ALANYA DEVLET HASTANESİNİN HİZMETİ MÜKEMMEL ÖTESİ
Sevgili okuyucularım bir süredir köşe yazılarımı hazırlayamadım. Anneciğim yoğun bakımda.
Öylesine zorlu bir dönen geçiriyorum ki ;Birtanem ile ilgilendiğimden yazılarımı aksattım.Gelen mail ve mesajlarınızdan,telefonlarınızdan bu sitemlerinize açıklık getirmek için makalemi hazırlamaya oturdum.
Canlarım,çok kötü bir dönem geçiriyorum.
Hayatımın en çaresiz ve üzüntülü,acılı,sancılı bir dönemi.
Ne yapacağımı bilmez halde bir bekleyiş içindeyim
Ve bu bekleyişte, sağolun sizlerden gelen desteklerle biraz daha kafam olumsuzluklardan dağılıyor.
11 Ekim 2011 de de ALANYA DEVLET HASTANESİ başlıklı 22 farklı gazete ve dergide yazdığım köşelerde ki makalem gibi bu da bir teşekkür olacak.
Evet; Alanya Devlet Hastanesinde çalışan TÜM hekimine,hemşiresine,personeline çok çok teşekkür ediyorum. En derin saygılarımı,en içten sevgilerimi sunuyorum.
Büyük özveri ile yapılan bu sağlık çalışanları grubu inanılmaz performans sabır özeri ile görev yapıyorlar. Gördüğüm tanıdığım hiçbirisi, oturayım,lak lak yapayım,salla başını al maaşını düşüncesinde değil.
Başhekim Doktor İsmail Başaran,Başhekim yardımcısı Doktor Hasan Yetkin,Doktor Zeynep Bozkurt Köroğlu, Doktor Mert Tuna, Doktor Fayat Kök,Hemşire Aysel Vural,hemşire Şefkat Cebeci,Hemşire Aynur Tuna,hemşire Ayşe hanıma, yardımcı hizmetler personellerine özel olarak ayrıca teşekkür ediyorum.
Nasıl şeker insanlar,ilgili,bilgili.Anaç,babacan.Ne kadar teşekkür etsem azdır.Yaklaşımları, hastamın tedavisi dışında ayrıca bana gösterdikleri sabırları ki hepsini fazlasıyla rahatsız ettim gece gündüz demeden,akşam sabah demeden hiç yakınmadılar.İnsani olarak ayrı ayrı gönlümde taht kurdular.
Ayrıca 26 sene çalıştığım Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başbakanlık mesai arkadaşlarım. Bakan ve Milletvekillerinin yakın destekleri. Prof.Dr ağabeyimin ve eşinin tüm işlerini bırakıp İstanbuldan Alanyaya gelmesi,Ablamın Mersinden gelip bana destek olması ile acım biraz hafifledi.Herkese teşekkürler.
10 gündür Alanya Devlet hastanesinde annem yatarak tedavi oluyordu. Bir ara ishal olmuştu,sonra nefes darlığı derken tam taburcu olup Ankara’ya döneceğimiz anda,çok iyiyim dedi,oturdu kahvaltısını yaptı,televizyonda haberleri izliyordu birden gözlerini tavana dikti nefesi kesildi,kalp,nabız durdu.Hemen yoğun bakıma aldılar 3 dakika içinde tekrar hayata döndürüldü. Ama makinalara bağlı olarak, ağzında burnunda kolunda hortumlar,kablolar,direnler,sondalarla hayata tutunmaya çalışıyor.
Fakat anneciğimi Yoğun bakım kapısında beklemek,monitörden 2 dakika izleyip nefes alışını kontrol etmek,gözünü açmasını beklemek nasıl ızdırap anlatamam. Televizyonlardan izlediğimiz,flimlere konu olan sahneler gibi değil yoğun bakım servisinin kapısında beklemek.
Kapıda yığılmış hasta yakınları;üzgün,bitkin, gözü yaşlı. Ve o kapının her açıldığında umutla bekleyen hasta yakınları arasında bir kenara süzülmüş, etrafı izleyen ben,sanki ayaklarım gövdemi taşıyamaz haldeler.
İçerden bir görevliden hastamla ilgili gelecek en ufak haberi bekliyorum.
Bu durumda kalbim küt küt ata ata böylece bekliyorum.Bu gün tam 9 gün oldu.
O kapı açıldığında; her hasta sahibinin,her bekleyenin göz bebekleri büyüyor.Nefes alışlar sıklaşıyor.Endişe ve korku ile kulak kabartıyorsunuz.
Ancak çok genç yaşta içerde hastası olanları yatıştırmak da benim için orada bir görev sanki. Hele 19 ve 21 yaşlarında 2 oğlu da aynı motorda kaza yapan annenin çaresizliği karşısında onu teskin edebilecek sözcükleri kelimeleri zor buldum.
