzenine zarar vermeyen dinî
uygulamaları yerine getirip getirmeme konusu, kişinin hesabını sadece Allah’a vereceği
inanç ve ibadet özgürlüğü alanına girer.
[59] Nahl 16/125.
[60] Âl-i Imran 3/104.
[61] Ankebut 29/ 46.
[62] Bürûc 85/ 4-9.
[63] Muhammed Eroğlu, “Ashâbü’l-Uhdûd”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi(DİA), İstanbul-1991, 3/ 471.
[64] İbn Kudâme, el-Muğnî, 1-10, Beyrut-1405, 2/297.
90 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Hâlbuki Allah resulünün uygulamalarında böyle bir sertliğe rastlanmaz. Örneğin, Hz.
Peygamber’e dayandırılan, “çocuğunuz yedi yaşına gelince namazı öğretiniz/emrediniz; on
yaşına geldiğinde kılmazsa dövünüz…” [65] rivayeti, hem hadis tekniği bakımından hem de
içerik yönünden eleştirilmiş, bunun Hz. Peygamber’in sünnetine (hayat tarzına) uymadığı
ifade edilmiştir.[66] Çünkü Allah resulü, bazı dinî mükellefiyetleri yerine getirmeyen
yetişkinlere bile sert muamelede bulunmamıştır. Örneğin kendisine, kıyametin ne zaman
kopacağını soran birisine, “Kıyamet için ne hazırlık yaptın ?” sorusuyla karşılık vermiş,
onun, “fazla namaz, oruç ve sadakam yok ama Allah ve resulünü seviyorum” cevabına,
“sen sevdiğinle berabersin” buyurmuştur.[67] “Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik
çağına gelene kadar çocuktan, aklı başına gelinceye kadar mecnundan sorumluluğun
kaldırıldığını”[68] bildiren bir peygamberin, mükellef olmadığı bir şeyden dolayı
çocuğun dövülmesini emretmesi makul değildir. Uyuyan çocuğunu namaz kılması için
uyandırmaya çalışan bir kadına, “bırak onu, akıl ve bâliğ olana kadar o sorumlu değildir”
[69] diyen Hz. Ömer, hiç şüphesiz, Hz. Peygamberi en iyi tanıyan biri olarak bu uyarıyı
yapmıştır. Hac ibadeti esnasında yaptığı hataların durumunu soran birisine, “bunda bir
sıkıntı yok, yeter ki bir Müslüman’ın ırzına (şerefine) haksızca dil uzatan kimse olmasın.
İşte böyle biri günah işlemiş ve helak olmuştur”[70] buyurarak insanlara yapılan maddimanevi saldırıların, Allah’a ibadet ederken düşülen hatalardan çok daha önemli olduğunu
vurgulamıştır. Suçu önlemede etkili olan kısas davalarında bile Hz. Peygamber’in tutumu
bağışlamadan yanadır. Enes b. Mâlik’in bildirdiğine göre Allah resulü, kısası gerektiren
davalarda bağışlamayı teşvik etmiştir.[71]
3.1.2.1.3 Diğer İnanç Gruplarına Yönelik Şiddet (Müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar)
Hz. Peygamber hem Mekke hem de Medine döneminde insanları öğütle, delille ve ikna
yoluyla dine davet etmiş, hiçbir zaman zor kullanma yoluna gitmemiştir. Mekke döneminde
inen bir ayette Hz. Peygamber’e, “insanları dine davet ederken hikmet ve güzel öğütle
çağırması ve onlarla en güzel şekilde mücadele etmesi” [72] emredilmiş, buna uyan Allah
resul’ünün nasıl başarılı olduğu Medine’de nazil olan şu ayetle tescil edilmişti: “Allah’ın
rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar
senin etrafından dağılıp giderlerdi…”[73] O, düşmanlarıyla ilişkisinde de barışçı yolu tercih
[65] Ebû Dâvûd, Salât, 25.
[66] Bkz. Mustafa Ertürk, “Çocuğun Dînî Eğitiminde Kullanılan Bir Hadis ve Tahlili ”, Marife, cilt: II, sayı: 2, s. 53-
79, Konya-2002.
[67] Buhârî, Ahkâm, 10.
[68] Tirmizî, Hudûd,1.
[69] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 1,347.
[70] Ebû Dâvûd, Menâsik, 87.
[71] Ebû Dâvûd, Diyât,3. Benzer rivayetler için bkz. Abdürrezzak, el-Musannef, 7/441, 10/129; İbn Mâce, Diyât, 34,35.
[72] Nahl 16/125.
[73] Âl-i İmrân 3/159.
Dini Açıdan Şiddet 91
etmiş, zayıf veya kuvvetli olduğu durumlara göre bu tutumunda bir değişikliğe gitmemiştir.
Mekke’de, müşriklerin baskı ve saldırılarına karşı sabırla direnmiş, baskılar dayanılmaz
hale gelince de arkadaşlarıyla birlikte Medine’ye hicret etmiştir.
Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde orada müşrik Araplar ve Yahudiler önemli bir güç
halinde idiler. Hz. Muhammed Müslümanlarla birlikte onları bir şehir devleti halinde
teşkilatlandırmaya ikna etti. Önce Medine’deki bütün tarafların uyacağı bir sözleşme
hazırlattı. İslâm tarihinde “Medine Vesikası” olarak bilinen bu sözleşmede anlaşmaya taraf
olanların karşılıklı hak ve görevleri, can ve mal güvenlikleri, din ve ibadet özgürlükleri
garanti altına alındı.
Hz. Peygamber, savunma amacına yönelik ilk savaş hazırlığını Medine’de yapmış, Allah
tarafından Hz. Peygamber’e savaş izni de, müşriklerin tehdit ve saldırılarının hâlâ devam ettiği
bu dönemde verilmiştir: “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle
cihat için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeye gücü yeter.”[74]
Bu dönemde meydana gelen bütün çarpışmalar, dünya harp tarihinin en az kan dökülen
savaşlarındandır. Yapılan bir hesaba göre, bu savaşlarda Müslümanların verdiği toplam
şehit sayısı –bazı baskınlar hariç- 138, düşman tarafın verdiği ölü sayısı ise – Kurayza
olayı hariç- toplam 216’dır.[75]
İlgili ayetler ve Hz. Peygamberin savaşları dikkate alındığında, gayrimüslimlerle yapılan
savaşların, meşru savunma, İslâm davetini, insan hakları ve din hürriyetini güvence altına
alma, antlaşmaları bozanları ve hainlik yapanları cezalandırma ve İslâm topraklarını
yabancıların saldırılarından koruma gibi amaçlara dayandığı görülmektedir.[76]
Hz. Peygamberin Mekkeli müşriklere karşı tutumunu en iyi yansıtan olay hicretin 8.yılında
gerçekleşen Mekke’nin fethidir. O, 10 yıllık bir süre için imzalanan Hudeybiye Anlaşması’nı,
üzerinden iki sene bile geçmeden ihlal eden ve Müslümanlarla müttefiklerine karşı
saldırgan bir tutum takınan Mekkeli müşriklerin üzerine yürümeye karar verdi. Düşmanın
hazırlanarak karşı koymasını ve kan dökülmesini önlemek için bütün hazırlıklarını tam
bir gizlilik içinde yürüttü. Muzaffer bir komutan olarak Mekke’ye girdiğinde, kendisine ve
inananlara her türlü baskı ve zulmü reva gören ve yurtlarından ayrılmak zorunda bırakan
eski düşmanlarına büyük bir âlicenaplıkla güvence verdi ve onların serbest olduklarını
bildirdi. Eline fırsat geçmişken hiçbir intikam hissine kapılmadı. Onun düşüncesinde
düşmanı imha etmek veya getirdiği dine inanmayanları yok etmek yoktu. Çünkü o bir kral
veya mağrur bir kumandan değil bir peygamberdi. Onun görevi insanların gönüllerini
[74] Hac 22/39.
[75] İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara-2003, 150. Ayrıca bkz. Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları (Çev. Nazire Erinç Yurter), 12-13.
[76] Geniş bilgi için bkz. Sarıçam, age., 149-150.
92 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
kazanmaktı ve o bunu, Kur’an’ın işaret ettiği gibi sevgi ve barış içinde gerçekleştirdi.
Hz. Peygamberin bu tutumu insanların gruplar halinde İslâm dinine girmelerini sağladı.
Kur’an-ı Kerim’in Nasr suresi bu durumu şöyle anlatır: “Allahın yardımı ve zaferi gelip de
insanların bölük bölük Allahın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbine hamd
ederek O’nu tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.”[77]
Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra Yahudileri Müslümanlarla bir arada
yaşayamayacak bir kitle olarak asla görmemiştir. Onun hedefi Yahudileri tamamen imha etmek
veya İslâm toprakları dışına çıkarmak değildi. Şayet öyle olsaydı, Hayber ve çevresindeki
Yahudileri ortadan kaldırır veya tamamen Hicaz dışına sürerdi. Hâlbuki Müslümanların güçlü
olduğu bir dönemde onları yerlerinde bırakmıştır. Dolayısıyla Hayber’in fethedildiği hicrî 7.
yıldan Hz. Peygamberin vefatına kadar geçen dört yılı aşkın sürede Müslümanlarla Yahudiler
bir arada yaşama tecrübesinin güzel bir örneğini vermişlerdir. Ayrıca, Yemen’de, hatta
Medine’de bile, antlaşmalı olan, Müslümanların zimmeti ve himayesi altında yaşayan Yahudiler
bulunuyordu. Hayber’in fethine giderken Hz. Peygamberin yanında Medine Yahudilerinden
on kişi bulunuyordu. Daha önce Medine’de bulunan Yahudi kabileleri antlaşmayı bozuncaya
kadar Müslümanlarla birlikte yaşadılar. Bunlardan anlaşıldığına göre Hz. Peygamber
Müslümanlar için tehlike oluşturmayan hiç kimseye dokunmamış, sadece birlikte yaşama
imkânı bırakmayacak ölçüde bir tehdit ve tehlike unsuru haline gelen Yahudilerle savaşarak
yurtlarından çıkarmıştır. Şayet anlaşmayı bozmasalar, müşriklerle iş birliği yapmasalar ve
savaş suçu işleyerek Müslümanların can güvenliğini tehdit eden bir unsur haline gelmeselerdi
büyük bir ihtimalle Medine’deki Yahudi kabileleri de yerlerinde kalabileceklerdi. [78]
Hz. Peygamberin Hudeybiye barışından sonra birçok devlet başkanı ve yöneticiye mektup
gönderip onları İslâm’a davet etmesi, gayrimüslim komşularıyla barış içinde yaşama
arzusunun bir göstergesidir. Bu elçilerin çoğu iyi karşılanmış ancak Bizans’a bağlı Busra
valisine gönderilen elçisi Mûte’de öldürülmüştür. Hz. Peygamberin daha sonra, hicretin
8. yılında Zâtu Atlah bölgesine halkı İslâm’a davet için gönderdiği 15 kişilik heyet oka
tutularak şehit edilmiş, sadece biri yaralı olarak Medine’ye dönebilmiştir. Hıristiyanların
bu düşmanca tutumu karşısında çok üzülen Hz. Peygamber, Zeyd b. Hârise komutasında
üç bin kişilik bir ordu hazırlayarak kuzeye doğru gönderdi. Müslümanlardan bölge
halkını İslâm’a davet etmelerini, kabul ettikleri takdirde savaşmamalarını, aksi takdirde
Allah’a sığınıp onlarla savaşmalarını istedi. Ayrıca Müslümanlara, sözlerinde durmalarını,
aşırı gitmemelerini, çocukları, kadınları, yaşlıları ve manastırlara çekilmiş kimseleri
öldürmemelerini, hurmalıklara zarar vermemelerini, ağaçları kesmemelerini ve binaları
yakmamalarını tembih ve tavsiye etti. [79]
[77] Nasr 110/1-3.
[78] Sarıçam, age., 235-236.
[79] Sarıçam, age., 238; krş., Vâkıdî, Megâzî, 2/ 757-758 ( Beyrut-1966).
Dini Açıdan Şiddet 93
Mûte Savaşı olarak bilinen bu savaş öncesinde Hz. Peygamberin, “bölge halkının önce
İslâm’a davet edilip, kabul etmedikleri takdirde savaşılması” şeklinde verdiği talimatın, dinin
zor kullanarak yayılması anlamına geldiği düşünülebilir. Ancak, Hz. Peygamberin o bölgeye
ordu göndermesinin asıl sebebi İslâm dininin silah zoruyla kabul ettirilmesi değil, barışçı
yoldan yapılan davetin zor kullanılarak engellenmiş olmasıdır. Gönderilen elçi ve heyetlerin
öldürülmesi ve genel olarak Müslümanlara karşı düşmanca bir tutum takınılması ciddi bir
tehdit olarak algılandığından böyle bir sefere karar verilmiştir. Savaştan önce İslâm’a davet,
soruna, kan dökülmeden barışçı yoldan çözüm bulmanın bir yöntemidir. Bu yöntem daha
sonraki İslâm fetihlerinde de uygulanmıştır. Ayrıca, savaşa giden orduya, aşırı gitmemeleri,
çocukları, yaşlıları, din adamlarını öldürmemeleri, ağaçlara ve binalara zarar vermemeleri
talimatını vermesi Hz. Peygamber’in savaşı, zorunlu durumlarda ve sadece muharip güçlere
karşı yapılabilecek bir eylem olarak gördüğünü göstermektedir.
[80] Müslim, Hac, 147.
3.1.2.2. Günlük Hayatta Şiddet
3.1.2.2.1. Kan Davaları
Hz. Peygamber meşhur Vedâ hutbesinde, “kanlarınız ve mallarınız, şu gününüz, şu ayınız
ve şu beldeniz gibi saygındır (Dokunulmazdır). Bilesiniz ki, Cahiliye dönemine ait bütün
işler ayaklarımın altındadır. Cahiliye döneminin bütün kan davaları da kaldırılmıştır.
Kaldırdığım ilk kan davası İbn Rebîa’nın kan davasıdır…”[80] buyurarak henüz küçük bir
çocuk iken Huzeyl kabilesi tarafından öldürülen amcasının torunu İyâs b. Rebîa’nın kan
davasını kaldırmakla işe önce kendi akrabalarından başlamış ve böylece çok eski bir öç
alma uygulamasına son vermiştir.
