Gel! Ne olursan ol, yine gel…

“Yeter”dedi Sems.”Baskalarının masallarını duymak istemiyorum. Bana senin sozlerin gerek ” Kalbinden geleni duyamazsan, ezberlerine mahkumsun”

Hazret-i Mevlâna’yı Anma ve Vuslat yıldönümü törenleri her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilmektedir.

Şeb-i Arus, düğün gecesi demektir. Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 günü Hakk’a yürümüştür.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah’a kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs” diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

“Ölüm günüm, düğün günümdür” tabirini kullandığı için anma törenleri, düğün günü ya da vuslat günü manasına gelen “Şeb-i Arûs“ olarak adlandırılmaktadır. Onun düşüncesinde ve fikirlerinde ölüm hiçbir zaman yokluk olarak kabul edilmemektedir. “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir” diyerek gönüllerdeki ölümsüzlüğe dikkat çekmiştir.

Hz. Mevlâna, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” ifadesiyle de ölümün ayrılık değil kavuşmak olduğuna dikkat çekmiştir. Hem de öğle değimlidir ki Allah (cc) Kur’an da haber veriyor. “Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz” (Ankebût, 29/57)
Allah’a, yani özüne döndürülen bir ruh için yokluk manasında kullanılan ölüm ifadesi, nasıl bağdaştırılabilir.

Hazreti Mevlâna ömrünü, Kur’an’a ve Peygambere adamasına rağmen, gelecekte hakkında çıkabilecek yalan ve iftiralara daha hayatta iken gereken cevabı vermiştir.
“Bu canım var oldukça ben Kur’an’a tutsağım 
Muhammed Mustafa’nın yolundaki toprağım
Benden başkaca bir söz nakledenler olursa
Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım” 

Şems’ten ayrılık onu çok üzmüştü, ama sonunda Onu kalbinde bularak arayışını terk etti. Bu halini şu beyitle dile getirerek sevgi ile ulaşılacak mertebelerden haber vermiştir.
“Beden bakımından ondan ayrıyım ama bedensiz ve cansız ikimiz de bir nuruz.
Ey arayan kişi! İster Onu gör, ister Beni. Ben O’yum, O da Ben.” Burada tarif edilen hal, tasavvuf edebiyatında sevenlerin birbirinde yok olma hali olan “fenâ halidir. ”Hz. Mevlâna, şikâyet edilen ayrılıkların çaresinin, “sevgi” olduğunu da haber vermiştir.
Hz. Mevâna’nın çağrısı; Allah’ın kulları için sürekli açık tuttuğu tövbe kapısınadır. Başka mana aramaya gerek yoktur.
İşte Kur’an’ın beyanı;
“Allah ‘a göre şu kimseler bir tövbesi makbuldür ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler…” (en-Nisa, 4/17)
İşte Peygamberin beyanı;
“Can boğaza dayanmadıkça Allah (cc) kulun tövbesini kabul eder.” (Tirmizi)
İşte de Mevlâna’nın çağrısı;

İster kâfir ol, ister ateşe tap, ister puta..
İster yüz kere tövbe etmiş ol, ister yüz kere bozmuş ol tövbeni…
Bizim kapımız umutsuzluk kapısı değil, nasılsan öyle gel.

Onun çağrısı Hakka, hakikate, doğruluğadır. “Geçmişteki halin ne olursa olsun, bu hal seni ümitsizliğe düşürmesin, tövbe etmek kaydıyla, yani eski haline dönmemek üzere gelmek istersen bu kapı sana açıktır” mesajı verilmektedir. Yoksa “ne olursan ol yine gel” çağrısından; eski halini değiştirmeden olduğun gibi kal dediği anlaşılmamalıdır. O zaman “Bu canım var oldukça ben Kur’an’a tutsağım” sözü ile bağdaşmayan bir yorum olur ki; Ona atfetmek Onun manevi şahsiyetine yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Zaten öğle davranmaya kalkışanlara da öncesinden cevabını göndermiştir.“Benden başkaca bir söz nakledenler olursa,
Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım”
Hz. Mevlâna’nın “Şeb-i Arûsu” vesile kılınıp onun dünya görüşleri insanlığa gerçek yönleriyle anlatılmalıdır. Onun büyük bir mütefekkir, büyük bir İnsanı Kâmil olduğu anlatılmalıdır. Ancak o zaman onun maneviyat ikliminden istifade edilebilir.

Exit mobile version