Anneciğim çok şükür 88 yaşına geldi.Artık vade yetti, tamamlandı diyebilirim ama o monitörde izlediğim durumu karşısında sanki makinalar ile acı çekiyor,yaşamına gün katmak değil gidişini engelliyor,ebedi uykusuna müsade etmiyoruz gibi hisse kapılıyorum.
Dua etmekten artık peygamber moduna giriyorum.
Yoğun bakımda olan bu yaştaki birinin durumu nederece iyi sonuç doğurabilir ki ?
Tepki vermesini beklemek,entübasyon olmadan soluk almasını beklemek ne kadar acı.Her an kaybedeceğim korkusunu yaşıyorum.
Her telefon çaldığında korku ile arayan numaraya bakmak ve 5 e düşen tansiyonum ile müdahale edilir hale gelmek,sonrasında 21 e fırlayan tansiyonum ile mücadele etmek off ne zor anlatamam.
Tarif edemiyeceğim çok tuhaf duygular ne hüzünlü, ne çaresiz birşeymiş yoğun bakım ünitesi ve o kapının önünde beklemek.
Bir- iki dakikalık gösterim için, televizyondan onu görebilmeyi beklemek sessizce tüm gün o korkunç kapıda dua etmek. Artık eve git dinlen kendini harap ettin sözcüklerini kenara iterek beklemek.
Suskun,içimden aktan gözyaşlarımı tutamadığımda, hiç konuşamayacak gibi olduğumda düşünüyorum da bu mekan zamanın hiç geçmediği lanet bir tılsımla dolu.
Sanki dünyanın en uç noktası ve belkide, ölümden sonraki tarafın, dik bir uçurumunun tepesinde bir oda. Her an sanki toprak kayacakmış gibi ayaklarımın altından.
İki haftadır yaşadığım, bu acılarla dolu, üzüntülü yoğun duygularımdan sonra düşünüyorum da anneciğim ben 2 yaşındayken babamı Kanserden kayıp etmiş,ve Kocasının memleketi Alanya’da hayata gözlerini yummaya hazırlanır gibi.Şimdi ben hem annemi,hem babamı kaybetmiş olacağım..Bir yanım sanki felç gibi.
Ölüme bu kadar yakın duyguları hissederken,insanlar mutlaka sorguluyordur kendini.
Belki eski hatalarını yapmamaya söz verirler kendilerine,belki de karşılarındaki insanların daha az hatalarını görmeye başlarlar.
Ve muhtamelen biliyorum ki yoğun bakım servislerinin kapılarında bekleyen bir çok insan tıpkı benim gibi kendi kendine bir çok sözler veriyorlardır.
Şimdi diyorum ki: “Ya biri ölünce katılınan cenazede ya da yoğun bakım kapılarındabenzer duygu hallerine giriyoruz.
Benim ilk kez yaşadığım bu bekleyiş ile olan duygularımla hayata bakış açım değişti. Yoğun bakımda olan bir yakınınızı hele de annenizi o kapıda beklemek, izin verildiği kadarı ile yaşadıklarını gözlemlemek, acılarını gümm diye yüreğinizin içinde, iliklerinizde hissetmek, elinizden bir şey gelmeden, kolunuz kanadınız kırılmış çaresiz onu orada bırakmak zorunda olmak, ölümü bile kanıksanır ve daha yumuşak halde görmek artık kaçınılmaz oluyor. En dayanılmazı da canımın içi annem, şuursuzca yatarken,dönüşü olmayan bir yola girmişken ağzında burnunda gereksiz mi bu kadar borularla hortumlarla acı çekiyor acaba diye düşünmek.
Ve diyorum ki kendinize dert ettiğiniz şeyleri oturun bir kez daha düşünün.
Kafayı yiyecek kadar luzumsuz şeyleri dert edip, dünyanızı karartmayın. Hayattan tad alın.Acılarınız da öylece atlatın. Saçma sapan sorularla uğraşıp ruh halinizi bozmayın.
Allah kimseye benim gibi böylesi bir durumda çaresiz acılar,üzüntüler yaşatmasın. Ancak,hayatta ki bazı olgular böylesine bizleri olgunlaştırılar.
Gereksiz olayları ciddiye alırken bir soluklanın düşünün derim.
Evet, işte hastanenin yoğun bakım servisi kapısında beklerken,neyi ne kadar oranda dert etmem gerektiğini ben bu zaman zarfında öğrendim. Bir kez daha süzgeçten geçirmeye başladım.
Sağlığını kaybetmiş insanları, bedenlerinin bazı kısımlarını kullanamayan engelli kişileri, ilik nakli bekleyen lösemi hastalarını,trafik kazası geçirmiş,yüzü parçalanmış,eli-kolu kopmuş,felç olmuş insanları düşünün, aklınıza getirin.
Ve ufacık şeyleri dert etmeyin.
Sevgiyle kalın,sağlıklı kalın.