Sansür ve Otosansür
24 Temmuz. Hem II. Meşrutiyet’in ilan edilişi, hem de sansürün, basından ilk kez kaldırılışı bu tarihe rastlıyor. Ancak, Dünyada Gazetecilerin tutulduğu en büyük cezaevinin olduğu Türkiye’de “24 Temmuz Basın da sansürün kaldırılışının” Bayramını kutlamanın abesle iştigal olduğunu düşünüyorum.
Tüm Dünya’da ve ülkemizde sansür basının gelenekselleşmiş bir derdidir. Sansürün, her zaman için toplumun önünde engel yaratan, gerçeğin perdelendiği ve gizlendiği bir anlamı olduğu da hepimizce malumdur.
Türkiye’de belli dönemlerde sansür basından kalkmış gibi görünse de, tekrar konmuştur hep. Öyle ki. Oto sansür dediğimiz kişinin gerçek duygularını yazarken bile kendi sansürünün daha fazla işlediğini sanıyorum kabul ediyoruz. Çünkü sansür ruhumuza işledi, işletildi. Yaptığı haberin, yazının veya yayının, bulunduğu konuma zarar getirmesinden tutun da, işsiz kalabilme endişesine, özgürlüğünden tutun da kişisel haklarının zarar görmesi endişesine de oto sansür diyor, ve gerçek duygu ve düşüncelerimizi sınırsızca, özgürce yazamıyoruz.
Günümüzde gazeteciler, kendi kendilerini kontrol ediyorlar oto sansür sayesinde. Yani kendilerini kendileri sansürlüyorlar. Birtakım şeyleri yazmıyorlar, yazamıyorlar. Gazetecilerin editöryal bağımsızlık dediğimiz çerçevede, görüşlerini ne kadar ortaya koyabildiklerine de bakmak gerekiyor ki yukarıdaki sebepler bunun da yapılabilmesine engel teşkil ediyor. Medya-siyaset-ticaret ana başlıları nedeniyle gazeteler siyasetçinin, hükûmetin, yanında yer alabiliyor. Hal böyle olunca da tam bağımsızlıktan söz etmek mümkün görünmüyor.
Büyük ticari kuruluşların medya sektörüne girmesi nedeniyle, medyanın holdingleştiğini görüyoruz. Holdinglerin çıkarlarını zedeleyebilecek düşünceleri gazetecinin dile getirmesi de elbette mümkün olması beklenemez.. Aslında en önemlisi ticari kuruluşların medya sektörüne el atmasının engellenmesi ve basının hür kalmasının sağlanmasıdır.
Türk basınının, Abdülhamid’in baskıcı rejimi altında sansüre karşı gösterdiği direnci, 21. yüzyıl koşulları karşısında yaşama geçirebilmekten çok aciz olduğu görünüyor. Türk basınının, demokrasi mücadelesinin öncülüğünü değil, kapitalizmin kriterlerinin sürmesinin, sözcülüğünü yapan patronların egemenliğine geçtiği fikri, daha yerleşik görünüyor kamuoyunda.
Yani, Sansür de, otosansür de sürüyor.. Türkiye’de basın sektöründe, kendi içinde sansür olduğunu biliyoruz ama 24 Temmuz ları da kutluyoruz. Hal böyle olunca gerçekte olmayan bir şeyi kutlamak pek anlamlı olmasa gerek diye düşünüyor insan ve aklı karışıyor. Üstelik özgürlüğü elinden alınmış nice hapis gazeteci varken…
Kutlamak mı, hatırlamak mı, yoksa HATIRLATMAK mı sizce daha doğru?
nilhankirdi@hotmail.com