Aslında kan davası, Cahiliye devri Arap toplumunda cana can anlayışına dayalı kısas
cezasının bozulmuş bir şekliydi. Merkezî otoriteyi temsil eden bir devlet anlayışının
gelişmediği bu dönemde kan bağı esasına dayalı kabile düzeni hâkim olduğu, kısasın
uygulanmasında örf ve âdet hukuku kadar kabileler arası güç dengesi de belirleyici bir
önem taşıdığı için cezanın uygulanmasında çok defa keyfîlik ve şahsî intikam esasına
dayalı aşırılıklar söz konusu oluyor, bu da yerine göre kutsal kabul edilen ve zincirleme
olarak nesilden nesile intikal eden kan davalarını besliyordu. Kabile fertlerinden birine
karşı işlenen suç bütün kabileye karşı işlenmiş sayıldığından cezalandırmada suçlunun
kabilesine mensup olma yeterli sebep kabul edilerek suçlu suçsuz ayırımı gözetilmeksizin
misilleme cihetine gidiliyor, ayrıca suçta kasıt-hata ayırımı yapılmayarak maddî sonuçla
94 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
yetiniliyordu. Öldürülenin kanının öcünü alma kutsal ve onur kazandıran bir görev
sayıldığından güçlü kabilelerin bazen öldürülen bir üyesine karşılık zayıf kabileden birden
fazla kişiyi öldürdüğü oluyor, zayıf kabileler ise diyete razı ediliyordu. Genel teamül olarak
efendinin kölesini, babanın çocuğunu, kocanın eşini öldürmesi kısasla cezalandırılmıyor,
kadını öldüren erkeğe de kural olarak kısas uygulanmıyordu. [81]
Allah resulü, suçlulara, şahıslar eliyle keyfî cezalar verilmesini engellemek ve cezaların
adil yargılama sonucunda verilmesini sağlamak için kan davalarını kaldırmış ve bunun
kötülüğünü vurgulamak içi, “kıyamet günü insanlar arasında hüküm verilirken ilk olarak
kan davalarının hesabının görüleceğini” bildirmiştir.[82] Hayatı boyunca asla kişisel
intikam peşinde koşmayan Hz. Peygamber [83] Allah’ın en çok gazap ettiği insanın
husumette sınır tanımayan kimse olduğunu” [84] ve “husumeti sürdürmenin kişiye günah
olarak yeteceğini” [85] bildirmiştir. Canına kastedenleri bile affetme erdemini gösteren
Allah resulü, [86] kendisine arz edilen kısasla ilgili davalarda affetmeyi teşvik etmiştir. [87]
3.1.2.2.2. Savaşta Şiddet
Şiddetin en belirgin tezahür alanlarının başında gelen savaş konusunda Hz. Peygamberin
tutumunu anlayabilmek için öncelikle, kendisinin de rehberi olan Kur’an-ı Kerim’in konuyla
ilgili ilkelerini ortaya koymak gerekir.
Kur’an, başta müminler olmak üzere bütün insanlığı barışa davet eder: “Ey inananlar! Hep
birden barışa girin. Şeytana ayak uydurmayın O size apaçık bir düşmandır.”[88] Savaş
halinde bile düşman barış istiyorsa Hz. Muhammed’in yapması gereken sadece buna
icabettir: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven. Doğrusu O işiten
ve bilendir.”[89] Müminlerin, kendilerine barış öneren kimsenin imanını sorgulamaları
ve dünyalık (ganimet) arzusuyla ona saldırmaları yasaklanmıştır: “Ey inananlar! Allah
uğrunda yola çıktığınız zaman iyice araştırın ve size barış önerene, dünya hayatının geçici
menfaatini arzulayarak, ‘sen mümin değilsin’ demeyin. Allah’ın katında çok ganimetler
vardır. Önceleri siz de öyleydiniz. Ama Allah size iyilikte bulundu. Öyleyse iyice araştırın.
Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[90]
[81] Şamil Dağcı, “Kısas”, DİA, 25/489.
[82] Müslim, Kasâme, 28.
[83] Buhârî, Hudûd,42.
[84] Buhârî, Ahkâm, 34.
[85] Tirmizî, Birr, 58.
[86] Buhârî, Megâzî, 32.
[87] Ebû Dâvûd, Diyât, 3.
[88] Bakara 2/208.
[89] Enfal 8/61.
[90] Nisâ 4/94.
Dini Açıdan Şiddet 95
3.1.2.2.3. Toplumsal Kesimler
3.1.2.2.3.1. Aile İçi Şiddet
3.1.2.2.3.1.1. Kadınlar
Hz. Peygamber, kadınlarına karşı oldukça sert davranan bir toplum içinde yetişmişti.
Cahiliye dönemi bir tarafa, İslâmî dönemde bile bu sertliğin bazı örneklerine rastlamak
mümkündü. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in, Allah resulünün eşleri olan kızlarına karşı, onu
üzdükleri düşüncesiyle zaman zaman takındıkları sert tutum [91] bunun basit bir tezahürü
sayılabilir. Her konuda olduğu gibi Allah resulü bu konuda da müstesna bir tavra sahipti.
Başta hadis eserleri olmak üzere İslâmî kaynaklar, hayatıyla ilgili bütün bilgileri en ince
detayına kadar verdikleri halde, Hz. Peygamber’in, eşlerine ve çocuklarına karşı şiddet
uygulamak bir yana en küçük bir hakaret veya kırıcı bir sözünden bahsetmemişlerdir. Bu da
ancak, Allah tarafından seçilip “yüce ahlak sahibi olduğu” bildirilen [92] bir Peygamberin
her konuda olduğu gibi, bu konuda da insanlara örnek olmasıyla açıklanabilecek bir
husustur.
Allah resulünün ashabına yönelik bazı uyarılarından anlaşıldığına göre [93], Cahiliye
döneminden intikal eden kadına karşı şiddet kullanma alıfşkanlığını sürdürme eğiliminde
olan bazı kimseler onun döneminde de mevcuttu. Nitekim bunlardan birisi karısını dövüp
kolunu kıran Sâbit b. Kays b. Şemmâs idi. Kadının kardeşi Hz. Peygambere şikâyete
geldiğinde, Allah resulü Sâbit’i çağırtarak karısını boşamasını istedi.[94] İşte, bu örnek,
insanlık tarihi boyunca genelde kadının maruz kaldığı baskı ve aile içi şiddete karşı sevgili
Peygamberimizin fiilî tepkisini ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber’in Sâbit’e, dövme
sebebini sormadan karısını boşamasını emretmesi son derece anlamlıdır. Görüldüğü
üzere o, çoğu zaman yapıldığı gibi, “aile içinde olur böyle şeyler” dememiş, mağdur olan
kadını böyle bir şiddet ortamından kurtarmıştır. İşte bu, Hz. Peygamber’in sünneti, yani
bu konuda bize nasıl davranmamız gerektiğini gösteren örnekliğidir. Çünkü o, evlilik
hayatında eşleriyle ufak tefek dargınlıklar yaşasa bile, onlara asla el kaldırmamış [95],
kırıcı ve incitici söz söylememiştir. Onun için, Vedâ hutbesinde müminlere bıraktığı vasiyet ve
son nasihatlerinden birisi “kadınlar hakkında Allah’tan korkmaları gerektiği” olmuştur. [96]
[91] Müslim, Talâk, 4, H.No.29.
[92] Kalem 68/4.
[93] Buhârî, Nikâh, 84;Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’ân, 91; İbn Mâce, Nikâh, 51.
[94] Nesâî, Talâk, 53.
[95] Müslim, Fedâil, 79.
[96] Müslim, Hac, 147.
96 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Hiçbir Müslüman erkek, eşine baskı ve şiddet uygulamayı savunamaz ve bunu normal
göremez. Çünkü ayetleri insanlara tebliğ eden Allah elçisi, onların nasıl anlaşılıp
uygulanacağını da bize öğretmiştir. Namazı nasıl onun öğrettiği gibi kılıyorsak, eşimize de,
onun eşlerine davrandığı gibi davranmak durumundayız. “Sizin en hayırlınız kadınlarına
karşı iyi davrananlarınızdır”[97] buyuran ve “gece birlikte olduğunuz kadınları nasıl
döversiniz?” [98] diyerek hayretini ifade eden bir Peygamberin tutum ve davranışı bizim için
yegâne örnek olmalıdır. Ayrıca o, Ebü’d-Derdâ’ya vasiyet ettiği dokuz emrin sonuncusunda,
“ailene değneğini kaldırma, onları sadece Allah hakkında korkut” buyurmaktadır.[99]
Başka bir sahâbeye tavsiyesinde de “karısını çirkin olarak nitelememesini ve dövmemesini”
öğütlemiştir.[100] Aralarında var ettiği sevgi ve merhameti kendi varlığının delillerinden”
sayan [101] ve “…onlarla (kadınlarla) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, sizin
hoşlanmadığınız şeyde Allah birçok hayır var etmiş olabilir” [102] buyurarak erkeği eşine
sahip çıkması konusunda uyaran bir yaratıcının eşler arasında şiddeti murat ettiğini
düşünmek makul değildir.
Aile içinde özellikle kadına karşı yöneltilen şiddetin kaynağında ondan hoşlanmamak
olgusu yatmaktadır. Farklı özelliklerde yaratılan ve farklı çevrelerde yetişen iki cinsin
hiçbir çaba göstermeden birbirleriyle tam bir uyum sağlamaları eşyanın tabiatına
aykırıdır. Anlamlı bir uyum ancak, farklılıkların doğal karşılanması, karşılıklı tahammül ve
fedakârlık sonucunda ortaya çıkacaktır. Bu sabrı göstermeden hemen çatışma ve şiddete
başvurmak, sonunda da ayrılmayı göze almak, hem ilahî iradenin hem de Allah resulünün
tasvip etmediği bir tutumdur. Nitekim Cenâb-ı Hak, az önce ifade edildiği gibi kadınlarla
iyi geçinmeyi emretmekte, hoş olmadığı düşünülen bazı şeylerde hayır bulunabileceğini
bildirmektedir. Allah resulü de, “bir mümin erkek, mümin eşine buğzetmesin. Onda
hoşlanmadığı bir huy varsa, hoşlanacağı başka bir huy da vardır” buyurarak [103] ayetin
anlamını teyit etmektedir.
Aile içi huzursuzlukların ilk tezahürü eşlerin birbirlerine karşı kırıcı davranmaları ve hakarete
varan sözler sarf etmeleridir. Tekrar eden bu davranış zamanla kalıcı olabilmekte, sanki
aile ilişkisinin doğal bir parçası gibi algılanmaktadır. Hâlbuki Allah ve resulünün kesinlikle
yasakladığı kötü söz,[104] aile ortamında, hem eşler hem de çocuklar için psikolojik bir
şiddete dönüşmekte ve hayatı çekilmez bir hale getirmektedir. Başkasına olmadığı halde
[97] Tirmizî, Radâ’, 11.
98] İbn Mâce, Nikâh, 51.
[99] Buhârî,el-Edebü’l-Müfred, 20.
[100] Ebû Dâvûd, Nikâh, 40, 41.
[101] Rûm 30/21.
[102] Nisâ 4/19.
[103] İbn Hanbel, Müsned, 2/330.
[104] Nisâ 4/148; Tirmizî, Birr,48.
Dini Açıdan Şiddet 97
ailesine karşı dilinin kırıcı ve kötü sözlü olduğunu ve ne yapması gerektiğini Hz. Peygamber’e
soran Ebû Huzeyfe, bunun için Allah’tan af dilemesi gerektiği cevabını almıştır.[105]
Allah Resulü, karısının ağzının bozukluğundan şikâyet eden Lakît b. Sabre adındaki diğer
bir sahâbiye de, eşini boşamasını önermiş, Lakît’in, “onunla aramızda bir beraberlik (sohbe)
ve bir de çocuk var” sözü üzerine, “eğer onda bir hayır görürsen nasihat et, karını cariyeni
döver gibi dövme” buyurarak, onun şiddete yönelmesini arzu etmemiştir.[106] Buradan
hareketle, dövmenin çözüm olmayacağını bilen Allah resulünün, ciddi ailevî geçimsizliklerde
şiddete başvurma yerine, boşanmayı öncelediğini söylemek de mümkündür. Hz, Peygamber,
aile arasındaki huzursuzlukları körükleyenleri de ağır bir dille uyarmış, “kadını kocasına,
köleyi efendisine karşı kışkırtan bizden değildir” buyurmuştur. [107]
Rivayette geçen “cariyeni (veya köleni) döver gibi” ifadesinden, Hz. Peygamberin kölelerin
dövülmesini normal gördüğünü düşünmek doğru değildir. Bu, o toplum içinde, cariye veya
kölelerin daha çok şiddete maruz kaldıklarını ve insanların bunu daha doğal karşıladıklarını
gösteren ve benzetme amacıyla sarf edilen bir ifadedir. Nitekim Allah resulünün bu
konudaki uyarıları çok açıktır. O şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz hizmetçisini döverken
Allah’ı hatırlasın ve derhal elini çeksin.”[108] Sahâbî Ebû Mes’ûd el-Ensârî anlatıyor:
“Kölemi dövüyordum. Arkamdan, ‘şunu bil ki Ebû Mes’ûd’ diye bir ses işittim. Döndüğümde
Resûlullahı karşımda gördüm. ‘Şunu bil ki, senin ona olan gücünden, Allah’ın sana karşı
gücü daha fazladır’ buyurdu. Bundan sonra hiçbir kölemi asla dövmedim.”[109] Rivayetin
başka bir versiyonunda, Ebû Mes’ûd, “bu köleyi Allah rızası için azat ettiğini” bildirmektedir.
[110] İbn Ömer’den nakledilen bir rivayette de Allah resulünün, “kim kölesini tokatlar veya
işlemediği bir suçtan dolayı cezalandırırsa, kefareti onu azat etmesidir” buyurduğu ifade
edilmektedir.[111]
Aile içi şiddetin en yaygın olanı, kocanın karısına yönelik fizikî şiddeti olsa da, karının
kocasına, ebeveynin çocuklarına, çocukların da ebeveynlerine yönelik şiddet uygulamaları
da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Üstelik sadece fizikî değil, manevi ve psikolojik
baskılar da şiddet kapsamı içinde yer alır. Örneğin eşlerin birbirlerine yönelttikleri,
geçerli delillere dayanmayan zina isnadı, bir iftira olduğu için, namus ve onurlarına
yönelik manevi bir şiddettir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, böyle bir suçlamaya en çok maruz
kalan ve bundan en fazla zarar görecek olan kadını korumak amacıyla, bu iftirayı yapan
[105] Dârimî, Rikâk, 15.
[106] Ebû Dâvûd, Tahâre, 55.
[107] Ebû Dâvûd, Talâk,1.
[108] Tirmizî, Birr,32.
[109] Tirmizî, Birr, 30.
[110] İbn Hanbel, Müsned, V/274.
[111] Buhârî, el-Edebü’l-Müfred,72.
