Bayanlar, az kaldı
Kadınlarımız kafes arkasında oturmaktan, haremlik selamlık olarak yaşamaktan kurtulup topluma karışmaya başlayalı epey oldu sanırım. Çocukluk çağlarımda bir akraba teyzemiz vardı. Bursa’da merkezi bir muhitte, ahşap bir konakta yalnız otururdu. Bir gün kâğıtları, eski yünleri bir araya toplayıp paket yaptığını gördüm ve beraber olduğum halama ‘ne yapıyor’ diye sordum. ‘Dışarıda işi var, etraftan gören komşulara karşı bir yere bir şey götürüyor görüntüsü vermek için paçavraları paketledi’ demişti. Aldığım cevap hala aklımdan çıkmaz.
O yıllardan bu yana epey mesafe alındı. Toplumumuz gün geçtikçe bilinçlendi, kadınlarımıza Atamız tarafından tanınan seçme seçilme hakkı sonrası Türk kadını özgüvenini kazanmaya başladı. Daha 30 -40 yıl öncesine kadar kadınların çalışması yadırganırken veya çalışmasına izin verilmezken, artık her kurumda ve iş yerlerinde kadınlarımızı görür olduk. Fakat bayanlarımızın çalışması, toplumda daha çok söz sahibi olması yetmedi.
Erkek egemen toplumun, bu duruma alışması zaman aldı, yine de toplumun bazı katmanları için alıştılar diyemeyiz. Erkekler egemenliğini kadınlarla paylaşmaya alıştılar mı, yoksa alışmış görüntüsü vermeye mi çalışıyorlar henüz pek net değil. Değişimlere alışmak her dönemde zor olmuştur.
Doğan kız çocuklarının gömüldüğü veya kadınların köle olarak alınıp satıldığı dönemlerden 1400 yıl geçti. Yüce peygamberimizin öğrettiği dinimiz sayesinde batıl inanışlar, hurafeler son bularak, kadınlar nikâhlanmaya ve mirastan pay alma haklarını elde etmeye başladı. Şimdi 20. y.y kadınları var, haklarını yüksek sesle arıyorlar.
Türk kültürü de buna müsait. Tarih boyu hakanların sözünden çıkmadığı ana kadınlar bilinir. İç işlerinde ve aile içi yönetimin kadınlarımızda olduğunu saklamaya gerek yok.
Peki, bu KADINA ŞİDDET nereden kaynaklanıyor. Kimileri hazımsızlık diyor, kimileri cehalet diyor. Psikologlar ne diyor anlayamadım. Her biri bir şey söylüyor. Parmak izlerimiz farklı olduğu gibi, her insanın ruh yapısı da farklı herhalde. Mesleğimiz icabı değişik kültürden insanları tanıma fırsatımız oluyor. Türk milletinin örf ve adetlerini günümüze kadar taşıyan Yörük Türkmenlerde kadına değer verildiğini iddia edebilirim. Yörüklerin ruh yapısı daha mı düzgün yoksa eskiçağlardan beri kadınlara gereken önemi göstermeye alışmışlar mı?. Bence ikincisi ama bu konuyu fazla karıştırıp, kadından yönetici olmaz diyenleri kızdırmayalım.
Ama kadına şiddeti önlemenin yolunun, yasalardan ziyade eğitilmekten geçtiğini iddia ederim. En azından Türklerin kadına verdiği önemi gündeme getirip, örnek olarak ileri sürebiliriz.
Ama son yıllarda 36 veya 42 etnik kültürün varlığından bahsedilen Türkiye’de, 1/36 nispette olan Türkler ne kadar örnek olabilir ayrıca tartışmak lazım. İster 36 ister 42 desinler, neticede hangi kültürden olursa olsun hepsinde kadın var ve haklarını savunmaya başladılar. Artık kadınlar sesini yükseltiyor. Kendilerini koruyan sığınma evleri de var. Koruyucu bakanlık var, şiddeti caydırıcı yasalar da var. ‘Kadının sırtından sopayı, karnından bebeği eksik etmeyeceksin’ türünden saçma sapan sözler artık duyulmuyor.
Bu durumda çağdaşlaşmaya başladık demektir. Her ne kadar A.B ye uyum için yapsak ta, sonuç önemli.
25 Kasım Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü kapsamında, Türkiye’nin her yerinde kutlamalar ve dikkat çekici faaliyetler oldu.
Bayanlar, biraz daha gayret. hani ‘HAK VERİLMEZ ALINIR’ diye bir söz vardır, bizim bayanlarımız da haklarını korumayı artık iyi biliyor, bilmeyenler de öğreniyor. Bana sorarsanız, ben maaşımı bir bayandan almayı isteyebilirim. Ne de olsa bayanlar duygusaldır ve gazetecinin hakkını belki daha fazla gözetebilir.
Hoşça kalın, şiddetsiz kalın.
Cengiz Savaşeri