Mert Fırat: Testosteron erkekleri maymuna çeviriyor
Polonyalı yazar Andrzej Saramonowicz’in oyunu. Adı ‘Testosteron’. Tam beş yıl kapalı gişe oynadı. İzleyenleri güldürdü ama daha çok kadınları! Çünkü bir erkeklik eleştirisiydi. Şimdi sinema filmi olarak karşımızda. Oynayan ekip aynı, yönetmen İlksen Başarır… Filmin adının ‘Testosteron” olması boşuna değil, erkek dünyasını, erkekliği, erkek dilini ve kadınlara nasıl baktıklarını anlatıyor. Bir nevi ‘erkekliğin el kitabı’. Ama erkekliği yerin dibine de sokuyor. Testosteronun erkekleri nasıl maymun ettiğini, nasıl zor durumlarda bıraktığını gösteriyor. Ve bazı erkeklerin, kazık kadar olsalar da hayat boyu ergen kaldığını, büyümediğini… Ekip eğlenceliydi, konuşurken de fotoğraf çektirirken de çok eğlendik… Onlar yeni erkekler, bu meseleye kafa yormuş erkekler… Allah, erkeklerimizi testosteronun fazlasının gazabından korusun! Erkek olduğun için hayatından memnun musun? – Memnunum. “Keşke kadın olarak doğsaydım” dediğin oluyor mu? – Erkeklerin dünyasında, erkek olmak daha avantajlı! Alçakça ama gerçek bu. Ben de üzerine yatıyorum. Yoksa tabii ki kadınlar, erkeklerden çok daha gelişmiş varlıklar. Sizin duygularınız, davranışlarınız, hayata bakışınız farklı. Bir de doğurgansınız. Tek başına bu bile, kadın cinsinin çok daha üstün olduğunun göstergesi. Biz, erkekler nal topluyoruz. Size göre çok daha ilkeliz… HADİ LEN!Senin hayatını da esas olarak testosteron mu yönetiyor? – 27 yaşıma kadar o beni yönetti. Şimdi ben onu yönetmeye çalışıyorum. Sonsuz bir mücadele var aramızda. Ama artık kendimi frenleyebiliyorum. Saçma sapan olayları ego meselesi yapmamaya çalışıyorum. Kadınlarla ilişkim de farklı. Spermlerimi oraya buraya saçma dönemim geçti. Bu ergen haller, tabii ki sadece testosteronla değil, büyümekle de ilgili. Yaşı 50-60’a dayanmış ama hâlâ ergen kalan pek çok erkek var. Bu ülke onlarla dolu!Testosteron seni hayvanca bir şey yapmaya zorlarken, “Dur oğlum!” diyebildiğin oluyor mu? – Elbette. Hem de günde birkaç sefer! Birine sinirlendiğimde, bir kadından hoşlandığımda… Hep kendimi kontrol etmeye çalışıyorum. Erkeklerin tamamı, ergenlikte skor peşinde koşan adamlar topluluğudur. Ama işte bir an geliyor, aşk olmadan sevişmenin, her gece yaşanan o ‘one night stand’lerin manasız olduğunu görüyorsun. Trafikte bir tane adam önüne kırdığında, sana korna çaldığında, levyeyi kapıp inmenin ilkel bir şey olduğunu fark ediyorsun, aşırı tepkiler göstermenin saçmalığını idrak ediyorsun… Erkekler bir araya geldiklerinde daha fazla mı testosteron salgılıyorlar? – Evet, güçlendikçe çoğalan, çoğaldıkça güçlenen bir şey. Taraftar psikolojisi gibi. Meclis’te de 550 milletvekilinin sadece 32’si kadın. Tabii ki yine testosteron hâkim! Bu film bir tiyatro oyunuydu. Ne kadar oynadınız? Nereden esti film yapmak? – Beş yılda 300 oyun! Büyük bir ilgi gördü. Biz de daha geniş kitlelerle paylaşmaya karar verdik. Filmdeki karakterleri nasıl tanımlarsın? – Hepsinin ortak özelliği, ergenliği aşamamış erkekler olması. Hepsinin yaşadığı trajikomik hikâyeler var. Başında biri ‘kurban’ken, film ilerledikçe hepsinin ‘kurban’ olduğu anlaşılıyor. Sürekli bir yer değiştirme var. Erkekliğin ve testosteronun getirdiği çelişkilerini yazar çok iyi anlatmış. Erkeğin, cinselliğe bakışını da erkek dili ve mantığı üzerinden eleştiriyor… MAGAZİNE MALZEMESen, bir magazin gazetecisini oynuyorsun… – Evet. Magazine malzeme kazandıran adamken, bir anda magazinin malzemesi oluyorum. Hepsinin başına bu tür şeyler geliyor. ‘Aldatan’ken, ‘aldatılan’ oluyor. Karısının, grup içinden biriyle ilişki yaşadığını öğreniyor. Grup içinde en güçlü zannettiğin kişi, bakıyorsun en zayıfı… Kadın ve erkeğin kafası farklı mı çalışıyor? – Kesinlikle! Kadının sabrı, metaneti, duyarlılığı, barışçıllığı, cesareti erkekte asla yok. Kadın, başlı başına sanatçı ruhlu. Verdiği ürünün dönüşmesiyle ilgilenmiyor. Doğurduğu şeyi metalaştırmıyor. Hücrelerinden ortaya çıkan şey, onun için bir gelir kaynağı değil. Kendinden bir parça. Ama erkek için öyle değil. Alıp tarlada çalıştırıyor, asistanı yapıyor, şirketinin başına geçiriyor… Bir taraftan da toplumsal dayatmalar var… – Aynen! “Erkek olmak ne zormuş!” diye bir laf var filmde. Gerçekten de toplumun bize dayattığı şeyler var. Sürekli “Erkek ol! Erkek gibi davran. Öyle oturma, erkek gibi otur” meselesi var. “Erkek adam ağlamaz!” gibi saçma önyargılar var. Kavga eden çocuğundan utanmak yerine, “Oğlum birilerini dövüyor!” diye övünme var. Daha bir sürü böyle manasız şey var… ERKEK GİBİ DAVRANNikâhtan kaçan gelin, iki cümle ediyor. Sonra öğreniyoruz ki albümünün ismi ve çıkış şarkısı. Nikâhı son anda reddetmeyi, albümünün tanıtımı için alet ediyor. Bunu da gazeteciler önünde yapıyor ki haber olsun, albümünün tanıtımı olsun. Bu, onun için bir ‘etkinlik’ aslında. Kadın, bu kadar hesapçı mı? – Bence bu hesapçılık değil. O kadın, yani Sevtap, erkeklik meselesini çözmüş, erkek dünyasını çok iyi anlamış ve bununla mücadelenin yöntemini bulmuş bir kadın. Bu bir ‘etkinlik’ diyoruz ya filmde ama bu etkinlik kavramı aslında erkeksi bir kavram. Ve gladyatörlere kadar uzanır. Bunu da köküne kadar kullanan erkeklerdir. Bir imparatorluğun daha etkili olabilmesi, daha da büyük düşmanlar edinip, onları yenip, dünyaya ün ve nam salma meselesi bir ‘etkinlik’ değil mi? İstanbul’u fethetmek mesela dünyanın en büyük ‘etkinliği’ değildir de nedir? Bir çağı kapatıp, diğer bir çağı açmak. Dolayısıyla ‘event yaratma’ meselesi de erkeğin ortaya koyduğu bir şey. Dedikodu da kadınlarla özdeşleşmiştir denir ya, ben iddia ediyorum erkekler kadınlardan çok daha fazla dedikodu yapıyor. Şunu anlatmaya çalışıyorum: Kadınların stratejik ve hesapçı olması, erkeklerin onları mağdur etmesi yüzünden. Birinin ‘av’, diğerinin ‘avcı’ olduğu yerde, güçsüz olan elbette kendine başka stratejiler kuracaktır… Erkekliğin el kitabıKavga etmek, altta kalmayı kabullenmemek, baskı kurmak, kadına şiddet uygulamak, öldürmek, tecavüz etmek, kadını cinsel obje olarak görmek… Bunlar kaba hatlarıyla ‘testosteron’ mu? – Evet, hepsi testosteronun örnekleri! Biz de filmde bunları anlatıyoruz. Erkeklik meselesini ve erkekliğini gösterme türlerini. Bu film, özellikle erkek milleti için bir ‘el