98 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
kimselere seksen sopa vurulması ve şahitliklerinin ebediyen kabul edilmemesi cezasını
vermiştir.[112] Hz. Âişe’ye zina iftirasının yapıldığı İfk Olayı’yla [113] ilgili dedikoduların
alıp yürüdüğü bir ortamda Allah resulünün gerekli soruşturmaları yapması ve en önemlisi,
olayın netlik kazanmadığı dönemde bile eşine kötü muamelede bulunmaması bu konuda
önemli bir örnektir. Çünkü erkek olsun kadın olsun herkes kendi yaptığından sorumludur.
[114] Kimse kimsenin günahını çekmeyeceği gibi [115] (Fâtır 18) bilfiil cezalandırmada
da bulunamaz. Hz. Peygamber’in bu olaydaki tutumuyla, basit bir şüphe ya da söylenti
karşısında, karısını, kızını, şüphelendiği diğer insanları gözünü kırpmadan öldürebilen ve
bunu da namus adına yaptığını söyleyen günümüz Müslümanlarının tutumu arasında bir
karşılaştırma yapmak anlamlı olacaktır.
Eşlerin, kendilerinde kalması gereken mahrem sırlarını başkalarına yaymaları da karşı taraf
için bir nevi manevi şiddettir. Çünkü aile bireylerinin birbirlerine güvenerek açıkladıkları
sırların ve mahrem bilgilerin başkalarına intikali onların kişilik haklarının ciddi bir ihlalidir.
Onun için Allah resulü, “kıyamet gününde, Allah katında mevkii en kötü olacak insanlardan
birisi, karısı ile haşır neşir olup da onun sırrını yayan kimsedir” buyurmuştur. [116]
İnsanlara yapılan saldırı ve haksızlıklar karşısında bu kadar duyarlı olan Allah resulü bir
eş, bir baba ve bir aile reisi olarak eşlerine, çocuklarına, torunlarına ve hizmetçilerine
karşı da aynı duyarlılığı göstermiş, onlara sevgi ve şefkatle muamelede bulunmuştur.
Onun eşlerine karşı takındığı en sert tutum bazı olaylar sebebiyle dargın durduğu bir
aylık dönemdir.[117] Bunun dışında, eşlerinin bazı kapris ve kıskançlıklarını bile olgunlukla
karşılamış,[118] kendisine karşı zaman zaman seslerini yükseltmelerine aldırmamış,
hatta bundan haberdar olup kızlarına şiddet uygulamaya kalkan kayınpederlerine engel
olmuştur. [119] Eşi Hz. Âişe’nin kendisinden memnuniyetini ve kızgınlığını nasıl anladığını
ona anlatırken bile Allah resulünün bu olgun ve dingin tavrı fark edilmektedir. Hz. Âişe’nin
anlattığına göre Allah resulü ona “ben senin benden memnun olduğun ve bana kızdığın
zamanı anlarım” deyince Hz. Âişe bunu nasıl anladığını sormuş, Hz. Peygamber, “benden
memnun olduğunda, ‘Hayır, Muhammed’in Rabbi hakkı için olmaz’ dersin, bana kızdığında
ise, ‘Hayır, İbrahim’in Rabbi hakkı için olmaz’ dersin” buyurmuştur. Hz. Âişe’nin ona verdiği
cevap da eşini çok seven bir hanımın inceliğini yansıtmaktadır: “Evet, fakat Allah’a yemin
olsun ki ey Allah’ın resulü, ben senin sadece isminden uzak kalabilirim”. [120]
[112] Nur 24/ 4.
[113] Buhârî, Megâzî, 34.
[114] Tûr 52/21.
[115] Fâtır 35/18.
[116] Müslim, Nikâh, 123
[117] Müslim, Talâk, 4.
[118] Ebû Dâvûd, Büyu’(İcâre), 89 ; Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 4.
[119] Ebû Dâvûd, Edeb, 84.
[120] Buhârî, Nikâh, 109.
Dini Açıdan Şiddet 99
[121] Tirmizî, Birr, 15.
[122] Dârimî, İsti’zân, 65.
[123] Tirmizî, Menâkıb, 60.
[124] Buhârî, Edeb, 22;Tirmizî, Menâkıb, 30.
[125] Buhârî, Edeb,18; Nesâî, Tatbîk, 82.
[126] Ebû Dâvûd, Edeb, 144,145.
[127] Ebû Dâvûd, Edeb, 62.
[128] Dârimî, Siyer, 25.
[129] Bakara 2/190.
Allah resulü, gönderiliş amacına uygun olarak, insanların hem bireysel hem de aile ve
toplum içinde huzurlu olması için gerekli tavsiyelerde bulunmuş ve kendi fiilî örnekliğiyle
de bir İslâm ailesinin nasıl olması gerektiğini ümmetine göstermiştir. “Küçüklerimize
merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir”[121] buyururken
aileden başlayıp toplumla devam eden bir sevgi ve saygı medeniyetini inşa etmek
istemiştir. Bu saygı ortamında kadınlara öncelik tanımış, onlarla ilişkisini daima nezaket
ve hoşgörü çerçevesinde yürütmüştür. Kendi eşlerine karşı gösterdiği nazik tutumuyla
da, hem Cahiliye döneminin bedevi Arabı’na hem de kıyamete kadar kendi yolunu takip
edecek insanlara ailelerine nasıl davranmaları gerektiğinin mesajını vermiştir. Kendi
hanımlarını taşıyan develeri süren hizmetçiye, “ey Enceşe, yavaş sür, cam (gibi hassas
şeyler) götürüyorsun”[122] şeklinde espri yapması onun, genelde kadınlara, özel olarak
da kendi eşlerine nazik tutumunun açık bir göstergesidir.
3.1.2.2.3.1.2. Çocuklar
Allah resulünün çocuklarına ve torunlarına olan düşkünlüğü de çok iyi bilinmektedir. Kızı
Fâtıma’ya karşı sevgisini her vesileyle göstermesi,[123] torunlarına karşı sık sık sevgi
izharında bulunup [124] namaz kıldırırken bile onları omzunda, sırtında taşıması [125] bunun en
açık göstergesidir. Onu, torunu Hüseyin’i öperken gören ve kendi on çocuğundan hiçbirini
öpmediğini söyleyen bir sahâbîye o şu çarpıcı ve uyarıcı cevabı vermiştir: “Merhamet
etmeyene merhamet olunmaz.” [126] Şiddet içeren bir kelimenin çocukla anılmasına bile
razı olmayan Allah resulü, çocuklarına “harb” adı vermekte ısrar eden Hz. Ali’ye engel
olmuş ve torunlarına “iyilik ve güzellik” manasındaki “Hasan” ve “Hüseyin” adlarını
vermiştir. [127] Bir savaş esnasında çocukların öldürüldüğünü gören Hz. Peygamber,
“bazılarına ne oluyor ki ölüm (katl), çocukları öldürmeye varacak kadar onları(n aklını
başından) alıp götürmüş? Sakın ha çocukları öldürmeyin” talimatını vermiştir.[128] Bu
uyarı, “sizinle savaşanlara karşı siz de Allah yolunda savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü
Allah aşırı gidenleri sevmez” [129] ayetinin bir uygulaması gibidir.
Sahâbî Abdullah b. Âmir’in çocukken yaşadığı şu olay Peygamber Efendimizin çocuklar
konusunda ne kadar hassas olduğunu ve anne-babaların onları ne kadar ciddiye almaları
100 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
gerektiğini gösteren önemli bir örnektir. Şöyle anlatıyor: “Bir gün Allah resulü evimizde
iken annem, ‘ey Abdullah, buraya gel sana bir şey vereceğim’ dedi. Allah resulü, anneme,
‘ona ne vermek istiyorsun?’ dedi. Annem, ‘hurma vereceğim’ deyince Allah resulü, ‘eğer
dediğini yapmasaydın, sana bir yalan yazılacaktı’ buyurdu.”[130] Hz. Peygamber, bir oğluna
mal bağışlayıp diğer çocuklarını bundan mahrum eden ve buna da Hz. Peygamberi şahit
yapmak isteyen bir sahâbîye, “Allah’tan korkun, çocuklarınız arasında âdil olun” buyurarak
evlatlar arasında ayrım yapmayı yasaklamıştır.[131] Kız olsun erkek olsun çocuklar Allah’ın
bir nimeti, ailenin ziyneti ve sevinç kaynağıdır. Daha sonra aileye sağlayacağı katkıların
farklı olduğunu düşünerek onlara farklı muamelede bulunmak Kur’an-ı Kerim’in kınadığı
bir Cahiliye âdetidir.[132] Nitekim Cahiliye Arapları, erkek çocuğu, ilerde savaşıp ganimet
elde edeceği, tarım, hayvancılık ve ticarette çalışarak kazanç getireceği düşüncesiyle
üstün tutarken, kız çocuğu, ilerde namuslarına halel getirebilecek bir yük gibi görüyor
ve birçok haktan mahrum bırakıyorlardı. Hâlbuki geçmişte de, günümüzde de erkeğin
fizikî yapısı gereği doğal olarak üstlendiği görevler karşısında, kadının bir eş ve anne
olarak üstlendiği görevlerin daha az önemli olduğu söylenemez. Doğrusu, toplumsal
yapıya, zamana ve zemine göre farklılaşabilen bu görev taksiminde kadının da erkeğin de
yaptıkları iş önemlidir. Bu konuda yapılacak bir karşılaştırmanın doğuracağı tartışmalar
önce eşler, sonra da çocuklar arasında huzursuzluğa yol açar ve dolayısıyla bundan aile
birliği zarar görür.
Anne-babaların çocuklarına duyduğu fıtrî sevgi, onlara karşı kötü muameleyi belli ölçüde
engellese de, tamamen ortadan kaldırmamakta, hatta bazen, onların bize Allah’ın bir
emaneti olduğu unutularak, sahip olunan bir mal gibi her türlü tasarrufta bulunabileceği
düşünülmektedir. O yüzden Cahiliye döneminde bazı kabileler, kendileri için ekonomik
bir yük ve utanç vesilesi saydıkları kız çocuklarını öldürmekte bir beis görmemişlerdir.
Cenâb-ı Hak, bu vahim suçu işleyenleri, “geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz.
Onları ve sizi rızıklandıran biziz. Onların öldürülmesi şüphesiz büyük bir günahtır.”[133]
ayetiyle uyarmaktadır. Aile içi şiddetin çocuklara yönelik bu acımasız uygulaması geçmişte
kalsa da, tarih boyunca ve günümüzde de çocuğa yönelik şiddet ve istismar yoğun bir
şekilde devam etmektedir. Zorunlu bir sebebe dayanmayan kürtaj, çocukların küçük yaşta
çalışmaya zorlanması, dilenciliğe ve konusu suç olan şeylere teşvik ve alet edilmesi, basit
nedenlerle dövülmesi ve kötü muamele görmesi, genelde ebeveynlerden kaynaklanan
çocuğa yönelik şiddet örnekleridir. Özellikle ülkemizde bazı genç kızlarımızın, isteyerek
veya istemeyerek karıştıkları ve cinsel yönden istismar edilip mağdur duruma düştükleri
bazı olaylar sebebiyle, namus temizleme adı altında cinayete kurban gitmeleri de aile
içi şiddetin en acımasız örneklerindendir. Genelde aile meclisinin ittifakıyla alınan bu
cinayet kararlarına iştirak edenlerin hepsi dinimize göre katil durumundadırlar. Çünkü
[130] Ebû Dâvûd, Edeb, 87.
[131] Müslim, Hîbe, 13.
[132] Nahl16/58; İsrâ 17/31.
[133] İsrâ 17/31.
Dini Açıdan Şiddet 101
zorla mağdur edilen kimse başta ailesi olmak üzere herkes tarafından korunması gereken
bir mazlumdur. Kendi yanlış tercihiyle mağdur olmuş kimsenin hatası ise kendisine aittir.
Bu kişi ergenlik çağına ulaşmış ve suç işlemişse cezasını çeker ve Allah’tan af diler. Ergen
olmayan kimseye ise, ebeveyni ve aile büyükleri tarafından uyarı ve nasihatte bulunulur.
Yeni tehlikelere maruz kalmaması için de koruma altına alınır. Her iki durumda da ailenin,
çocuklarını yargılayıp ceza verme hakkı yoktur. Dinimize göre, herkes yaptığından
sorumludur, “kimse kimsenin günahını yüklenmez.”[134] Anne-babalar, çocuklarına
ceza vermek yerine, bu konudaki sorumluluklarını düşünüp kendilerini sorgulamak
durumundadırlar.
3.1.2.2.3.3. Yaşlılar
Çocuklardan ebeveyne yönelik şiddet olgusu İslâm dininin üzerine en çok dikkat çektiği
konulardan birisidir. Kur’an-ı Kerim, ana-babaya saygı ve iyi muamele hususuna birçok
ayette işaret etmiş [135], “onlara öf bile demeyin”[136] buyurarak, onları kırabilecek her
türlü davranıştan uzak durulması gerektiğini bildirmiştir. Dikkat edilirse ayetin ifadesi,
sadece fizikî şiddeti değil, onları üzüp gücendirebilecek her türlü söz ve davranışla
uygulanabilecek manevi şiddeti de yasaklamaktadır. Bazı ayetlerde, Allah’a kulluktan
hemen sonra anne-babaya iyilik emri yer almıştır[137]. Allah resulü de, ana-babaya
saygı ve hizmetin önemini her fırsatta dile getirmiş [138], onlara kötü muameleyi büyük
günahlardan saymıştır.[139] “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı
göstermeyen bizden değildir” [140] buyuran Hz. Peygamber başta anne-babalar olmak
üzere yaşlılara saygıyı bir ilke hâline getirmiştir. Başka bir hadislerinde “Allah Teâlâ,
yaşından dolayı bir büyüğe hürmet eden gence, yaşlandığında kendisine saygı gösterecek
birini lütfeder.”[141] buyurmuştur. Yanında annesi ile babasından biri yahut her ikisi
yaşlanıp da cennete giremeyen kimseye sitem eden de odur. [142] Allah resulü, Müslüman
olmadığı halde kendisini himaye eden amcası Ebû Tâlib’e saygıda kusur etmemiş, onun
eşi Fâtıma binti Esed öldüğünde de kendi gömleğiyle kefenleyerek kabre kendi elleriyle
yerleştirmiştir. Bu ilgisinin sebebini soranlara da, kendisine yaptığı iyilikleri hatırlatarak,
“annemden sonraki annemdi” şeklinde karşılık vermiştir. [143] Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hâni
[134] En’am 6/164.
[135] En’am 6/151; Ankebût 29/ 8; Lokman 31/14; Ahkâf 46/15.
[136] İsrâ 17/23.
[137] Bakara 2/83; Nisâ, 4/36; İsrâ, 17/23.
[138] Buhârî, Edeb,1, 2, 3.
