Kalkınamayışlığın sebep ve etkileri
Bazı uzmanların üçüncü dünya ülkeleri dediği, bazılarının da kalkınmakta olan ülkeler olarak adlandırdığı ülkelerin durumunu analiz edelim. Kalkınma yolunda önlerindeki engelleri, sebeplerini ve o ülke vatandaşlarının psikolojisini anlamaya çalışalım.
Emperyalizm olarak bilinen sömürücü sermayenin veya devletlerin, tarih boyu uyguladıklarına bakarsak, insanları nasıl etkilediklerini, devletleri nasıl zor durumda bıraktıklarını, gerekirse rejimleri ve yönetimleri nasıl değiştirdiklerini görebiliriz. Bu konuda birçok sanayi kuruluşunu yönetmiş, demir çelik fabrikalarını ülkemize kazandırmış Bülent Esinoğlu’nun yazılarını ‘batı ile Batanlar’ adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim
Büyük sermayenin temel düşmanlarından biri, halkın örgütlenip siyasi sistemi değiştirmek istemesi ve örgütlü olarak hak talepleridir. Yani büyük zenginin istemediği bir düzeni kurmak istemesidir.
Küresel sermayelerin veya büyük patronların bir diğer hasmı ise, piyasaya girmek isteyen yeni girişimcilerdir.
Büyüyen sermaye, arkadan gelen, küçük sermayenin büyümesine karşıdır.
Onun hep taşeron olarak kalmasını ve kendisine, emekçinin hizmet ettiği gibi hizmet etmeye devam etmesini ister.
Ulus devletin milli ekonomiye sahip olması, kendine pazar yaratma çabasına girmiş küresel sermayenin işine gelmez. Üretimleri engellemeye çalışarak, mümkün oldukça üretimi kendi tekellerine almak isterler. Potansiyel gördükleri devletlerin tekellerini ele geçirmeye çalışırlar. Bu konuda dünya globalleşiyor, küreselleşiyor gibi, liberalizm gibi beyin yıkayıcı propagandalarla devletleri liberal ekonomiye açık olmaya zorlarlar.
Özelleştirmeye zorlanan devletler, ekonomiden elini çektikçe, milli devlet olmaktan uzaklaşır. BU girişimler sonucu o devletin vatandaşları umutsuzluk içinde istikrarsızlığı yaşarlar.
İnsanları etkilemenin en kolay yollarından biri ise, din olgusudur. En eski çağlardan beri Tanrıdan görev aldığını söyleyen hakanların veya kralların halkını nasıl etkileyip savaşlara sürüklediğini tarihten öğreniyoruz. Hıristiyan âleminde, tapınak şövalyelerinin nasıl etkili olduklarını, insanları ne şekilde haraca bağladıklarını yine tarihçiler anlatmakta. İslam coğrafyalarında ise birçok farklı din yorum ve anlatımlarıyla kafalarımız karışıyor. İmam Gazali’nin ünlü risalesi ‘Tehatüful Felasife’ yani “Felsefenin Tutarsızlığı”nı yazarak başlattığı tutuculuk, yaşadığı dönemdeki birçok sultan ve devlet başkanının işine gelmiş. Tarihte Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer’e danışmanlık bile yapan Gazali, ileri sürdüğü fikir ve felsefesiyle İslam âlemini oldukça etkilemiştir. Gazali, o yıllardaki devlet yönetimi tarzında, ümmeti (Tebaa) soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat eden ve teslim olan bir topluluk olarak tanımlıyor. Bazı yazar ve yorumculara göre Gazali, İslam âlimleri olan İbni Sina’yı, Farabi’yi beğenmeyerek gözden düşürmeye çalışıyor. Aynı dönemde karşıt görüşler ortaya atan Endülüs Sultanı danışmanı İbni Rüşt, ‘İnsan aklı da Allah vergisi bir yetenektir’ ve bu nedenle ‘akla uygun olan, vahiye aykırı olamaz’ diyor.
İbni Rüşt bu tartışmayı entelektüel ve felsefi düzeyde kazanıyor ama siyasal ortamda kaybediyor. Çünkü İslam dünyasının sultanları, halifeleri, şeyhleri itaat ve teslimiyeti savunan Gazali’yi destekliyorlar. İbni Rüşt unutturuluyor.
Yurt Gazetesi yazarı Merdan Yanardağ, bir makalesinde bu konuya değinerek, Taliban’ı doğuran, Suudi rejimini ve Arap coğrafyasındaki kavgaların sebebini İmam Gazali’nin felsefesinin etkinliğine bağlıyor.