kitabı’. Filmde bir erkek dili var. Kadının ötekileştirdiği bir dil. ‘AMK’ diye bir gazete çıkıyor mesela, neden ‘GK’ değil de ‘AMK’? Neden ‘kahpe’ ya da ‘kancık’ diye bir kavram var? Dişi köpeğe kancık deyip, bunu da bir hakaret olarak kullanmanın nasıl bir açıklaması olabilir? Birine ‘ib.e’ demek de farksız. ‘Kadınlaşmış erkeksin’ diye hakaret ediyoruz. Ebeye küfretmek nedir? Bu nasıl bir şeydir! Hep aynı erkek dili. İktidar kavramı da farklı değil. Sahip olmak istediğin bir ülke kur, sonra o hep sana ait olsun diye, kendine savaşılacak bir düşman yarat ve savaş, dur. Kadın üzerinde iktidar kurmak da aynı şey. Bu saydıklarımın hepsini yapan da ne yazık ki erkekler! Şöhret yalan…Bu sene kuşburnu, gelecek sene yeşil çay moda!‘Kelebeğin Rüyası’ndan sonra kadınların sana ilgisi arttı. Bu kadar beğenilmek, arzulanmak nasıl bir şey? – İyi bir şey. Çok etkilenmiyorum ama rahatsızlık da duymuyorum. Çünkü geçeceğini biliyorum. Ama 60 yaşında bir kadının internetten bana güzel şeyler yazıyor olması beni mutlu ediyor… HAYATIMDA AŞK YOKGenellikle yan yana durmayan iki sıfata da sahipsin. Hem seksisin hem rafine. Birlikte olduğun kadınlar mı eğitti seni? – Öncelikle annem! Bir de tabii hayatıma giren kadınların etkisi oldu. Yaşadığım ya da yaşattığım tecrübeleri unutmadım, aklımda tuttum. Şu anda âşık mısın? – Değilim. Magazin sayfalarında yer almamayı nasıl beceriyorsun? – Gece hayatım pek yok. Bir de bence magazinciler beni seviyor. Hiç sorun yaşamadım bugüne kadar. Beni hep ortağım ve filmin yönetmeni İlksen Başarır’la yazdılar. “Sevgililer, evlendiler” dediler. Ama boşa düşen bir durum oldu. Sonra bundan da vazgeçtiler. İş, “Bu adamın gece hayatı yok, vukuatı da yok, bu adamı yazmayalım” noktasına geldi. Gördükleri yerde, “Mert Abi, nasılsın iyi misin?” diyorlar. Türk halkı, bir kadınla, bir erkeğin dost olabileceğini anlayamıyor değil mi? – Hayır. Yine toplumsal bir mesele. Bir kadınla, bir erkeğin evli olmadan ya da sevgili olmadan aynı evi paylaşmasını da anlayamıyor. Oysa bundan fazlası bizim İlksen’le paylaştığımız. Bir hayatı, bir mesleği, bir işi, bir dünyayı paylaşıyoruz. Bu da aile olmak kadar değerli bir şey. Bunları yaparken, evli olmamız da gerekmiyor. Ya da cinsel bir deneyim yaşamamız. Belki de bu yüzden çok mutluyuz ve üretebiliyoruz… İMKÂNLARIMIZ KISITLI!Kafandaki sevgiliyi anlatabilir misin? – Kendi gibi olabilen bir kadın. Bu aslında. Çok özel fiziksel bir özellik aramıyorum. İstediğin pek çok kadınla birlikte olabilecek birisin. Nasıl bir his bu? – Ben öyle olduğumu zannetmiyorum! Bunu, Johnny Depp’e sormak lazım! Nasıl yani? Bir sürü kadının seninle yatmak istemesi seni ilgilendirmiyor mu? – İlgilendiriyor ama yapabileceğim şey yok. İmkânlarımız kısıtlı! Şöhretine mi geliyorlar, sana mı? – Tabii ki şöhrete! Yüzde 90 oranında şöhret, yüzde 10’u oyunlarımıza, filmlere, kişiliğime… Şöhretin başka bir büyüsü var… Şöhretinin senin başını döndürdüğü hiç olmadı mı? – Hayır hiç. Çünkü bunun bir şaka ve bitecek bir şey olduğunu biliyorum. Bir rüzgâr, bir yalan. Bir sene kuşburnu, öbür sene yeşil çay moda oluyor, bunun gibi bir şey…