[139] Müslim, İmân,144; Tirmizî, Şehâdet, 2.
[140] İbn Hanbel, Müsned, 2/207.
[141] Tirmizî, Birr,75.
[142] Müslim, Birr, 10.
[143] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, 7/217.
102 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
de Hz. Peygamber’in saygı gösterdiği yaşlı kadınlardan biriydi.[144] Ayrıca, hizmetçisi
Enes b. Mâlik’in annesi Ümmü Süleym’e, üvey babası Ebû Talhâ’ya, teyzesi Ümmü Haram
binti Milhân’a saygı gösterir ve sık sık onları ziyaret ederdi.[145] Bir defasında, sütannesi
Halime’yi, sütbabası Hâris’i, ridâsını yere sererek üzerine oturtmuştu. [146]
Hz. Peygamber, ebeveyni yaşlı olan sahâbîlerin cihada katılabilmeleri için onların iznini
şart koşmuş,[147] yaşlıların yürüyerek haccetme adaklarını, külfete girmemeleri için
geçersiz saymıştır. [148] Namazda imamlık yapanlara, arkalarındaki zayıf, hasta ve yaşlıları
düşünerek namazı uzatmamalarını tavsiye etmiştir [149]. Mescid-i Nebevî’yi temizleyen
yaşlı ve kimsesiz zenci bir hanımın ölümünü kendisine haber vermeden defnedenlere
“bana haber vermeniz gerekmez miydi?” diyerek kızmış ve kabrine gidip cenaze namazını
kılmıştır. [150] Hz. Peygamberin, yapılan savaşlarda düşman çocuklarının, savaşa
katılmayan yaşlı ve güçsüzlerin öldürülmelerini yasaklaması da [151] onun yaşlılara
verdiği değerin bir ifadesidir.
[144] Üsdü’l-Gâbe, 7/404.
[145] Üsdü’l-Gâbe, 7/317.
[146] Ebû Dâvûd, Edeb,129.
[147] Ebû Dâvûd, Cihâd, 33.
[148] Tirmizî, Nüzûr, 9.
[149] Buhârî, Ezân, 62.
[150] Müslim, Cenâ’iz, 71.
[151] Ebû Dâvûd, Cihâd, 82.
[152] Bakara 2/155.
[153] Fetih 48/17.
[154] Nisâ 4/95.
3.1.2.2.3.4. Engelliler
İnsanın, doğuştan veya sonradan bazı bedensel ve zihinsel engellerle karşılaşması
muhtemel bir olgudur. Bu olguya hem Kur’an-ı Kerim’de hem de Hz. Peygamber’in
sünnetinde dikkat çekilmiş ve bu kimselere nasıl davranılması gerektiği açıklanmıştır.
Cenâb-ı Hak insanın canına ve malına gelebilecek bazı musibetleri imtihan bağlamında ele
alıp buna maruz kalanları sabra teşvik etmiştir. [152] Ancak onlarla ilgili sorumlulukları da
o nispette hafifletmiştir. Mesela bir ayette, “âmâya, topala ve hastaya herhangi bir güçlük
ve zorluk olmadığı” belirtilmiş, [153] savaş bağlamında gelen bu ayetle engelliler bu zor
görevden muaf tutulmuştur. Onun için, “müminlerden (cihada katılmayıp) oturanlarla
malları ve canları ile Allah yolunda cihat edenler bir olmaz…” [154] ayeti inince âmâ sahâbî
İbn Ümmü Mektûm’un Peygamberimize gelerek “Ey Allah’ın resulü! Vallahi cihada gücüm
yetseydi mutlaka ben de savaşırdım” hayıflanışı üzerine aynı ayet “gayru üli’d-darari”
Dini Açıdan Şiddet 103
(özür sahipleri hariç) ilavesiyle yeniden inmiştir. [155] Kendisine karşı muamelesinden
dolayı Hz. Peygamber’in uyarılmasına sebep olan bu sahâbî hakkında inen başka bir
ayet de, engellilere karşı nasıl duyarlı olunması gerektiğini gösteren önemli bir örnektir.
Müşriklerin ileri gelenlerinden biriyle konuşması esnasında yanına gelen ve kendisinin
irşat edilmesini isteyen İbn Ümmü Mektûm’a, zamansız gelişinden dolayı canı sıkılan Hz.
Peygamber, yüzünü çevirip cevap vermeyince, “âmânın kendisine gelmesinden dolayı
yüzünü ekşitti ve çevirdi. Sen nereden biliyorsun, belki o temizlenecek yahut öğüt alacak
da bu öğüt ona fayda verecek!” [156] ayetleri nazil oldu. Hz. Peygamber bu olaydan sonra,
âdeta, bu davranışını telafi etmek istercesine İbn Ümmü Mektûm’a ömür boyu değer verdi.
Medine dışına çıktığında onu on üç defa yerine vekil bıraktı. Medine’de Bilâl-i Habeşî ile
beraber müezzinlik yapmasına izin verdi.
Diğer bir örnekte de Hz. Peygamber, gözleri iyi görmediği için evinden uzak bir mescide
gitmekte zorlandığını söyleyen sahâbî İtbân b. Mâlik’e evinde namaz kıldırıp kendi evini
mescit gibi kullanabileceğini söyleyerek yardımcı olmuştur.[157] Mekke fethedildiğinde,
Hz. Ebû Bekir’in, yaşlı ve âmâ babası Ebû Kuhâfe’yi Hz. Peygamber’i ziyarete getirmesinden
rahatsız olan Allah resulü, “bu ihtiyarı evde bıraksaydın da ben onun yanına gitseydim
ya” buyurarak yaşlı ve engelli birisine nasıl davranılması gerektiğini öğretmiştir.[158] Hz.
Peygamber bazen, âmâ olan insanların gönlünü almak için onları “basîr” (iyi gören) olarak
da nitelendirmiştir. Bir gün, “hadi bizi Vâkıfoğulları’ndan şu ‘basîr’ adamı ziyarete götürün”
dediğinde kastettiği kişi âmâ birisidir.[159] Sahâbe arasında, doğuştan veya savaş
sebebiyle engelli olan bir hayli insan mevcuttu. Hz. Peygamber, bunları, hayattan kopuk
iş göremez insanlar olarak kabul etmek yerine, yapabilecekleri işlerle değerlendirme
yolunu seçmişti. Örneğin bunlardan birisi olan ve ayağında engeli bulunan Muaz b.
Cebel’i Yemen’e kadı ve zekât memuru olarak göndermişti.[160] Topal olmasına rağmen
Uhud Savaşı’na katılmak konusunda ısrarlı olan Amr b. Cemûh’un savaşta şehit olduğunu
gören Allah resulü, “ben sanki seni cennette bu ayağın iyileşmiş bir vaziyette yürürken
görüyor gibiyim” buyurdu.[161] Hz. Peygamber engellilere yardım etmeyi teşvik ederek
bunun da bir sadaka olduğunu bildirmiştir. Şöyle buyurur: “ (Âmâya veya yol sorana)
[155] Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 4.
[156] Abese 80/1-5.
[157] Buhârî, Teheccüd, 36.
[158] İbn Hanbel, Müsned, 4/350.
[159] Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 10/333.
[160] Buhârî, Cihâd, 164.
[161] İbn Hanbel, Müsned, 5/300.
104 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
yol göstermen sadakadır. Gücünle güçsüz birine yardım etmen sadakadır. Konuşmakta
güçlük çekenin meramını ifade etmen sadakadır.” [162] “Allah sizin dış görünüşlerinize ve
mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar” [163] buyuran Allah resulü,
bu örneklerden de gördüğümüz gibi, engellilere karşı herhangi bir fizikî ve psikolojik
şiddeti tasvip etmek bir yana, sözleri ve uygulamalarıyla, onlara gerekli dikkat, ihtimam ve
yardımın gösterilmesini emretmiştir. Onun için, insanlarla alay etmeyi yasaklayan ayete
[164] uygun olarak, ashabına namaz kıldırdığı bir esnada, yakınlarındaki bir çukura düşen
âmâ sahâbîye gülen cemaatine hem namazlarının hem de abdestlerinin bozulduğunu
söyleyerek [165] yaptıkları şeyin ne kadar vahim olduğunu anlatmak istemiştir. [166]
[162] İbn Hanbel, Müsned, 5/152.
[163] Müslim, Birr, 34.
[164] Hucurât 49/11.
[165] Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Âsâr, s. 28.
[166] Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Hadislerle İslâm, 4/263-274.
[167] Müslim, Tevbe, 25.
[168] Muvatta, Sıfatü’n-Nebî, 10.
[169] Nesâî, Dahâyâ, 41.
[170] Müslim, Libâs, 107; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/13.
[171] Tirmizî, Sayd, 12.
[172] Ebû Dâvûd, Edeb, 176.
3.2. Diğer Canlılara Karşı Şiddet
Allah resulü sadece insanlara değil hayvanlara şiddet uygulanmasını da hoş görmemiştir.
Örneğin, bir kediyi hapsedip aç bırakarak ölümüne sebep olan bir kadının cehennemlik
olduğunu bildirmiş, [167] buna mukabil kuyu başındaki susamış bir köpeği ayakkabısıyla
su çekerek sulayan birisinin cenneti kazandığını haber vermiştir. [168] Allah resulü, canlı
hayvanların hedef taliminde kullanılmasını yasaklamış, [169] hayvanlara işaret konulurken
aşırı gidilmesini “müsle” (işkence) olarak niteleyerek uygun bulmamıştır.[170] Cahiliye
âdeti olan develerin hörgüçlerinin, koyunların kuyruklarının canlıyken kesilip yenmesini
yasaklayarak bunun haram olduğunu söylemiştir.[171] Bir sefer esnasında, iki serçe
yavrusunu yuvalarından alan arkadaşlarına kızarak, yavruların, onları arayan annelerinin
yanına konulmasını istemiş, bir karınca yuvasını yakan kişileri de, “ateşle cezalandırmak,
ateşin rabbinden başkasına yakışmaz” diyerek uyarmıştır.[172] Binek hayvanları üzerinde
uzun süre sohbet yapanları uyararak, “hayvanlarınızın sırtını minber edinmekten
sakınınız. Çünkü Allah, sadece zorlukla varabileceğiniz yerlere sizi iletmeleri için onları
sizin emrinize verdi. Arzı da sizin için yarattı. Dolayısıyla ihtiyaçlarınızı yerde karşılayın”
Dini Açıdan Şiddet 105
[173] Ebû Dâvûd, Cihâd, 55.
[174] Ebû Dâvûd, Cihâd, 41.
[175] İbn Mâce, Zebâih, 3.
[176] İbn Hanbel, Müsned, 3/484.
[177] Nisâ 4/128.
Bu makalede, Kur’an ve sünnetten verdiğimiz örnekler dikkate alınırsa, İslâm’da şiddet,
kaçınılmaz üç alanla sınırlanmış ârızî bir olgudur. Bunlar, bireysel planda meşru müdafaa,
toplumsal planda savaş, devlet planında ise ceza yargılamasıdır. Aslında bu üç alan
insanlık âleminde de kabul gören ortak sınırlardır. Bunun dışında ortaya çıkan şiddet
olayları, çeşitli sebepleri bulunsa da, kontrol edilemeyen doğal öfke duygusunun dışa
yansımasından ibarettir. Adı barış olan ve barışta hayır olduğunu bildiren [177] bir dinin
insanlar ve toplumlar arasında olduğu kadar, insanlarla diğer canlılar arasında da,
kaçınılmaz üç alanın dışında, keyfî bir şiddet tezahürüne izin vermesi söz konusu olamaz. Bu
noktada, İslâm’ın şiddet dini olduğu, kılıçla yayıldığı, kadın ve çocuklara şiddet uyguladığı
gibi suçlamalar art niyetli değilse, dinin sahih ana kaynaklarını yeterince incelemeden
verilmiş ön yargılı hükümlerdir. Tarih boyunca Müslüman toplumların bu konuda iyi bir
sınav verememelerinin de bu ön yargıları beslediğini göz ardı etmemek gerekir. Temel
kaynaklara dayalı öğretisi apaçık ortada olan bir dinin olumsuz örneklerden hareketle
algı operasyonlarına maruz bırakılması ciddi bir problemdir. Bundan ayrı olarak, Kur’an-ı
Kerim’in yanı sıra onu hayata geçirmiş model bir Peygambere tâbi olan Müslümanların
bireysel ilişkilerinden ailevî ve toplumsal yaşantılarına kadar, mensup oldukları dinin
ahlak ve muamelat ilkelerinden bu kadar uzak olmaları, muhtemelen, başta bilgisizlik ve
eğitimsizlik, sonra da dinlerine bağlılıktaki gevşeklikle açıklanabilecek bir olgudur.
buyurmuştur.[173] Hz. Peygamber, Allah’ın bütün yarattıklarına gösterilmesi gereken
özen ve şefkatin bir göstergesi olarak, atların alın saçlarının, yelelerinin ve kuyruklarının
kesilmesini uygun bulmamış,[174] hayvanların yüzlerine vurmayı ve kulaklarından
çekip götürmeyi yasaklamıştır. Bu şekilde davranan birisine, “hayvanın kulağını bırak
da boynunun kenarından tut” demiştir. [175] Hayvanların memeleri incinmesin diye süt
sağıcıların tırnaklarını kesmeleri inceliğini hatırlatan da Allah resulüdür.[176]
Sonuç
106 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
DOÇ. DR. NECMİ KARSLI
Trabzon Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı
Küresel Sorun Şiddet ve Çözüm Yolları
Şiddet ve Çözüm Yolları 107108 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Giriş
Küresel Sorun Şiddet ve Çözüm Yolları
DOÇ. DR. NECMİ KARSLI
Son yıllarda ülkemizde ve dünyada kronik bir probleme dönüşen şiddetin arka planında
psiko-sosyal pek çok faktörün etkisi bulunmaktadır. Bundan dolayı şiddetin önlenmesi
şiddetin farklı kaynakları ile ilgilenen yaklaşımların birlikte kullanılması ile mümkündür.
Bu makalede öncelikle şiddet olgusu farklı açılardan ele alınmış, daha sonra şiddetin
önlenmesine yönelik birtakım çözüm önerilerinde bulunulmuştur. Şiddeti önleme
yaklaşımları eğitsel, politik, hukuki ve tıbbi yaklaşımlar şeklinde dört kategoride ele
alınmıştır. Çok yönlü bir sorun olan şiddetin sadece cezai yaptırımlarla önlenmesi mümkün
değildir. Şiddet sorununun çözümünde erken gelişim dönemlerinden itibaren dinî, manevi
ve insanî değerlerin genç bireylere kazandırılması, ekonominin iyileştirilmesi, yaşlı, çocuk
bakımı ve nafaka ile ilgili düzenlemeler yapılması, cezaların caydırıcılığının arttırılması;
bazı durumlarda ise biyolojik müdahalelerin yapılması gereklidir.
Şiddet insan, havyan ve çevre üzerinde olumsuz etkileri olan en önemli küresel
sorunlardan birisidir. Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre her yıl yaklaşık 1,4 milyon
insan şiddet nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Bu, günde 3800’den fazla insanın şiddet
sonucu hayatını kaybettiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle şiddet çok ciddi bir insan
sağlığı, insan hakları ve insanî gelişim problemidir. Şiddet aynı zamanda her yıl milyarlarca
dolarlık sağlık harcamalarına, kanuni yaptırımlara ve iş gücü kaybına neden olarak ülke
ekonomilerine ağır bir yük getirmektedir. Şiddet ile ilişkili ölümlerin %80’inden fazlası
cinayet ve intihar nedeniyle gerçekleşmektedir. Şiddet sadece fiziksel yaralanmalara değil
uzun vadede depresyon, zihinsel bozukluklar, intihar girişimleri, kronik ağrı sendromları
gibi fizyolojik ve psikolojik sorunlara yol açmaktadır (WHO, 2017). Türkiye’de de son
yıllarda şiddet olaylarında artış gözlemlenmiştir. 2015 yılında 2.175 silahlı olay basına
yansımış iken, 2018’de bu sayı 3679’a çıkmıştır. Ülkemizde son 4 yılda ölüm ve yaralanma
ile sonuçlanan şiddet olaylarında %69 artış meydana gelmiştir (Umut Vakfı, 2018). Türkiye
İstatistik Kurumu verilerine göre 2018 yılında ülkemizde 3161 kişi intihar ederek yaşamına
son vermiştir (TÜİK, 2019). Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre
Türkiye’de 2019 yılında 474 kadın erkek şiddeti sonucunda öldürülmüştür. Bu rakam
son 10 yılın en yüksek rakamıdır. Bu cinayetler çoğunlukla kadının eşi, birlikte yaşadığı
insan veya eski eşler tarafından ateşli silahlarla evde işlenmiştir (Kadın Cinayetlerini
Durduracağız Platformu, 2019). Bu verilerden açıkça görüldüğü gibi şiddet ülkemizde çok
ciddi bir sorun haline gelmiştir ve bu soruna acilen bir çözüm bulunması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Din psikolojisi, şiddet, saldırganlık, önlenme, çözümler
Şiddet ve Çözüm Yolları 109
1. Şiddetin Tanımı
Bu bağlamda araştırmamız insanlık tarihi kadar eski olan şiddetin kaynaklarını açıklaması
ve sorununa yönelik çözüm önerileri ortaya koyması açısından önem arz etmektedir.
Şiddet sözlükte karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma, davranışta aşırılık
anlamlarına gelmektedir (Parlatır & Türk Dil Kurumu, 2011, s. 2223). Başka bir tanıma göre
şiddet düşmanlık ve öfke duygularının, kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı, fiziksel
zor yoluyla dile getirilmesidir (Budak, 2005, s. 689). Şiddetle ilişkili diğer bir kavram olan
saldırganlık ise öfke, düşmanlık, rekabet, engellenme, korku gibi durumlardan kaynaklanan
ve karşısındakine zarar vermeyi, onu durdurmayı, ona engel olmayı ya da kendini korumayı
hedefleyen fiziksel, sözel veya sembolik her türlü davranış anlamına gelmektedir (Budak,
2005, s. 627). Başka bir tanıma göre saldırganlık bireyin kendi düşünce ve davranışlarını
dıştaki direnmelere karşı, zorla karşısındakine benimsetme çabasıdır (Parlatır & Türk
Dil Kurumu, 2011, s. 2017). Şiddet ve saldırganlık birbirine benzeyen ve birbirinin yerine
kullanılan kavramlar olmakla birlikte aralarında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Şiddet
söz konusu davranışın kendisini tanımlamak için kullanılırken saldırganlık daha ziyade bir
duygu ve ruh halini ifade etmektedir. Başka bir ifadeyle şiddet kızgınlık, öfke, kin, nefret,
düşmanlık gibi duygu durumlarının etkinlik kazandığı saldırganlık biçimidir (Koç, 2011,
110 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
s. 23). Şiddet üç temel kategoriye ayrılmaktadır. Bunlar intihar vakalarında sergilenen
kişinin kendisine yönelttiği şiddet, tanıdık veya bir yabancı tarafından gerçekleştirilen
kişiler arası şiddet ve savaş ve toplumsal hareketlerde sergilenen kolektif şiddettir. Yapısal
olarak şiddet fiziksel, cinsel, psikolojik, istismar veya ihmal gibi kısımlara ayrılmaktadır
(Koç, 2011, s. 25).
Amerikan Psikoloji Kurumu (APA) tarafından hazırlanan Zihinsel Hastalıklar Tanı ve
İstatistik El Kitabı DSM5’te saldırganlık davranış bozukluğu maddesi altında başkalarının
temel haklarının veya toplumsal kuralların ihlal edildiği tekrarlanan ve kalıcı bir davranış
modeli şeklinde tanımlanmıştır. Şiddet ise DSM5’te yetişkin eziyeti ve ihmal problemleri
maddesi altında fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet ve ihmal gibi alt kategorilerde ele
alınmıştır. DSM5’te fiziksel şiddet son bir yıldır devam eden, bir başkasına karşı kasıtlı
olarak zarar verici veya korku uyandırıcı bir şekilde davranmak şeklinde tanımlanmıştır.
Cinsel şiddet bir yıl boyunca bir başkasını cinsel eylemde bulunmaya zorlamak veya bu
konuda fiziksel veya psikolojik baskı uygulamak şeklinde tanımlanmıştır. Psikolojik şiddet
bir başkasına karşı kasıtlı olarak zarar verme potansiyeli taşıyan sözel veya sembolik
eylemlerde bulunmak şeklinde tanımlanmıştır. DSM5’te ihmal ise son bir yıl içerisinde
kendisine bağımlı olan bir bireyi temel ihtiyaçlarından mahrum bırakmak suretiyle
fiziksel veya psikolojik olarak zarar görmesine neden olmak şeklinde tanımlanmıştır.
Aynı zamanda DSM5’te şiddet kuruntu rahatsızlığı, şizofreni, uykuda hızlı göz hareketi
davranış bozukluğu, cinsel işlev bozukluğu gibi birtakım psikolojik hastalıkların tanımlayıcı
özellikleri arasında sayılmıştır (American Psychiatric Association & American Psychiatric
Association, 2013, ss. 469-720).
2. Şiddetle İlgili Psikolojik Yaklaşımlar
Şiddetin biyolojik, psikolojik, davranışsal, kültürel, ekonomik, politik pek çok kaynağı
bulunmaktadır. Şiddet problemi ile gerçekçi bir şekilde mücadelede şiddetin temelinde
yatan içsel ve dışsal faktörlerin bilinmesi gereklidir. Psikanalitik kurama göre saldırganlık
yaşam enerjisi olarak tanımlanan libidodan gelen tepkilerin engellenmesinin bir sonucudur
(Sigmung Freud, 1962, s. 85). Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Freud’un saldırganlığın
kaynağına yönelik görüşü değişmiş, yaşam içgüdüsü olan erosun karşısında bireyin
kendisine ve diğerlerine yönelttiği saldırganlığın temelini oluşturduğuna inandığı ölüm
içgüdüsünün varlığını kabul etmiştir (Sigmund Freud & Strachey, 1989, s. 44; Sigmung
Freud, 1962, s. 66). Psikanalitik kuram saldırganlığı ruh sağlığının korunması için dışarı
atılması/aktarılması gereken bir enerji olarak görmektedir. Ancak insanda bir ölüm
içgüdüsünün varlığı, saldırganlığı dışarı yöneltmenin saldırganlığı azalttığı görüşü pek çok
eleştiri almış, saldırganca davranış sergilemenin saldırganlığı azaltmadığı aksine bireyi
daha fazla saldırganlaştırdığı araştırmalarla tespit edilmiştir (Bushman vd., 1999, s. 367;
Geen & Quanty, 1977, s. 1; Mallick & Mccandless, 1966, s. 591). Ayrıca Psikanalitik kurama
göre insanoğlunun düşünce, duygu ve davranışları büyük oranda çocukluk dönemindeki
deneyimler, bastırılmış duygu ve düşünceler gibi bilinçdışı faktörler tarafından
Şiddet ve Çözüm Yolları 111
yönlendirilmektedir (Plotnik vd., 2009, s. 434). Bu bağlamda çocukluk döneminde maruz
kalınan şiddet bilinçaltına yerleşerek yetişkinlik döneminde bireyin şiddet davranışı
üzerinde etkili olmaktadır. İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyerek teoriler üreten
etolojik kuramcılara göre saldırganlık potansiyeli içgüdüsel olarak doğuştan gelebileceği
gibi ortamdaki uyaranlar tarafından da ortaya çıkarılabilir (Hogg vd., 2011, s. 456). Etolojik
Kuram’ın kurucusu Lorenz saldırganlığı evrimsel açıdan ele almış, hayvan saldırganlığının
cinsel seçim, çiftleşme, alan hâkimiyeti, tehlikelerden korunma, yiyeceklerin korunmasını
sağlayarak yaşamın devamına hizmet ettiğini savunmuştur (Lorenz, 2005, s. 25). Bu
bağlamda hedef açısından etolojik kuramın saldırganlığa yaklaşımı Psikanalitik kuramdan
farklılaşmaktadır. Psikanalitik kuramda saldırganlık içgüdüsü ölüme hizmet ederken,
etolojik kuramda yaşamın devamına hizmet etmektedir. Biyolojik yaklaşım genler, sinir
sistemi, beyin gelişimi ve hasarlarının, vücuda alınan gıda ve kimyasal maddelerin insanın
duygu, düşünce ve davranışı üzerindeki etkilerini incelemektedir. Doğuştan anne babadan
miras yoluyla edinilen genetik yapının şiddet eğilimi üzerinde etkisi bulunmaktadır.
Genetik faktörlerin insan davranışı üzerindeki etkileri ikizler üzerinde araştırmalarla
tespit edilmektedir. İkizler üzerinde yapılan araştırmalarda şiddet eğilimi üzerinde genetik
yapının etkisi olmakla birlikte şiddet eğiliminin davranışa dönüşmesinde genetik faktörlerin
tek başına yeterli olmadığı çevresel faktörlerle genetik faktörlerin bir araya gelmesiyle
şiddet davranışının artabildiği veya azaltabildiği görülmüştür (Meyer – Lindenberg
vd., 2006, s. 6269; Miles & Carey, 1997, s. 207; Plotnik vd., 2009, s. 600). Genetik ve
çevresel etkenlerin sonucundan gelişen kişilik yapısının da saldırganlık üzerinde etkisi
bulunmaktadır. Yapılan araştırmalarda A-tipi kişilik sahibi olanların daha fazla saldırgan
ve rekabetçi oldukları görülmüştür (Bettencourt vd., 2006, s. 751; Check & Dyck, 1986, s.
819). Şiddet suçu işleyenlerin büyük çoğunluğunun erkek olması saldırganlık üzerinde
hormonal etkiyi akla getirmektedir.
Hayvanlar üzerinde yapılan bazı araştırmalarda testosteron hormonu ile saldırganlık
arasında pozitif ilişki bulunmuştur (Archer, 1994, s. 3; Batrinos, 2012, s. 563). Bununla
birlikte diğer bazı araştırmalarda testosteron hormonunun insanlarda tek başına
saldırganlık üretmediği veya saldırganlık üzerindeki etkisinin çok az olduğu tespit
edilmiştir (Book vd., 2001, s. 579; Eisenegger vd., 2010, s. 356). Doğum esnasında meydana
gelen komplikasyonlar ve beyin yaralanmaları beyindeki şiddet davranışını kısıtlayan
mekanizmalara zarar vererek davranışsal problemlere, dürtüselliğe, hiper aktiviteye
ve şiddet eğilimine yol açabilir (Fundação Calouste Gulbenkian, 1995, s. 44). Alkol ve
uyuşturucu maddeler de şiddetin önemli nedenlerindendir. Dünyada ölümlü şiddet
olaylarının %30’u alkolle bağlantılıdır. Şiddet faillerinin %40’ı şiddet suçu işlemeden
önce alkol aldıklarını bildirmişlerdir. Alkol ile ilişkili suçlar hırsızlık, cinsel saldırı, ağır
fiilî saldırı, yakın partner şiddeti, çocuk istismarı ve cinayettir. Alkol fiziksel ve bilişsel
işlevselliği doğrudan etkileyerek, öz kontrol ve uyarı işaretlerini tanıma kabiliyetini
azaltarak şiddetin oluşmasına katkı sağlamaktadır. Doğum öncesi dönemde alkol alımı
cenin gelişimini olumsuz etkilemekte ve sonraki gelişim dönemlerinde suç ve şiddeti
kapsayan bir dizi davranışsal problemlere neden olmaktadır. Alkol aile içi şiddetin de
önemli nedenlerinden birisidir. Aynı zamanda şiddet mağdurları arasında bir başa çıkma
112 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
mekanizması olarak alkol bağımlılığı gelişebilmektedir (Preventing violence by reducing
the availability and harmful use of alcohol [electronic resource], 2009, s. 3). Sosyal
Öğrenme Teorisi’ne göre insanoğlu saldırganlık da dâhil olmak üzere pek çok davranışı
gözlemleyerek öğrenmektedir. Gözlemleyerek öğrenmede dikkat, hafızada tutma, deneme
yapma ve güdülenme gibi süreçler yer almaktadır (Bandura, 1977, s. 23). Bu öğrenmede
sürecinde gözlemleyenin herhangi bir davranışta bulunması veya ödül almasına gerek
yoktur (Plotnik vd., 2009, s. 601). Evde, okulda, medyada şiddete tanık olmak veya maruz
kalmak şiddetin öğrenilmesini ve nesilden nesile aktarılmasını sağlamaktadır. Özellikle
medyanın şiddetin öğrenilmesi ve yaygınlaşmasında çok büyük rolü vardır. Medyada
şiddet içerikli yapımların sürekli izlenmesi bireyleri şiddet eğilimli yapabilmekte veya
şiddete karşı duyarsızlaştırmaktadır.
Özellikle çocuklar, duygusal, itaatkâr ve taklitçi yapılarından ötürü medya şiddetinden
çok daha fazla etkilenmektedirler. Amerikan Pediatri Akademisi’ne göre televizyon,
sinema, müzik ve bilgisayar oyunlarını içeren medyada şiddet izlemenin çocukların ve
ergenlerin sağlığı için önemli bir risk taşımaktadır (Committee on Public Education, 2001,
s. 1222). Pek çok araştırma bulgusu medya şiddetinin saldırganlığı arttırdığı, şiddete
karşı duyarsızlaştırdığı, kâbus görme ve zarar verilme korkusuna yol açtığını göstermiştir
(Anderson, Bushman, vd., 2017, s. 142; Anderson, Suzuki vd., 2017, s. 986; Wood vd.,
1991, s. 371). Çocukları ve gençleri medya şiddetinden korumanın yolu medyadaki şiddet
içeriklerini izlememelerini sağlamaktır. Zira kontrollü deneyler sonucunda saldırgan
karakterin cezalandırıldığını gören çocukların, karakterin cezalandırılmadığını gören
gruptaki çocuklardan daha az saldırganlık davranışı sergiledikleri, ancak hiç saldırgan
içerik izlemeyen gruptaki çocukların en az saldırganlık sergileyen grup olduğu
görülmüştür (Kağıtçıbaşı, 2010, s. 396). Fikkers ve arkadaşlarının 1029 ergen üzerinde
yaptıkları araştırmada özerklik-destekleyici, kısıtlayıcı ve tutarsız ebeveyn tutumlarının
medya şiddetine maruz kalması ve saldırganlık üzerindeki etkisi incelenmiş, araştırma
sonucunda özerk-destekleyici ebeveyn tutumunun daha az medya şiddetine maruz kalma
ve daha düşük saldırganlıkla pozitif ilişkili olduğu, tutarsız ebeveyn tutumunun daha fazla
medya şiddetine maruz kalma ve daha yüksek saldırganlıkla ilişkili olduğu tespit edilmiş,
kısıtlayıcı ebeveyn tutumu ile medya şiddetine maruz kalma ve saldırganlık arasında
anlamlı bir ilişki görülmemiştir (Fikkers vd., 2017, s. 407). Engelleneme-saldırganlık
kuramına göre saldırganlık engelleme ön koşuluna bağlanmıştır. Bu hipotez 1930’larda
Yale Üniversitesi’den bir grup psikologun çalışmalarından üretilmiştir (Dollard vd., 1939).
Kuramın ilk biçiminde engellemenin mutlaka saldırganlık üreteceği ve her saldırganlığın
temelinde mutlaka bir engellemenin yer aldığı savunulmuştur. Birkaç yıl sonra kuram
yeniden gözden geçirilmiş, engellemenin bir tepki ihtiyacı doğurduğu ve saldırganlığın
da muhtemel tepkilerden birisi olduğu şeklinde değiştirilmiştir. Kuramın yeni biçiminde
saldırganlığın bir engelleme sonucunda meydana geldiği, ancak engellemenin saldırganlık
için yeterli olmadığı ileri sürülmüştür. Kuram tam bir saldırganlık tanımı verememesi ve
hangi tür engellemenin saldırganlığa yol açacağını öngörememesi nedeniyle eleştirilmiştir
(Hogg vd., 2011, s. 459). Çevresel faktörlerden hava sıcaklığı ve ortam kalabalığı ile
saldırganlık arasında ilişki bulunmaktadır. Öfke anında vücut ısısında artış olduğu bilinen
Şiddet ve Çözüm Yolları 113
bir gerçektir. Ancak ortam sıcaklığının da şiddet ile ilişkisi bulunmaktadır. Harris ve Stadler
Dallas’ta 20 ayı aşkın süre boyunca yaptıkları araştırmada havalar normalden daha
sıcak ve daha nemli iken şiddet olaylarında artış olduğunu bulmuştur (Harries & Stadler,
1983, s. 235). Kenrick ve MacFarlanc’ın araştırmasında da trafikte yeşil ışık yanarken
duran araçlara sürücülerin tepkileri incelenmiş, sıcaklık arttıkça sürücülerin korna çalma
sıklığının arttığı tespit edilmiştir (Kenrick & MacFarlane, 1986, s. 179). Kentleşmenin bir
sonucu olan kalabalık ortamlarda bireylerin bir arada yaşama zorunluluğu bireyin kişisel
yaşam alanının tecavüze uğradığı hissi uyandırarak stres ve anti sosyal davranışlara
yol açabilmektedir. Regoeczi’nin Toronto’da yaptığı bir araştırmada nüfus yoğunluğu ile
suç oranının artışı ve diğerleriyle etkileşime girmekten imtina etme arasında anlamlı
ilişkiler tespit edilmiştir (Regoeczi, 2003, s. 457). Ayrıca araştırmalarda cinsel tacize
uğrama veya pornografi izleme ile cinsel saldırılarda bulunma veya cinsel saldırılara
karşı duyarsızlaşma arasında pozitif ilişkiler bulunmuştur (Linz vd., 1988, s. 758; Seto &
Lalumière, 2010, s. 526; Wright vd., 2016, s. 183; Zillmann & Bryant, 1984, s. 115).
3. Şiddetin Önlenmesi
3.1. Eğitsel Yaklaşımlar:
Şiddet üzerinde birtakım genetik, biyolojik ve içgüdüsel faktörlerin etkileri olmakla birlikte
genel olarak içinde yaşanılan toplumda izleme ve model alma yoluyla öğrenilmekte ve
nesilden nesile aktarılmaktadır. Şiddet genel olarak öğrenilmiş bir davranış bozukluğu
olmasından ötürü eğitim yoluyla düzeltilebilir. Bununla birlikte çok boyutlu bir problem
olan şiddetle etkin bir şekilde mücadelede onun farklı kaynaklarına yönelik yaklaşımların
geliştirilmesi ve uygulanması önem arz etmektedir. Bu kısımda şiddet önleme yaklaşımlarını
eğitsel, politik, hukuki ve tıbbi yaklaşımlar şeklinde dört kısımda ele alacağız.
Eğitsel yaklaşımlar erken gelişim dönemlerinden itibaren dinî, ahlakî ve insanî değerlerin
pedagojik yöntemler kullanılarak genç bireylere kazandırılması, aynı zamanda çocuk
ve gençlere yönelik empati, stres yönetimi ve öfke kontrolü eğitimlerini kapsamaktadır.
Şiddeti önlemede en doğru yaklaşım uygulanmış şiddeti cezalandırmaktan ziyade
meydana gelmeden önlemektir. Bu ise ancak eğitim sayesinde mümkün olabilir.
Eğitim ailede başlar. Çocuğun içinde doğup büyüdüğü ilk sosyal ortam olan ailede sevgi,
değer, güven gibi duyguları tecrübe etmesi fiziksel ve psikolojik gelişimi ve sağlığı için
son derece önemlidir. 6 yaşına kadarki çocukluk tecrübeleri daha sonraki dönemdeki
davranışlar üzerinde etkilidir. Hamilelik döneminde anne sağlığı, alkol, sigara ve
uyuşturucu madde alımı, doğum sonrası dönemde çocuğun yetersiz beslenmesi, katı ve
tutarsız ebeveyn tutumu çocukta sonraki gelişim dönemlerinde şiddet eğilimini arttırabilir.
Aile ortamında sevgi, ilgi ve bakımdan yoksun olarak yetişen çocuklarda fiziksel gelişim
geriliği ve psikolojik sorunlar ve şüpheci, kaçınmacı bağlanma yapısı gelişmektedir. Ayrıca
114 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
çocukluk döneminde kolay inanırlık, itaat ve taklitçilik eğilimi güçlüdür. Ailede şiddete
tanık olan veya şiddete maruz kalan çocuklar şiddet uygulamayı öğrenmekte ve yetişkinlik
dönemlerinde şiddet eğilimli bireyler haline gelebilmektedirler. Çocuklar dinlediklerinden
ziyade gördüklerini öğrenirler. Dolayısıyla şiddeti önlemede en başta yapılması gereken
şey anne babanın çocuklarına iyi bir model olması ve çocukların televizyon, radyo,
internet ve oyunlarda şiddet içeriklerini izlemesinin önlenmesidir. Aile içinde destekleyici
ve pozitif ilişkiler kurmak şiddeti önleyebilir. Başarısı kanıtlanmış ve umut vaat eden
şiddet önleme yaklaşımları çocuk gelişimi, şiddet içermeyen disiplin ve problem çözme
becerileri konusunda ebeveynlere eğitim sağlamayı, aile ve okul arasında yapılacak
programlar ile çocuk ve ergenin yaşamına ebeveyn katılımının teşvik edilmesini, ergen
ve genç yetişkinlere sosyal kabiliyetlerini geliştirme, ilişkilerini sürdürme konularında
destek olmayı içermektedir.
Şiddet ve diğer davranış bozukluklarıyla mücadelede bireylerde öz kontrol kabiliyetinin
geliştirilmesi gereklidir. Öz kontrol kabiliyetinin geliştirilmesi için en uygun dönem ise
çocukluk dönemidir. Öz kontrol haz veren veya acıyı azaltan bir dizi davranış sergilemeye
yönelik genel bir eğilimdir. Bundan dolayı çocukluk döneminde yüksek seviyede öz kontrol
geliştirildiğinde birey muhtemelen hayatı boyunca suç ve diğer problemli davranışlara
daha az ilgi duyacaktır (Nofziger & Rosen, 2017, s. 44). Bireylerde öz kontrol duygusunu
geliştiren en önemli olgulardan birisi dindir. Din hayata, ölüme, tecrübe edilen negatif
yaşamsal olaylara tatmin edici anlamlar yükleyerek, emirleri, yasakları ve dinî hayatın
en önemli göstergesi olan ibadetleri ile pek çok pozitif duygu kazandırmakta, negatif
duyguları azaltmakta ve davranış kontrolü kabiliyeti kazandırmaktadır (Carter vd., 2012, s.
691; McCullough & Willoughby, 2009, s. 69; Rounding vd., 2012, s. 635). Örneğin Wright
ve arkadaşlarının 90 bin ergen birey üzerinde yapılan Ulusal Madde Kullanımı ve Sağlık
Araştırması verilerine dayanarak yaptıkları araştırmada dindarlık ile birey veya grup
kavgası ve şiddete başvurma arasında negatif yönlü ilişkiler bulunmuştur (Salas-Wright
vd., 2014, s. 1178). Karslı’nın farklı yaş ve meslekten 1133 birey üzerinde yaptığı araştırmada
dindarlık ile öfke kontrolü arasında pozitif yönlü anlamlı ilişkiler tespit edilmiştir (Karslı,
2018, s. 341).
Şiddet ile mücadele için özellikle okul öncesi ve ilk öğretim kurumlarında sevgi, saygı,
sabır ve empati gibi temel insanî değerlerin pedagojik yöntemlerle genç bireylere
kazandırılması gereklidir. Zira sevgi ve diğer pozitif duygular ile donanmış birey diğer
insanlara, hayvanlara ve çevreye zulmetmez. Engelleme ve sıkıntılar karşısında sakin
kalabilme, kontrollü olma ve sorunlarla akılcı bir şekilde mücadele etmeyi sağlayan sabır
erdeminin geliştirilmesi de şiddetle mücadelede önem arz etmektedir. Zira engelleme ve
haksızlıklar karşısında bireyler çoğu zaman sakin kalamayıp, sorunla akılcı bir şekilde
mücadele etmek yerine şiddete başvurmakta ve geri dönüşü mümkün olmayan sonuçlara
yol açmaktadırlar. Empati erdeminin geliştirilmesi, şiddeti önlenmesi ve davranış kontrolü
açısından çok önemlidir (Derman & Başal, 2014, s. 1049; Eisenberg vd., 2010, s. 143).
Aronson tarafından gerçekleştirilen bir deneyde trafikte araçlar için yeşil ışık yandığında
yoldan geçen yayalara sürücülerin agresif bir şekilde korna çaldıkları, ancak aynı durumda
yoldan geçen kişi koltuk değnekli birisi olduğunda korna çalanların sayısının kayda değer
Şiddet ve Çözüm Yolları 115
oranda azaldığı tespit edilmiştir. Koltuk değnekli yayaya daha az korna çalınmasının
sebebi sürücülerin yaya ile empati kurmalarıdır (Kağıtçıbaşı, 2010, s. 398).
Bazı toplumsal normlar ve kadına yönelik problemli bakış açısı şiddet davranışına yol
açabilmektedir. Geçmişten günümüze pek çok ataerkil toplumda evin reisinin eş ve
çocuklarına şiddet uygulaması doğal bir hak olarak görülmektedir. Dolayısıyla toplumsal
normlardaki kadın ve çocuğu bir mal olarak gören, kadınların özgür irade ve haklarını
hiçe sayan problemli bakış açısının eğitim yoluyla değiştirilmesine yönelik stratejiler
geliştirilmelidir. Şiddeti önleme stratejileri okul öncesi dönemdeki (3-5 yaşlar) çocuklar
için zenginleştirilmiş programlar, 6-18 yaşları arasındaki bireyler için yaşam becerileri
eğitimi ve sosyal gelişim programlarını ve yüksek şiddet riski altındaki ergenlere yardımcı
olmayı, genç yetişkinlerin eğitimlerini tamamlamalarına, lisansüstü eğitim alma ve
meslekî deneyim kazanmalarına yardımcı olmayı içermektedir. Bununla birlikte günümüze
okullar maalesef çocukların şiddete maruz kaldığı mekânlar haline gelmiştir. 2017 UNICEF
raporuna göre dünyadaki gençlerin yarısı okulda veya okul çevresinde akran şiddetine
maruz kalmaktadır (Unicef, 2017). Koç’un 1381 lise öğrencisi üzerinde yaptığı araştırmada
öğrencilerin %51’inin okulda şiddete maruz kaldığı, şiddet türü olarak %60,1’i fiziksel
şiddet, %36,5’i sözel şiddet, %3,4’ü kapkaç, gasp şiddeti gördüğü tespit edilmiştir (Koç,
2011, s. 218, 221). Eğitim mekânları olan okullarda gerek akran gerekse öğretmen ve idareci
şiddetine karşı duyarlılık arttırılmalıdır. Bununla birlikte okulların şiddetten uzak daha
güvenli mekânlar haline gelebilmesi için okulun mimari tasarımının ve aydınlatmasının
doğru bir şekilde yapılması, yeterli sayıda derslik açmak suretiyle kalabalık sınıfların
önlenmesi, okullarda öğrencilerin spor yoluyla enerjilerini boşaltmalarını sağlayacak
tesislerin yapılması, okul içinin, açık alanlarının ve çevresinin süreli olarak izlenmesi
gereklidir.
3.2. Politik Yaklaşımlar:
Politik yaklaşımlar şiddete neden olan çevresel faktörlere yönelik yasama ve yürütme
organları tarafından gerekli düzenlemelerin yapılması ve uygulanmasını içermektedir.
Bunlar genel olarak ekonominin düzeltilmesi, yaşlı bakımı, çocuk istismarı, nafaka, alkol
ve silah satışı, medyada şiddet içerikli yapımların yasaklanması, okul ve derslik sayılarının
arttırılması ve çevre ile ilgili yasal düzenlemelerin yapılmasıdır.
Şiddet ve diğer anti sosyal davranışlar üreten mikro ve makro seviyede faktörler
bulunmaktadır. Şiddete yönelik politikalar geliştirilirken mikro ve makro şiddet faktörleri
arasındaki ayrımın göz önünde bulundurulması gereklidir. Mikro seviyedeki faktörler farklı
aile yapıları, yaş, cinsiyet, sosyal sınıf, geçmiş gibi bireysel faktörlerdir. Makro seviyedeki
faktörler ise grup, çevre, iklim, ekonomi gibi davranışı etkileyen bağlamsal özelliklerdir
(Sporer vd., 2017, s. 169). Mikro ve makro seviyedeki şiddet faktörlerine yönelik farklı
yaklaşımlar söz konusudur. Örneğin mikro seviyedeki çocuk/akran şiddetine yönelik
bilişsel davranışsal terapi psikoterapi uygulanabilir. Makro seviyede şiddet yaklaşımları
116 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
grup, kurumlar, fiziksel ortam, çevreyi hedef almaktadır. Grup şiddetine yönelik olarak
hukuki ve adli yaklaşımlar, işsizlik şiddetine yönelik ekonomik yaklaşımlar geliştirilebilir.
İklim değişimleri sonucunda meydana gelen kuraklık, ani su baskınları ve diğer doğal
felaketler yaşamın devamı için gerekli olan temiz hava, su ve gıda teminini tehlike atması
açlık kaynaklı şiddet üretme potansiyeli taşımaktadır. Bundan dolayı iklim değişimine
yönelik tedbirlerin bir an önce alınması insanlığın geleceği açısından zorunludur. Bu
bağlamda alınabilecek tedbirlerden bazıları elektrikli taşıtların yaygınlaştırılması,
fosil yakıtlı taşıtların yasaklanması, filtre kullanmayan fabrika ve santrallere yönelik
tedbirlerin alınması, plastik kirliliğini önlemek için geri dönüşümlü malzeme karşılığında
ödeme yapan akıllı geri dönüşüm otomatlarının kullanılması, kentsel katı ve sıvı atıkların
geri dönüşümünün zorunlu hale getirilmesidir.
Fiziksel, psikolojik ve cinsel boyutları olan aile içi şiddeti önlemek için politik yaklaşımlar
geliştirilmelidir. Bu bağlamda en başta şiddet suçuna yönelik yasal boşlukların giderilmeli
ve hukuksal duyarlılık arttırılmalıdır.Cinayetle sonuçlanmayan pek çok şiddet vakasında
saldırganların tutuksuz yargılanması kamu vicdanını rahatsız etmektedir. Ayrıca bazı kadın
cinayeti vakalarında kurbanların defalarca koruma talep ettikleri ancak taleplerinin kabul
edilmediği ve nihayetinde eş/eski eş cinayetine kurban gittikleri medyaya yansımıştır.
Şiddet mağduru kadın ve çocukların korunması ve izlenmesi, sanığın sıkı bir şekilde takip
edilmesi gibi konularda hızlı bir şekilde kararlar alabilen aile içi şiddet mahkemeleri
ülkemizde de bir an önce faaliyete geçirilmelidir. Boşanma sürecinde mal paylaşımı ve
nafakanın eşler arasında gerginliğe neden olmasından ötürü bu konuda her iki tarafı
mağdur etmeyecek yasal çözümler geliştirilmelidir. Ayrıca evlerde ve bakım evlerinde
uygulanan yaşlı şiddetinin önlenmesi için politik yaklaşımlara ihtiyaç bulunmaktadır.
Bunun için yaşlıların evde bakımı için alternatif yaklaşımlar ve teşviklerin olması, bakım
evlerinin sıkı bir şekilde denetlenmesi gereklidir. Çocuğa kötü muamele ve genç şiddetini
önlemek için ebeveyn eğitimi ve ev ziyareti programları geliştirilmelidir.
Alkol tüm şiddet olaylarının yarısından sorumlu olan bağımlılık yapıcı bir maddedir. Alkol
şiddetini önlemek için fiyat ve vergi politikaları ile alkole erişim zorlaştırılmalı, alkol
etkisinde iken şiddet suçu işleyenlere alkol satışı yasaklanmalı, ayrıca alkollü olarak
işlenen suçlarda ceza indirimi uygulanmamalıdır. Ayrıca ateşli silahlar, siyanür ve diğer
zehirleyici maddelere erişimi zorlaştırıcı düzenlemeler yapılmalıdır.
Medyanın şiddetin yaygınlaşmasında önemli bir rolü bulunmaktadır. Gazete, dergi,
televizyon, radyo, internet medyasında şiddet içeriklerinin sürekli yer alması insanları
şiddete karşı duyarsızlaştırmakta ve şiddet eğilimli bireyleri tetikleyebilmektedir.
Dolayısıyla medya kaynaklı şiddetin önlenmesi için yazılı ve görsel tüm medya
kanallarında şiddet içerikli yapımlar yasaklanmalıdır. Daha da önemlisi günümüzün
tartışmasız en büyük medya ortamı olan internetteki şiddet içerikli haber ve görüntüleri
çok hızlı bir şekilde denetleyebilecek ve kontrol altına alabilecek yapay zekâ destekli
sistemler geliştirilmelidir.
Şiddet ve Çözüm Yolları 117
Sosyal Düzensizlik Teorisi’ne göre istikrar, sosyal destek ve uyum toplumsal düzenin
devamı açısından elzemdir; sosyal destek sistemlerindeki eksiklik sosyal uyumsuzluğa
ve suç davranışına yol açmaktadır (Payne, 2006, s. 13). İstikrar ve düzenin bozulduğu
savaş ve terör zamanlarında daha fazla şiddet olayları meydana gelmektedir. Ayrıca
yoksulluk ve gelir dağılımındaki eşitsizlik şiddetin önemli kaynaklarındandır (Fundação
Calouste Gulbenkian, 1995, s. 112). İnsanlar yoksulluk veya diğer nedenlerden ötürü
temel ihtiyaçlarını gidermede sıkıntı yaşadıklarında hayatta kalabilmek için şiddete
başvurulabilirler. Bu bağlamda yoksulluk kaynaklı şiddeti önlemek için toplumdaki işsizlik
ve gelir dengesizliğini azaltmaya yönelik stratejiler geliştirilmelidir.
3.3. Hukuki Yaklaşımlar:
Şiddete yönelik hukuki yaklaşımlar genellikle tutuklama ilkeleri ve uygulamaları, mağdur
veya sanık haklarının korunması ve mahkeme standartları gibi kanuni yaptırımındaki
usule ait değişikliklere yöneliktir. Hukuki yaklaşımlarda bazı amaçlar bulunmaktadır.
Bunlar; suçlu ve mağdurların tespit edilmesi, suç kovuşturmasındaki delil ve prosedürle
ilgili sorunların belirlenmesi, mağdurları korumak için sivil müdahalelerin başlatılması,
suçluların daha sonraki şiddetinin azaltılması ve mağdur bireyler üzerinde sosyal ve yasal
kontrollerin arttırılmasıdır (Chalk vd., 1998, s. 158). Şiddet vakalarında yasal müdahaleler
genel olarak yeniden suç işlemenin önlenmesine odaklanmaktadır. Bunun yanında
mağdurların ve toplumun güvenliği, suçlu sağlığı ve iyi oluşu gibi konular da bulunmaktadır.
Hapishane içi şiddetin önlenmesi için yerleşkenin mimari tasarımı ve yerleşim düzeninin
doğru bir şekilde yapılması, kapasite üzerinde mahkûm bulundurulmaması, hapishane
içindeki yaşam şartlarının iyileştirilmesi, madde bağımlılığı, intihar eğilimi ve diğer şiddet
potansiyeli olan mahkûmlara yönelik tedbirlerin alınması gereklidir. Hukukta ceza, suç
olarak öngörülen bir eylemi gerçekleştiren kişiye yönelik yoksun bırakıcı bir karşılık
olarak görülmekle birlikte suçlunun ıslah edilmesi ve topluma yeniden kazandırılması
yönü de bulunmaktadır. Bu bağlamda ceza infaz kurumlarındaki bireylere yönelik olarak
akademik eğitim, meslekî ve sosyal becerilerin geliştirilmesini içeren davranış değişimi
ve rehabilitasyon programları uygulanabilir. Ancak bu şekildeki rehabilite programların
uygulandığı infaz kurumlarının sayısı oldukça azdır. Ayrıca şiddet suçlarına yönelik
cezaların orantısız veya yetersiz olması ve belli aralıklarla genel af çıkması hukuki
yaptırımların caydırıcılığını azaltmakta ve suça eğilimli bireyleri cesaretlendirmektedir.
Bununla birlikte şiddet problemini sadece ağır cezai yaptırımlarla çözmek mümkün
değildir. Kadın cinayetleri ve çocuk tacizi olaylarından sonra idam cezasının geri gelmesi
yönünde toplumda bir beklenti oluşmakla birlikte idam cezasının tek başına şiddet eğilimini
azaltıp azaltmayacağı tartışmalı bir konudur. Amerika’da 1990-2018 yılları arasında idam
cezasının uygulandığı ve uygulanmadığı eyaletlerdeki cinayet oranları incelenmiş ve
30 yıla yakın zaman diliminde idam cezası uygulanan eyaletlerdeki cinayet oranlarının
idamın uygulanmayan eyaletlerden daha yüksek olduğu görülmüştür (Death Penalty
Information Center, 2019).
118 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
3.4. Tıbbi Yaklaşımlar:
Şiddete yönelik tedavi yaklaşımları genellikle cinsiyet, yaş grubu veya belli tür şiddet
türlerine sahip belirli tür kitle üzerinde odaklanmış birtakım psikiyatrik ve farmakolojik
uygulamaları içermektedir. Bazı durumlarda sağlık hizmeti sağlayıcıları ve sosyal kurum
temsilcileri, hukuk büroları arasındaki etkileşimi içeren geniş kapsamlı müdahaleler
gerekmektedir. Şiddete yönelik önleme ve tedavi uygulamaları bazı zihinsel hastalıklar
ve aile uygulaması temelli hizmetler haricinde genellikle aileden ziyade bireye yöneliktir
(Chalk vd., 1998, s. 207). Şiddet tedavisinde psikoterapi, bilişsel müdahale, gevşeme
egzersizleri, bibliyoterapi, müzik terapi ve ilaç tedavisi gibi yöntemler kullanılmaktadır.
Şiddet davranışının eşlik ettiği akut çalkalanma ve diğer durumlarda acil tedavi olarak
hipnotikler, antipsikotikler, antikonvülzanlar veya genel anestezikler kullanılmaktadır.
Bu ilaçlar sakinleştirici etki yaparak şiddet içeren davranış sergilemeyi zorlaştırmaktadır
(Volavka, 2002, s. 271).
Yüksek şiddet riski olan bireylere yönelik birtakım terapi yaklaşımları mevcuttur. Bunlardan
bazıları Multisistemik Terapi, İşlevsel Aile Terapisi, Çok Boyutlu Tedavi Destekli Bakım’dır.
Multisistemik terapi (MST), ilk olarak 1970’lerin sonunda geliştirilmiş ergenlik dönemindeki
ciddi anti sosyal davranış bozukluklarının bulgu temelli tedavisinde geçerliliği kanıtlanmış
ve yaygın olarak kullanılmakta olan aile ve ev tabanlı bir müdahale yöntemidir. MST’ de
şiddet davranışı çok nedenli olarak görülmekte ve belirli risk faktörlerine uygun korucuyu
faktörlerin tespiti için kişiye özgü müdahaleler yapılmaktadır. İşlevsel Aile Terapisi’nde
şiddet sorunu işlevsiz aile ilişkilerinin bir belirtisi olarak görülmektedir. Bu nedenle
sorunlu davranışa odaklanmak yerine müdahaleler semptom değişimine götürecek şekilde
aile davranış desenlerini değiştirmeyi amaçlamaktadır. Çok Boyutlu Tedavi Destekli Bakım
müzmin çocuk suçluların ev dışında kontrol altında tedavi amaçlı bakımı için çok yönlü olarak
tasarlanmış bir müdahale dizisidir. Bu tedavi yöntemi sosyal öğrenme teorisinin ilkelerine
dayanmakta ve sosyal ekolojik kavramsal yapı içinde uygulanmaktadır (Donnelly & Ward,
2015, s. 162,163). Düzeltici tedavilerde temel amaç bireyin psiko-sosyal uyum bozukluğunu
düzelterek yeniden suç işleme eğilimini azaltmaktır. Bundan dolayı müdahaleler şiddet
veya suç riskini arttıran faktörlerin etkilerini tedavi etmek üzere tasarlanmalıdır. Örneğin
madde bağımlılığı tedavisi suç veya şiddet eğilimini azaltmaktadır (Borum & Verhaagen,
2006, s. 154). Tedavi hizmetleri genellikle yatan hasta veya ayakta tedavi kliniklerinde
sağlık çalışanları veya sosyal hizmetler görevlileri tarafından verilmektedir. Tedavilerde
bireysel veya grup psikoterapisi; şiddete yönelik tutum değiştirme programları, meslekî
yeterlilik, öfke yönetimi ve kişiler arası ilişkileri geliştirme programları; antipsikotikler,
duygu durum dengeleyicileri içeren psiko-aktif ilaçlarla tedavi ve madde bağımlılığı
programları yer almaktadır. Ayrıca tedavilerin diğer bir önemli yönü fiziksel hastalık,
kişiler arası zıtlaşma, işsizlik, hukuki sorunlar gibi akut stres kaynaklarını azaltmaktadır.
Çünkü yaşam stresi zihinsel hastalıkları tetikleyebilir veya daha kötü bir hale getirebilir.
Stres kaynaklarını azaltma kriz yönetim merkezleri, yasal danışmanlık hizmetlerinden
destek almayı gerektirebilir (Scott & Livingston, 2007, s. 16).
Şiddet ve Çözüm Yolları 119
Bu çalışmada küresel bir sorun olan şiddetin kaynakları ve çözüm yolları incelenmiştir.
Şiddet insanlık tarihi kadar eski olan evrensel bir problemdir. Şiddet çok boyutlu bir
problem olduğu için şiddetle mücadele yaklaşımları da çok yönlü olmalı ve bu yaklaşımlar
uygulanmış şiddetten daha ziyade şiddetin önlenmesi üzerine odaklanmalıdır. Bu ise
şiddet üreten risk faktörlerinin doğru bir şekilde tespit edilip, etkili tedbirlerin alınması
ile mümkün olabilir. Kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak için cinsiyet eşitsizliğinin ve
toplumsal normlardaki kadına yönelik problemli bakış açısının eğitim yoluyla düzeltilmesi
gereklidir. Şiddet çoğunlukla öğrenilmiş bir anti sosyal davranış olduğundan dolayı
eğitim yoluyla düzeltilebilir. Bu bağlamda aileden başlayarak bireylere davranış kontrolü
kabiliyeti sağlayan dinî, manevi ve insanî değerlerin genç bireylere kazandırılması
gereklidir. Şiddetle mücadelede eğitim kurumları, diyanet, ordu, polis teşkilatı, sivil
toplum kuruluşları, sağlık kurumları, spor kulüpleri, yasama ve yürütme organları
birlikte çalışmalıdır. Şiddet sorununun bütünüyle ortadan kaldırılması geniş ölçekli bir
sosyal değişimi gerektirmektedir. Bu değişim büyük bir çaba ve zaman gerektirdiğinden
ötürü şiddetin tümüyle ortadan kaldırılması kısa vadede mümkün değildir. Ancak yine de
soruna farklı açılardan yaklaşan ve çözüm önerileri getiren bu tür araştırmaların sayısı
artırılmalıdır.
Sonuç
120 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Kaynakça
American Psychiatric Association, & American Psychiatric Association (Ed.). (2013). Diagnostic
and statistical manual of mental disorders: DSM-5 (5th ed). American Psychiatric Association.
Anderson, C. A., Bushman, B. J., Bartholow, B. D., Cantor, J., Christakis, D., Coyne, S. M.,
Donnerstein, E., Brockmyer, J. F., Gentile, D. A., Green, C. S., Huesmann, R., Hummer, T., Krahé,
B., Strasburger, V. C., Warburton, W., Wilson, B. J., & Ybarra, M. (2017). Screen Violence and
Youth Behavior. Pediatrics, 140(Supplement 2), S142-S147. https://doi.org/10.1542/peds.2016-
1758T
Anderson, C. A., Suzuki, K., Swing, E. L., Groves, C. L., Gentile, D. A., Prot, S., Lam, C. P.,
Sakamoto, A., Horiuchi, Y., Krahé, B., Jelic, M., Liuqing, W., Toma, R., Warburton, W. A., Zhang,
X.-M., Tajima, S., Qing, F., & Petrescu, P. (2017). Media Violence and Other Aggression Risk
Factors in Seven Nations. Personality and Social Psychology Bulletin, 43(7), 986-998.
https://doi.org/10.1177/0146167217703064
Archer, J. (1994). TESTOSTERONE AND AGGRESSION. Journal of Offender Rehabilitation,
21(3-4), 3-25. https://doi.org/10.1300/J076v21n03_02
Bandura, A. (1977). Social learning theory. Prentice-Hall.
Batrinos, M. L. (2012). Testosterone and aggressive behavior in man. International Journal of
Endocrinology & Metabolism, 10(3), 563-568. https://doi.org/10.5812/ijem.3661
Bettencourt, B. A., Talley, A., Benjamin, A. J., & Valentine, J. (2006). Personality and aggressive
behavior under provoking and neutral conditions: A meta-analytic review. Psychological
Bulletin, 132(5), 751-777. https://doi.org/10.1037/0033-2909.132.5.751
Book, A. S., Starzyk, K. B., & Quinsey, V. L. (2001). The relationship between testosterone and
aggression: A meta-analysis. Aggression and Violent Behavior, 6(6), 579-599. https://doi.
org/10.1016/S1359-1789(00)00032-X
Borum, R., & Verhaagen, D. A. (2006). Assessing and managing violence risk in juveniles.
Guilford Press.
Budak, S. (2005). Psikoloji sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları.
Bushman, B. J., Baumeister, R. F., & Stack, A. D. (1999). Catharsis, aggression, and persuasive
Şiddet ve Çözüm Yolları 121
influence: Self-fulfilling or self-defeating prophecies? Journal of Personality and Social
Psychology, 76(3), 367-376. https://doi.org/10.1037/0022-3514.76.3.367
Carter, E. C., McCullough, M. E., & Carver, C. S. (2012). The Mediating Role of Monitoring in
the Association of Religion With Self-Control. Social Psychological and Personality Science,
3(6), 691-697. https://doi.org/10.1177/1948550612438925
Chalk, R. A., King, P. A., & National Research Council (U.S.) (Ed.). (1998). Violence in families:
Assessing prevention and treatment programs. National Academy Press.
Check, J. V. P., & Dyck, D. G. (1986). Hostile aggression and type A behavior. Personality and
Individual Differences, 7(6), 819-827. https://doi.org/10.1016/0191-8869(86)90080-2
Committee on Public Education. (2001). Media Violence. PEDIATRICS, 108(5), 1222-1226.
https://doi.org/10.1542/peds.108.5.1222
Derman, M. T., & Başal, H. A. (2014). The Impact of Empathy Education Programme Which was
Performed on 10-11 Year Old Children from Different Socioeconomic Levels on the Aggression
Level. Procedia – Social and Behavioral Sciences, 141, 1049-1053. https://doi.org/10.1016/j.
sbspro.2014.05.176
Dollard, J., Miller, N. E., Doob, L. W., Mowrer, O. H., & Sears, R. R. (1939). Frustration and
aggression. Yale University Press. https://doi.org/10.1037/10022-000
Donnelly, P. D., & Ward, C. L. (Ed.). (2015). Oxford textbook of violence prevention: Epidemiology,
evidence, and policy (First edition). Oxford University Press.
Eisenberg, N., Eggum, N. D., & Di Giunta, L. (2010). Empathy-Related Responding: Associations
with Prosocial Behavior, Aggression, and Intergroup Relations: Empathy-Related
Responding. Social Issues and Policy Review, 4(1), 143-180. https://doi.org/10.1111/j.1751-
2409.2010.01020.x
Eisenegger, C., Naef, M., Snozzi, R., Heinrichs, M., & Fehr, E. (2010). Prejudice and truth about
the effect of testosterone on human bargaining behaviour. Nature, 463(7279), 356-359.
https://doi.org/10.1038/nature08711
Fikkers, K. M., Piotrowski, J. T., & Valkenburg, P. M. (2017). A matter of style? Exploring the effects
122 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
of parental mediation styles on early adolescents’ media violence exposure and aggression.
Computers in Human Behavior, 70, 407-415. https://doi.org/10.1016/j.chb.2017.01.029
Freud, Sigmund, & Strachey, J. (1989). Beyond the pleasure principle. Norton.
Freud, Sigmung. (1962). Civilization and its discontents. Norton Company.
Fundação Calouste Gulbenkian (Ed.). (1995). Children and violence: Report of the Commission
on Children and Violence convened by the Gulbenkian Foundation. Calouste Gulbenkian
Foundation.
Geen, R. G., & Quanty, M. B. (1977). The Catharsis of Aggression: An Evaluation of a Hypothesis.
Içinde Advances in Experimental Social Psychology (C. 10, ss. 1-37). Elsevier. https://doi.
org/10.1016/S0065-2601(08)60353-6
Harries, K. D., & Stadler, S. J. (1983). Determinism Revisited: Assault and Heat Stress in Dallas,
1980. Environment and Behavior, 15(2), 235-256. https://doi.org/10.1177/0013916583152006
Hogg, M. A., Vaughan, G. M., Yıldız, İ., & Gelmez, A. (2011). Sosyal psikoloji. Ütopya Yayınevi.
Kağıtçıbaşı, Ç. (2010). Günümüzde insan ve insanlar: Sosyal psikolojiye giriş. Evrim Yayınevi.
Karslı, N. (2018). Öfke Kontrolü ve Dindarlık. Kimlik Yayınları.
Kenrick, D. T., & MacFarlane, S. W. (1986). Ambient Temperature and Horn Honking: A Field
Study of the Heat/Aggression Relationship. Environment and Behavior, 18(2), 179-191. https://
doi.org/10.1177/0013916586182002
Koç, B. (2011). Okullarda Şiddet (2. Baskı). E Yazı Yayınları.
Linz, D. G., Donnerstein, E., & Penrod, S. (1988). Effects of long-term exposure to violent
and sexually degrading depictions of women. Journal of Personality and Social Psychology,
55(5), 758-768. https://doi.org/10.1037/0022-3514.55.5.758
Lorenz, K. (2005). On aggression. Taylor & Francis e-Library. https://ebookcentral.proquest.
com/lib/ulaval/detail.action?milDocID=11160
Mallick, S. K., & Mccandless, B. R. (1966). A study of catharsis of aggression. Journal of
Personality and Social Psychology, 4(6), 591-596. https://doi.org/10.1037/h0023987
McCullough, M. E., & Willoughby, B. L. B. (2009). Religion, self-regulation, and self-control:
Associations, explanations, and implications. Psychological Bulletin, 135(1), 69-93. https://
doi.org/10.1037/a0014213
Şiddet ve Çözüm Yolları 123
Meyer-Lindenberg, A., Buckholtz, J. W., Kolachana, B., R. Hariri, A., Pezawas, L., Blasi, G.,
Wabnitz, A., Honea, R., Verchinski, B., Callicott, J. H., Egan, M., Mattay, V., & Weinberger,
D. R. (2006). Neural mechanisms of genetic risk for impulsivity and violence in humans.
Proceedings of the National Academy of Sciences, 103(16), 6269-6274. https://doi.
org/10.1073/pnas.0511311103
Miles, D. R., & Carey, G. (1997). Genetic and environmental architecture on human aggression.
Journal of Personality and Social Psychology, 72(1), 207-217. https://doi.org/10.1037/0022-
3514.72.1.207
Nofziger, S., & Rosen, N. L. (2017). Building Self-control to Prevent Crime. Içinde B. Teasdale
& M. S. Bradley (Ed.), Preventing Crime and Violence (ss. 43-56). Springer International
Publishing. https://doi.org/10.1007/978-3-319-44124-5_5
Parlatır, İ., & Türk Dil Kurumu (Ed.). (2011). Türkçe sözlük (11. baskı). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu.
Payne, P. R. (2006). Youth violence prevention through asset-based community development.
LFB Scholarly Pub.
Plotnik, R., Geniş, T., Darcan Çiftçi, S., & Dağ, H. (2009). Psikoloji’ye giriş. Kaknüs Yayınları.
Preventing violence by reducing the availability and harmful use of alcohol [electronic
resource. (2009). World Health Organization.
Regoeczi, W. C. (2003). When context matters: A multilevel analysis of household and
neighbourhood crowding on aggression and withdrawal. Journal of Environmental
Psychology, 23(4), 457-470. https://doi.org/10.1016/S0272-4944(02)00106-8
Rounding, K., Lee, A., Jacobson, J. A., & Ji, L.-J. (2012). Religion Replenishes Self-Control.
Psychological Science, 23(6), 635-642. https://doi.org/10.1177/0956797611431987
Salas-Wright, C. P., Vaughn, M. G., & Maynard, B. R. (2014). Religiosity and Violence
Among Adolescents in the United States: Findings From the National Survey on Drug Use
and Health 2006-2010. Journal of Interpersonal Violence, 29(7), 1178-1200. https://doi.
org/10.1177/0886260513506279
Scott, T. B., & Livingston, J. I. (2007). Assessing risk of spousal assault: An international
approach to reduce domestic violence and prevent recidivism. Nova Science Publishers.
Seto, M. C., & Lalumière, M. L. (2010). What is so special about male adolescent sexual
offending? A review and test of explanations through meta-analysis. Psychological Bulletin,
136(4), 526-575. https://doi.org/10.1037/a0019700
124 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Sporer, K., Anderson, A. L., & Peterson, J. (2017). Macro- and Micro-approaches to
Crime Prevention and Intervention Programs. Içinde B. Teasdale & M. S. Bradley (Ed.),
Preventing Crime and Violence (ss. 169-176). Springer International Publishing. https://doi.
org/10.1007/978-3-319-44124-5_15
Volavka, J. (2002). Neurobiology of violence (2nd ed). American Psychiatric Pub.
Wood, W., Wong, F. Y., & Chachere, J. G. (1991). Effects of media violence on viewers’ aggression
in unconstrained social interaction. Psychological Bulletin, 109(3), 371-383. https://doi.
org/10.1037/0033-2909.109.3.371
Wright, P. J., Tokunaga, R. S., & Kraus, A. (2016). A Meta-Analysis of Pornography Consumption
and Actual Acts of Sexual Aggression in General Population Studies: Pornography and Sexual
Aggression. Journal of Communication, 66(1), 183-205. https://doi.org/10.1111/jcom.12201
Zillmann, D., & Bryant, J. (1984). Effects of Massive Exposure to Pornography. Içinde
Pornography and Sexual Aggression (ss. 115-138). Elsevier. https://doi.org/10.1016/B978-0-
12-466280-3.50012-9
Şiddet ve Çözüm Yolları 125
İnternet Kaynakları
Alcohol Rehab. (2019). Alcohol-RelatedCrimes. 19 Ocak 2020 tarihinde
https://www.alcoholrehabguide.org/alcohol/crimes/#sources adresinden erişildi.
Umut Vakfı, (2018). Türkiye Silahlı Şiddet Haritası 2018. 13 Ocak 2020 tarihinde
http://www.umut.org.tr/umut-vakfi-turkiye-silahli-siddet-haritasi-2018 adresinden erişildi.
WHO. (2017). 10 factsaboutviolenceprevention. 13 Ocak 2020 tarihinde
https://www.who.int/features/factfiles/violence/en/ adresinden erişildi.
TÜİK. (2019). Ölüm İstatistikleri 2018. 13 Ocak 2020 tarihinde
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=30701 adresinden erişildi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu. (2019). Kadın Cinayetlerini Durduracağız
Platformu2019Raporu.13Ocak2020tarihinde
http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2889/kadin-cinayetlerini-durduracagizplatformu-2019-raporu adresinden erişildi.
UNICEF. (2017). ENDViolence. 24 Ocak 2020 tarihinde
https://www.unicef.org/end-violence?utm_source=referral&utm_medium=media&utm_
campaign=evac adresinden erişildi.
DeathPenalty Information Center. (2019). MurderRates. 27/01/2020 tarihinde
https://deathpenaltyinfo.org/facts-and-research/murder-rates/murder-rate-of-deathpenalty-states-compared-to-non-death-penalty-states adresinden erişildi.
126 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
Not
Şiddet ve Çözüm Yolları 127
Not
128 GÜVEN TOPLUMUNUN İNŞASI ŞİDDETİN ANATOMİSİ VE ÇÖZÜM YOLLARI
NotŞiddetin Anatomisi
Güven
İnşası
ve Çözüm Yolları
Toplumunun